Anlamlandıramıyoruz ve anlamadıkça daha çok kızıyor, bilmiyoruz ve öğrenmediğimiz takdirde yeni gelen her şeye daha yabancı kalıyoruz!
Bir tarafta IŞİD’in attığı bombalar, sonrasında can veren vatandaşlarımız… Bir tarafta doğuda halen devam etmekte olan çatışmalarda şehit düşen askerlerimiz, bir yanda çocuk tacizcileri, kadına şiddet, tecavüzcüler, erkek katilleri, bir yanda ben dindarım sen laiksin kavgasına bulaşıp yırtıcılaşanlar… Sonu gelmez gibi duran ve sonu gelmeyeceği de belki de aleni olan sorunlar silsilesi.
İmparatorluk ardından kurulan Türkiye
Öncelikle konuya kulağından bir girecek olursak ülkemizdeki sorunların bir kısmı aslında bir imparatorluktan arda kalan ülke olmamızdan kaynaklanıyor. İmparatorluk deyip geçmekle olmuyor; imparatorluk demek, 10’u aşkın ırktan insanı himayen altında tutmak demek. İmparatorluk demek; birçok inanıştan insanı bünyesinde barındırmak demek… İmparatorluk demek; farklı düşünceden yüz binlerce insanı kanatlarının altında saklamak demek… Böyle bir farklılık yükünün altına savaştan çıkan bir devlet olarak girmek kolay değil. Bu kadar farklılığı barındıran bir ülkede isteseniz de herkesi mutlu etmek mümkün değil.
Bazıları burada Amerika örneği verip; Amerika’nın da bünyesinde onlarca ırkı ve yüzlerce inanışı ve düşünceyi barındırdığı söyleyebilir ama bir imparatorluktan arda kalmak ile bir imparatorluğu kurmak arasında dağlar kadar fark var. Osmanlı, Türk kavimlerin bir araya gelmesi ideali ile kuruldu, sonrasında İslam’ı yayma gayesi ile dünyaya egemen olmaya çalıştı. Bu büyük adamın yıkılışının ardında kalan farklılıklar başıboş kaldığı için bir müddet ne yapacaklarını nasıl davranacaklarını bilemedi hatta bazen bu farklılıklar bastırılmak için değişik yöntemlere maruz kaldı.
Zira bir isim altında toplanan ve var olan isme ve ideale bağlı gruplar isim gidince ve ismin getirdiği amaçtan da soyulduktan sonra kendilerine yeni bir amaç ve isim bulmak uğruna değişik eylemlerin içine girdi. Oysa Amerika Birleşik Devletleri, hiçbir zaman bir kavmin belli bir amacı doğrultusunda yola çıkıp çevresine başka ırkları alarak ilerlemedi; daha ziyade bir düşünce ve kapitalist sistem doğrultusunda kurulup bu amaç uğruna hizmet edecek farklı düşüncedeki, ırktaki ve inanıştaki insanları etrafında toplayarak ilerlediği için bizden yani Türkiye’den farklılaşmakta.
Bu sebeple ülkemizde devam eden terör, inanç çatışması ve benzeri sorunların kaynağının başında, “imparatorluk ardından kurulan bir devlet olmamız” geliyor. Bunun nedeni, kurulurken eski amaçlarımızdan sıyrılıp, yeni amaçlar üretmemiz ve bu amaçlar uğruna insanlar toplamak yerine, insanları bu amaçlara ayak uydurmak için bir şekilde zorlamamızdan kaynaklanıyor olabilir.
Diğer yönden her ülkenin sıkıntılarının temelinde aslında eğitimsizlik yatar. Konu eğitime gelince eğitimin hangi yönde yapıldığı da öncelikle dikkate alınması gerekmektedir. Malumunuz üzere eğitim iki amaç doğrultusunda yapılabilir.
