Yanlış beslenme, insanların yaşamlarında fiziksel, düşünsel ve ruhsal alanda negatif etkiler yayıyor. Vücut için sağlıklı gıdaların tüketilmemesi ve uygun olmayan yaşam biçimi vücuttaki pH dengesini bozarak pek çok hastalığa zemin hazırlıyor.
pH derecesi 0 ile 14 arasında değişen bir değer olup, O – 7 arası asidik, 7 – 14 arası baziktir.
Doğru besleme vücut sağlığı ve insan hayatının canlılığını koruyabilmesi için çok önemlidir. Doğru gıda alınması, açık havada yapılan yürüyüşler ve diğer fiziksel hareketler, stresi az olan bir yaşam biçiminin sürdürülmesi vücudun kendini koruma altına almasını sağlar. ve Vücut bu sayede kendini iyileştirme yeteneğine sahip olur ve devamlı olarak da kendini sağlıklı tutar.
Gıdaların insan sağlığının sürekliliğini ve insanların kendilerini her zaman iyi hissedebilmesini sağlayabilecek en önemli ana koşul, insan vücudunda dolaşan sıvıların ve tüm dokulardaki pH seviyesinin sürekli olarak ideal seviyede tutulabilmesi ve bunu sağlayacak bir iç ortama sahip olmasıdır. Bunu sağlayabilmek için de insanların yaşam biçimleri ve koşulları bu dengeyi asit tarafına itmeyecek bir şekilde olması gerekir. Bu durumda vücut sıvılarının asit – alkali dengesinin “7.0 – 7.5” veya bu değerin biraz üstünde bir seviyede olması ve her iki yönde de (asit – alkali) aşırı uçlara gidilmesinden uzak durulması gerekir.
Bu nedenle, pH seviyesinin nötr diye adlandırılan seviyenin sadece biraz üstüne, yani 7.0’nin üstüne – alkali alanına – çıkarılması gerekir. Her şekilde, ideal bir pH seviyesi, kendi başına, iyi bir sağlık göstergesi olacağı gibi kişinin, dış görüntüsü ve hiç bir hastalık semptomunun olmaması da bunu gösterecektir.
Kişinin pH seviyesi asit seviyesine yaklaşırsa yani, 7’nin altına düşerse hastalıklarla ilgili semptomlar ortaya çıkmaya başlar.
Vücudumuz kendini onarma kapasitesine sahiptir. Bu sayede vücudumuz sürekli olarak pH seviyesini dengede tutmaya çalışır. Bunu başarabilmek içinde sıvı ve dokuların ihtiyaç duyduğu kalsiyum, magnezyum, potasyum, sodyum gibi ana alkali mineralleri, normal beslenme yoluyla ya da hava ve su yoluyla alması gerekir. Eğer bu mineraller vücut tarafından yukarıda bahsedildiği şekilde alınamıyorsa, vücut bunu sağlamak için kemik, adale ve diğer dokulardan bunları çekerek almak zorunda kalır.
Bütün canlı varlıklar, ihtiyaçlarını karşılamak ve kendilerini onarabilmek için alarm sistemlerine sahiptirler ve ihtiyaç duyduklarında ise bu sistemi harekete geçirirler. Çeşitli ve özellikle tedavisi güç olan hastalıklar kendilerini gösterdiklerinde, sağlıklı gıda yeterince hücrelere ulaşamıyorsa ve bu nedenle de vücudun kendini onarma süreci başlayamıyorsa vücut kendi kendini yiyerek beliren acil gereksinmeyi karşılamaya çalışır. Bu acil yardım sistemi yetersiz kalınca da pH dengesi kaybolur.
Pek çok halde pH değerleri asit alanına doğru gidebilir. Bu değerlerin kritik seviyelere ulaşması sonucunda, kişi sadece sağlıklı gıda alarak iyileştirmeyi sağlayamadığı gibi çok önemli ve tedavisi güç olan hastalıklar da bu sebeple ortaya çıkar. İnsanlar pH dengesine dikkat eder, vücudun gereksinim duyduğu pH’ı ideal seviyelere çıkarır ve dışarıdan gözlenebilen ve kendisinin de fark edebileceği fiziki, akli ve psikolojik iyilik durumu gözlenebilirse tatmin edici bir şekilde enerjik ve canlı olacaktır.
Yediğimiz gıdaların iyi çiğnenmesi gerekir…
İnsan vücudunun, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi ve enerjisini ideal bir seviyede tutabilmesi için iyi ve çalışan bir sindirim – boşaltım sistemine ihtiyacı vardır. İyi bir çiğneme, vücuda alınan gıdanın hazım sürecinde ilk adım ve çok önemli bir safhadır.
Etkili bir hazım sürecinin sürdürülebilmesi için, bakteri ve mantar gibi zararlı parazitlerin hızla çoğalmalarının önlenmesi ve mikrop ve diğer zehirli maddelerin yok edilmesi gerekir. Bunu sağlamak için de vücudun oldukça yüksek bir alkali seviyesinde (pH seviyesinin ) tutulmasına ihtiyaç vardır. Bu süreç, ağızda tükürük bezlerinin doğal olarak alkali olan pitiyalin enzimi salgılaması ve onun hazım işlemine katılması ile başlar.
