İçinizde hiç kibir taşımadığınızı, kimseye karşı bu duygu ile yaklaşmadığınızı bütün samimiyetinizle söyleyebilir misiniz?
Peki…
Kibir ile ilgili çok bilindik bir hikaye paylaşacağım.
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir… Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
“Vur usturayı berber efendi,” der. Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
“Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım,” diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişle, alay eder:
“‘Kabak aşağı, kabak yukarı…” Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayriihtiyarî sorar:
“Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?” Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
“Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
İnsan ilk defa yaradılışında tanıdı ‘kibir’i.
“Adem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış (kibirlenmiş) ve kafirlerden olmuştu.” Bakara Suresi.
İslam, kibri Şeytan’dan gelen bir özellik olduğu için yasaklamıştır. Dünyadaki birçok inanç sistemi farklılıkları, ayrıcalıkları ve birinin diğerinden üstün taraflarını ortaya çıkardığı için kibir duygusunun kötülüklerini anlatmaya, göstermeye çalışmıştır. Ancak insan yine de yaradılışıyla birlikte bu duygu ile donanmış bir şekilde hareket etmeye devam etmiştir.
Türkçe sözlükteki karşılığını da okuyalım.
“Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik, gurur.”
Kibrin yakın arkadaşı egodur. Ego her ne kadar “benlik” olarak algılanabilirse, kişiliğin gelişiminde öncü görev yapıyor olsa da, fazla güçlenmesi kibri ortaya çıkarır.
Kibrin olduğu yerde eşitlik, adalet, ahlak; demokrasi olmaz.
Enternasyonal düşünce büyük bir zenginlik yarattığından hareket ederek farklılıkların varlığını destekler hatta ön plana çıkarır. Hiç kimse bir arada yaşamak için belli bir kimliğin altında toplanmasına zorlanamaz ya da benzetilmeye çalışılamaz.
Ancak insanlık hiçbir dönem enternasyonal düşüncenin idealleri ile yaşayamamıştır. Her dönem bir hegemonal güç olmuş, o zenginlikleri tekelinde toplamış ve görece daha güçsüz olanları da kendi altında sınıflandırmıştır. Zenginliğinin nedeninin de “ayrıcalığından“, “seçilmişliğinden” kaynaklandığı kibriyle hareket etmiş ya da ediyordur.
Örnek vermek gerekirse; bugün dünyanın neresine giderse gitsin bir Birleşik Devletler vatandaşı karşılaştığı en küçük zorlukta “Ben, Amerikan vatandaşıyım” diyerek etrafına o ayrıcalığı hissettirmektedir. Siz hiçbir Somalilinin, Iraklının ya da Türkiyelinin ait olduğu ülkenin pasaportunu gösterip, “Ben, Somali, Irak, Türkiye vatandaşıyım”diyebildiğini duydunuz mu? Dediyse de kim takmıştır?
Yanlış anlaşılmasın konumuz Amerika değil; o çok net bir örnek sadece.
Daha yaşanabilir bir dünyanın yolu her adımda biraz daha demokrasinin hayatımıza yerleşmesiyle mümkün olacaksa eğer bunun bütün ilişkilerde kendisini ifade etmesi gerekmektedir.
İlişkiler dediğimizde bunun içine ailemiz, mahallemiz, kentimiz, işimiz gereği girmiş olduğumuz bütün alış verişler girmektedir.
Son dönemde farklılıklar birer ayrıcalıkmış gibi gösterilmeye, sunulmaya çalışılmaktadır.
Örnek vermek gerekirse; bütün meziyeti dirsek temasında bulunduğu siyasi gücün iktidarda olmasından ve onun yarattığı iş olanaklarından kaynaklanan zenginliğinin bir başka kişinin aynı yeteneklere sahip ancak o iktidara uzak durduğu için iş yapamadığından ya da iş dağılımında alt gruplarda yer bulabildiğinden diğeri ile arasında oluşan büyük fark ve o farkın yarattığı büyüklük duygusuyla diğerini ezmeye çalışmasının sayısız tecrübeleriyle doludur iş yaşamı.
İktidardan söz açtık, öyle devam edelim her kim olursa olsun iktidar sahibi olanın olamayanlara karşı yaptığı haksız uygulamalar…
İnsanlık demokrasi ile yönetilmeye başlamadan önce çok uzun asırlar boyunca soylu – soysuz diye bölünmüştü. Soyluluk doğuştan gelen bir haktı ve sonradan kazanılamıyordu. Hindistan’da hala devam eden kast sistemi de benzer bir örnektir. Soylular, ayrıcalıklarının Tanrısal olduğuna inanıyor ve soysuzların da yine aynı Tanrı tarafından cezalandırıldığını ya da aşağılandığını söylüyorlardı.
Çok şükür artık krallıkla yönetilen ülkelerde dahi böyle bir gelenek ya da anlayış yok. Ancak demokrasi dediğimiz şey de tam anlamıyla yerine oturamıyor. Feodaliteden kaynaklanan ilişkilerin yerini bu sefer para, zenginlik aldı. O zenginliğe nasıl sahip olduğunun nedeni çoğu zaman sorgulanmadan.
Haliyle dünyanın neresine giderseniz gidin kibirden ve onun yol açtığı sorunlardan kendinizi kurtaramıyorsunuz.
Kibir, empati duygusu ile dengelenebilir. Empatisini yitirmiş bir insanın, topluluğun, kimliğin, ülkenin, yönetimin ya da iktidarın kibirden arınması mümkün değildir. Bunun olmadığı yerde de haktan, demokrasiden söz etmeniz sadece kendi sınırlarınız ve gücünüzün içinde geçerli olabilir.