Bunlardan birincisi; eğitim amacının mevcut sisteme hizmet edecek ve mevcut sistemi yaşatmaya devam edecek insanlar yetiştirmek olmasıdır. Bir dönem komünist sistemlerin yetiştirmeye çalıştığı çocuklara verdiği eğitim gibi. Bunun yanında dünyanın birçok yerinde şu anda uygulanan eğitim sistemleri bu duruma örnek verilebilir.
İkinci bir eğitim amacı ise; düşünebilen, düşündüğü ile amel edebilen, olumlu anlamda eleştirebilen ve eleştiriler ile daha doğruyu bulmaya çalışan bireyler yetiştirmektir. Maalesef yeryüzünde bu tür bir amacı güden eğitim sistemi ve bu eğitim sistemine hizmet edecek bir ülke yok, varsa da tam manasıyla amaca hizmet eder türden değil. Zaten bu şekilde bir eğitim sisteminin hayalini kurmak ütopyadan öteye geçememektir. İnkar edilse de var olan sistem, her zaman kendi istediği şekilde bireyler üretecek bir eğitim sistemi ister.
Gel gelelim her ne kadar belli bir güdüm doğrultusunda yapılsa da eğitim; başka uygulamalarda olmayacak kadar olumlu yan etkilere sahiptir. Okullarda bize aleni bir şekilde eleştirmek ve eleştirilmek anlatılmaz, önümüze sunulanları sorgulamak ve doğruyu araştırmak anlatılmasa da biz okullarda öğrendiklerimiz vesilesi ile okuduğumuz kitaplar, kitaplardan edindiğimiz bilgileri yorumlayarak edindiğimiz düşünceler bizi gelişen ve etrafını da gelişmeye yönlendirecek insanlar haline getirir.
Bu sebeple halen var olan sıkıntıların temelinde eğitimsizlik yatıyor. Özellikle eğitim kelimesinin altına çiziyorum zira öğrenmek farklıdır eğitilmek yani eğilmek farklıdır. Matematik, fizik, kimse vesaireler size dünyayı ve fazlasını öğretmesine rağmen sizi insan yapmaz. Sizi insan yapan eğilimleriniz ve eğilimlerinize yön veren değerlerinizdir.
Konuyu eğitimsizlikten ele alınca ister istemez Türkiye’de eğitimin nasıl olduğuna ve artılarının, eksilerinin nasıl olduğuna da değinmek bu anlamda belki örnek alınabilecek bir numunedir diye Japonya‘dan alıntılar yapmak istiyorum. Öncelikle ülkemizde eğitim dönemi “on beş tatil” dediğimiz ve “yaz tatili” diye adlandırdığımız tatillerle bölünen iki dönemden oluşmakta. Bunun avantajı var mı bilmiyorum ama dezavantajı oldukça fazla. Eğitim ve öğretimde temel amaç süreklilik ve süreklilikle birlikte gelen kazanımdır. Türkiye‘de ise özellikle yaz tatili, öğrenciler için oldukça uzun bir süre. Şimdi hele turizmdeki sıkıntıların konuşulduğu dönemde bu soruna eğilmek biraz tepki çekebilir ama bu bir gerçek. Özellikle doğu bölgelerinde ve ülkenin diğer bölgelerinde köy ve şehir okullarında yani ailesinden beklenen ilgi ve muameleyi göremeyecek olan öğrencilerin mevcut olduğu yerlerde yaz tatili gibi üç aya yakın süren bir sürede, dönem boyunca verilen bilgilerin kaybı oldukça fazla oluyor.
Birinci sınıfa giden öğrencilerin bazılarında okuma yazmayı unutma ya da farklı derslerde edinilen kazanımların bir müddet tekrarlanmamasından dolayı bazı kayıplar yaşanıyor. Eğitim ve öğretimde en birinci basamak, sürekli ve kararlı olmasıdır. Bu sebeple verilen aralıkların uzun olması, ister istemez kayıplara neden olacaktır.
