Onlar ümidin düşmanı; Umudumuzu yitirmeden bir arada olmalıyız!

Onlar ümidin düşmanı… Şimdi hiç olmadığımız kadar bir arada olmalıyız. Umudumuzu yitirmeden, karamsarlığa kapılmadan dimdik yürümeliyiz…

Onlar ümidin düşmanı; Umudumuzu yitirmeden bir arada olmalıyız!

Hiç olmadığımız kadar sokakta olmalıyız.

Hiç bağırmadığımız kadar yüksek sesle haykırmalıyız.


Hiç yazmadığımız kadar yazmalı, hiç okumadığımız kadar okumalıyız.

Ve anlatmalıyız bol bol. Bakkala, terziye, konu komşuya, Ayşe teyzeye İbrahim amcaya. Yani çevremizde kim varsa. Biz haklıyız demeliyiz, biz haklıyız ve biz kazanacağız!

“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı”

71 sene önce böyle anlatıyor Nazım

71 yıl geçti ve onlar hala ümidin düşmanı. Ümidin, umudun, güzelliklerin kısaca insana dair her şeyin düşmanıdır onlar. Uçan kuşun, akan derenin, dalında meyvenin, kısaca yaşama dair her şeyin düşmanıdır onlar. Dur durak bilmeden, vahşice, kahpece ve amansızca saldırıyorlar. Katliamlarının ardı arkası gelmiyor, akademisyenler tutuklanıyor, kadınlar tacize uğruyor – öldürülüyor, insanlar bodrum katlarında yakılarak katlediliyor, şehirler ablukaya alınıyor; yaylalar talan ediliyor, ormanlar kesiliyor, toprak zehirleniyor, dereler kurutuluyor.

Bir avuç asalak bir araya gelmiş zenginlerine zenginlik katmak için kadın, çocuk, ağaç, böcek demeden toprağı kana buluyorlar. İşçilerin kanı üzerinden gökdelenleri yükseliyor, ormanların içinden binlerce kilometrelik yollar geçiriliyor, milyonlarca insan açlık – yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum ediliyor. Pastadan aldıkları pay yetmiyor, daha da fazlası için halklara karşı savaş ilan ediyorlar. Çeteleriyle, polisiyle, jandarmasıyla, medyasıyla yani var olan tüm kontr – gerilla taktikleriyle akıl almaz bir savaş yürütülüyor.

Bölgede daha büyük bir güç olmak için, daha büyük paralar, daha büyük rant olanakları için tam bir seferberlik haliyle topyekun bir savaş süreci sürdürülüyor.

İstediklerine ulaşmaları için, muktedirin tam bir muktedir olabilmesi içinse derin bir sessizlik haline ihtiyaçları var. Boyun eğmiş, her şeye razı olmuş bir sürü toplumuna ihtiyaçları var. Bunun içindir şehirlerin göbeğinde patlayan bombalar, evlerinde kurşunlanan kadınlar, sokak başlarındaki keskin nişancılar, sokaklardaki stantlara dahi saldırmaları, tutuklamalar, gaz bombaları, tanklar, toplar…

Bu yüzdendir yükselen her sesin susturulmaya, oluşan her başkaldırının sindirilmeye çalışılması. Bu yüzdendir, 8 Mart, Newroz yasakları. Tüm bu baskı, kan, vahşet, insanlık dışı saldırılar bundandır. Medyanın karartma politikaları, amansızca yalan üretmesi hep bu yüzdendir. 7 Haziran’dan beri yürüttükleri bu topyekun saldırı süreciyle hem bizleri korkutmaya, sindirmeye hem de ümidimizi elimizden almaya çabalıyorlar. Karanlıktan medet umanlar, Anadolu’nun üzerini kara bulutlarla örtmeye çalışıyorlar. Çünkü; Gezi Direnişi’nde milyonların özgürlük istemiyle, nefes alma arzusuyla sokaklar taşmasıyla yaşadıkları korkuyu hala unutabilmiş değiller.


Berkin yıldızlara uğurlanırkenki öfkenin meydanlarda haykırılışını, Kürt halkının direngenliğini, 8 Mart’ta yasakları delen kadınların kararlılığını, Cerattepe’de Artvin halkının cesaretini unutamıyorlar.

Biz bir aradayken ne kadar güçlü olduğumuzu biliyorlar. Bu yüzden bombalarla, kurşunlarla, tanklarla bizleri evlerimizde esir etmeye, yalnızlaştırmaya çalışıyorlar. Ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Koymuyorlar ama biz pes etmiş değiliz. Valisinden, belediye başkanına bir vakıfta onlarca çocuğa tecavüz edilmesini örtbas etmeye çalışan bu çürümüşlüğün içinde hala insan kalabilmenin onurunu taşıyoruz, insan kalabilmenin mücadelesini veriyoruz.

Olanca güçleriyle yıldırmaya da çalışsalar, elinde sopasıyla iş makinasının önünde ‘Devlet Kimdir?’ diyen Havva anamız var bizim.

Barikatların önünde mahallesini savunan gençlerimiz, duruşundan asla taviz vermeyen akademisyenlerimiz var. Görülmemiş bir şiddet her yanı kasıp kavururken başka bir dünyayı ören bizler varız. Ümidin düşmanlarının karşısında ümidin tohumlarını birer birer yeşertenler, güzel günlerin yolunu ilmek ilmek elleriyle örgütleyen bizler varız.

Tüm bu vahşetin, kanın ve gözyaşının içinde bunları yapmak her zamankinden daha zor. Umudu korumak, rotayı şaşmamak daha zor. Ama zor olduğu kadar da güzel. Güzel çünkü, bizler bu çürümüşlüğün içinden özgür bir dünya yaratacağız.

Halkların çığlının bodrum katlarında hapis bırakılmadığı, 6 saatte bir işçinin işçi cinayetlerine kurban edilmediği, gerçeği yazanların tutuklanmadığı, açlığın – yoksulluğun olmadığı, çocukların cansız bedenlerinin kıyıya vurmadığı bir geleceği kuracağız. Derelerin tekrar gürül gürül aktığı, dağların yeşilliğinin uçsuz bucaksız uzandığı, domateslerin kokusunun olduğu güzelliklerin dünyasını kuracağız.

Şimdi hiç olmadığımız kadar bir arada olmalıyız. Umudumuzu yitirmeden, karamsarlığa kapılmadan düşmanın üzerine dimdik yürümeliyiz.

Hiç olmadığımız kadar sokakta olmalıyız.

Hiç bağırmadığımız kadar yüksek sesle haykırmalıyız.

Hiç yazmadığımız kadar yazmalı, hiç okumadığımız kadar okumalıyız.


Ve anlatmalıyız bol bol. Bakkala, terziye, konu komşuya, Ayşe teyzeye İbrahim amcaya. Yani çevremizde kim varsa. Biz haklıyız demeliyiz, biz haklıyız ve biz kazanacağız!

Yeni Türkiye: Ruhunu kaybeden ülke


Deniz Akdeniz
Başkent Üniversitesi Sosyal Psikoloji'de yüksek lisansımı yapıyorum. Boş buldukça aklımı kurcalayan konularla ilgili yazmaya çalışıyorum. Burası benim için sesli düşündüğüm, düşünürken fikirlerimi tekrar tekrar şekillendirdiğim bir alan.