2015 yılı İngiltere genel seçime hazırlanıyor. İngiltere tarihinde katılımın en çok olacağı tahmin edilen bu seçim, geçmiş dönemlerin tam tersine seçmenin gündem konusu. Ben ise merakla partilerin yapacağı medya ve reklam kampanyalarını bekliyorum.
Türkiye’den alışkın olduğum seçim manzaraları, sosyal medya ve kanalların duruşu, burada kıyaslayacağım şeylerin başındaydı. İlk başlarda eve, eşimin adına birçok partiden vasat diyebileceğim mektuplar ve tanıtımlar geldi. Sokaklarda boydan boya ne bayraklar ne de cayır cayır bağıran otobüsler vardı. Seçimin kalbi denecek Londra’nın sokaklarında her şey normal görünüyordu. Ta ki BBC’nin vermiş olduğu programları izleyene kadar. Ağzım açık izlediğim bu programları umarım bir gün güzel ülkemde de izleyebilirim. Böyle şeffaf, böyle tarafsız, gerçek gazetecilik! Şapka çıkardım doğrusu.
Öncelikle size kısaca BBC kanalı hakkında bilgi vermek istiyorum.
Eğer İngiltere’de yaşıyor ve evinizde televizyon kullanıyorsanız her ay ‘TV lisans ücreti’ adı altında bir vergi ödüyorsunuz ve bu vergiler BBC kanallarına aktarılıyor. Gelirlerini bu vergilerden karşılayan BBC hiçbir şekilde reklam yayınlamıyor. Halktan toplanan vergilerle kalkındığı için hiçbir siyasi çıkarın içinde olmadan bağımsız ve şeffaf bir yayın yapıyor.
Bir seçmen olarak televizyonun karşına oturduğunuzda, kafanızdaki bütün sorulara cevap bulabiliyorsunuz. Tabi ki parti liderinin cevaplarının sizi tatmin edip etmemesi tamamen sizinle ilgili… Ancak gerek sosyal medyadan gerek canlı yayın konukları ile korkusuzca sorular soruluyor. Bir parti liderinin vaatlerini anlatmaya geldiği ya da programcının da onun hoşuna gidecek soruları sorduğu bir program mantığından kilometrelerce uzak. Halktan biri yayında, herhangi bir parti liderinin gözünün içine bakarak “Siz geçen seçimlerde bu vaadinizi yerine getiremediniz, şimdi buraya gelip size inanıp oy vermemizi istiyorsunuz, neden bunu yapalım?” sorusunu rahatlıkla sorabiliyor. Yaka paça dışarı atılmıyor ya da söyledikleri yayından kesilmiyor.
Konuğu boncuk boncuk terleterek genci, yaşlısı istediği her soruyu soruyor. Ha bir de daha geniş çaplı olanı var ki bu en sevdiğim. Bütün parti liderleri bir programa konuk oluyor ve canlı yayında izleyicilerin sorularını cevaplıyor. İzleyici, sunucu ve parti liderleri aralarında konuyu tartışıyor ve birbirlerine karşılıklı sorular soruyorlar. Siz de aradaki çürükleri anlıyor, bir iki soruda yerde kalan partileri kolayca görebiliyorsunuz. Partilinin önünde taze çiçek aranjmanı, en sevdiği çayıyla ‘misafirliğe’ geldiği değil de izleyiciden gelen önceden planlanmamış sorulara cevap vermeye çalışan, elinde pet şisesiyle vakit bulabilirse su içebilen ‘işleve‘ odaklanmış bir yayın anlayışı.
Herhangi bir kanalımızda böyle bir programı hayal edebiliyor musunuz? Seçim öncesi dört-beş büyük partinin lideri gelmiş canlı yayında halkın sorularını cevaplıyor. Hemen söyleyeyim benim bildiğim en son böyle bir program 1991 yılında TRT 1’de yapılmıştı.
BBC’de Newsnight programı ve Jeremy Paxman
Burada size göstermek istediğim şey samimiyet. Sizi biriyle tanıştırmak istiyorum Jeremy Paxman. İngiliz gazeteci, yazar ve TV sunucusu. BBC’de ‘Newsnight’ programı yapıyor. Sert üslubuyla konuklarını ızgarada pişirdiği söylenir. Politikacıları ters köşeye yatırdığı gibi hiç çekinmeden yalanlarını yüzüne vurabiliyor. 2005 Genel seçimlerinde birçok partili onun kaba ve agresif tavırlarından şikayetçilerdi. Bu onun hiç umurunda gibi gözükmüyor. Gerçek gazeteciliğin böyle yapılacağını savunuyor. YouTube’dan programlarını bulabilirsiniz bir bakın derim.
Sizce bizde neden böyle programlar olmuyor? Neden yapılmıyor? Burada sorumlu medya mı, partiler mi?
Halkın gücünü dibine kadar hissettiğiniz tarafsız, şeffaf, korkusuz yayının tadı ne kadar da güzelmiş. Saç baş yolduran değil de böyle keyifle izleyeceğiniz programların darısı başımıza.
Not: Tam bu yazıyı yetiştirirken elime geçen araştırma. 2016 Dünya Basın Özgürlüğü araştırması. Linki lütfen inceleyin. Türkiye 50,76 puan ile 151. sırada.