Oysa Japonya, bir müddet önce ülkemizde de düşünülmüş olan iki dönem yerine üç dönem ve üç aralıktan oluşan toplamda iki yüz kırk günlük bir eğitim uyguluyor. Sanırım kısa ama daha fazla ara verilmesi uzun ve az ara verilmesinden daha iyi sonuçlar doğuruyor. Bu hem çocukların edindikleri bilgileri korumada, hem de okul ortamına, sınıfına uyum sağlamayı başarmış taze öğrencilerde yeniden alışma sıkıntılarını ortadan bir nebze olsun kaldıracaktır.
Bunun yanında bizde son dönem 4+4’lük sisteme geçilerek sözde beşinci sınıftan itibaren çocukların branş öğretmenleri ile derse girmesi için ilk öğretim 4 seneye düşürülmüştü. Hatta bununla kalınmamış, ana okuluna katılım yaş aralığı 60 aya kadar düşürülmüştü. Başlangıçta oldukça övgüyle bahsedilen yeni sistem, uzun uzun seminerler verilerek önce öğretmenlere anlatıldı, sonrasında okullarda hızlıca bu sisteme geçildi.
Japonya’da zorunlu eğitim 9 yıl
Aslında Türkiye’de getirilen yeni eğitim sisteminin ne kadar hatalı olduğu, gerek öğretmenlerin gerekse bu işin uzmanları tarafından görüldü. Ancak şu anda geri dönüş yapmak sanırım kolay olmadığından pek mümkün görülmüyor. Oysa gerek teknolojik, gerek mimari gibi alanlarda oldukça başarılı olan Japonya’da ilkokul süresi altı sene olarak uygulanıyor. 3 yıl da ortaokul eklenince Japonya’da zorunlu eğitim dokuz yıla çıkıyor.
Şunu belirtmek isterim; artıları ve eksileri düşünüldüğünde belli bir yaşa kadar çocuğun tek öğretmen tarafından yönlendirilip, kontrolünün sağlanması, hem daha uygulanabilir hem de geri dönüşlerde daha çok olumlu kazanımlar edinilebilecek bir durum. Tek öğretmen durumu ayrıca dönem başlarında yapılan çocukları tanıma, eksiklerini ve durumlarını belirlemek için harcanacak olan vakitleri de kazandıracaktır. Zaten malum üzerine ilkokul müfredatında temel bilgiler verilerek aslında sonraki dönemler için çocuk hazırlanmaya çalışılır. Bu sebeple anlatılacak dersler için ille bu konuda ihtisas yapmış olan öğretmenlerin girmesi yerine, sınıf öğretmenleri ile devam edilmesi de gayet yerinde bir uygulama olacaktır.
Türkiye’de eğitime ayrılan bütçe
Son olarak ise eğitime ayrılan bütçeye yer vermek isterim. Japonya’da gelirin yaklaşık olarak %12’si eğitime ayrılırken Türkiye’deki rakam aşağı yukarı aynı oranda. Tabi ayrılan bütçeden daha çok, bütçenin nereye harcandığı önemli. Milli Eğitim Bakanlığı, bütçenin büyük kısmını personeline harcıyor. Kaliteli insanlar yetiştirmek için kaliteli bireylerin iş başında olması şart, bu yüzden personele ayrılan miktara bir söz söyleyemiyorum. Bakanlık özellikle proje ve eğitim yatırımlarına daha fazla bütçe ayırmalı.
Japonya’da okullarda yüzme havuzları mevcut
Japonya’da okulların %90’ında beden eğitimi salonu, %75’inde yüzme havuzu var. Böyle artıların öğrenci bazında nasıl artılar kazandıracağını eminim herkes tahmin edebiliyordur. Zira herkes özel okula gitme ve oraların imkanlarından faydalanma lüksüne sahip değil. Bu sebeple son zamanlarda bakanlığa ayrılan bütçenin artması, okulların yapılarındaki gelişimlere de yansımalı diye düşünüyorum. Her şeyden evvel insanın eğitilmesi şart! Ve gitgide sadece öğretim yapmaya başlayan eğitim sistemimizi, kaliteli bireyler yetiştirmeye yönelik donatmamız gerekiyor.