İyi çiğneme, gıdanın cinsine bağlı olarak 50 – 60 defa çiğnemeyi gerektirir. Sindirim sürecinin ilk safhası özellikle, karbonhidratların ön sindirilmesini sağlar ve ağza alınan gıdaları alkalileştirerek daha ileri sindirim safhalarına hazırlar.
Gıdaların iyi çiğnenmesi halinde katı gıdalar yutulmadan önce yeteri kadar çiğnenerek sıvı hale getirilir ve sıvı gıdalar da hemen yutulmayarak, katı gıdalar gibi bir süre ağızda tutulmak suretiyle alkalileşme sürecinden faydalandırılır.
Çiğneme işleminin iyi yapılması, baştan sona kadar sindirme olayının başarılı bir şekilde geçmesini, etkili bir metabolizma oluşmasını sağlar. Bunu takip eden süreç içinde de işlenen gıdanın vücut tarafından emilmesi garanti altına alınmış olur. Bu sayede sindirim sonunda biriken katı ve sıvı artıklar büyük ölçüde atılmış olur.
İyi çiğnemenin diğer faydası ise, Bu süreçte beynin sinir sistemi merkezi bütün sindirim sistemini alınan gıdalar hakkında bilgilendirerek, onlara uygun ve yeterli sindirim enzimlerini üretmeleri için vakit kazandırmış olur. Bu sayede bütün sindirim organları görevlerini başarı ile yerine getirirler.
Ağızda başlayan ilk sindirim, dişlerin ve diş etlerinin alkalileşme sürecine dahil olmaları ile onların sağlığının korunmasına yardımcı olur.
Ağızda, mide ve bağırsaklarda yeterince sindirilmemiş olan besinler, (özellikle proteinler) ve bağırsaklar (özellikle karbohidratlar, nişasta, yağlar, vitamin ve mineraller gibi gıdalar) bütün sindirim sistemi boyunca bazı sindirim ve emilme zorlukları çıkarır ve vücutta bazı sorunlara neden olurlar.
Bu nedenle, gıdanın yeterli ve iyi çiğnemesi çok önemlidir. Buna dikkat edilmesi, mide ve bağırsaklarda da gıdaların iyi sindirilebilmesine yardımcı olacaktır.
Vücutta hastalık yaratan nesneler iyi sindirilmemiş olan gıdalarla beslenir…
Birçok hastalık, kötü gıda alınmasından, yavaş yavaş veya ani gıda zehirlenmesinden ve de gıdanın iyi hazmedilemeyip vücutça etkin bir biçimde emilememesinden kaynaklanır.
Bu gibi durumlarda, vücut kendisini koruyabilmek için de kemiklerden adalelerden ve diğer organlardan ihtiyaç duyduğu besin maddelerini çekerek yaşamını sürdürmeye çalışır. Ancak bu şekilde bir beslenme ileride vücudun hastalanmasına neden olur. Bu nedenle vücudun hastalanmaması için doğru ve iyi besinlerin tüketilmesi gerekir.
Kişinin sağlık durumunun ilk göstergesi onun dış görünüşüdür. Kişinin dış görünüşü, vücut içinde olanlarının dışarıya mükemmel bir şekilde yansımasıdır. Gözler, deri, saçlar ve kişinin hareket kabiliyeti ve genel davranışları sağlık durumu hakkında pek çok bilgi verir. Bu uyarıcı semptomlara dikkat edilmediği takdirde ileride vücudun daha ileri safha semptomlarının oluşmasına neden olur.
Uyarıcı semptomlar:
Aşırı meraklılık, çok hareketlilik, düzensiz kalp atışları, düzensiz tansiyon inip çıkmaları, kanda yüksek kolesterol seviyeleri belirtileri, LDL ve özellikle VLDL’nin artması, HDL’nin azalması, solunum zorlukları, stres, deri problemleri, artan kilo alma eğilimi, gıda alerjileri, mide bulanması, depresyon, hafif baş ağrısı, mafsal ve adale ağrıları, romatizma belirtileri, kokuya ve kimyasal maddelere karşı hassasiyet, çok kokulu idrar, uykusuzluk, sabah yataktan kalkma zorluğu ve rijid, genellikle az enerjik oluş, soğuk el ve ayak, uyuşma, dilde beyaz bir tabaka ve madenimsi bir tat, sindirim yollarında aşırı gaz ve kabızlık, kolit, burunda mukus ve doluluk, kulak ağrısı, bronşit, sinus enfeksiyonu, herpes, hafıza azalması ve konsantrasyon eksikliği, saç dökülmesi, bakteri – virus – mantar enfeksiyonları, idrar yolları enfeksiyonu, sistit, v.b...
Uyarıcı semptomların belirmesi, vücudun pH dengesinin asite kaydığını ve kanda asit seviyesinin yükselme eğilimi gösterdiğine işarettir. Yani, kandaki pH seviyesi 7’nin altına kaymaya başlamıştır. Vücut pH dengesini sağlayabilmek için kemiklerden, adalelerden ve dokulardan eksiklikleri tamamlamak için az miktarda da olsa alkali özellikteki mineralleri çeker.
Bu işlem sırasında vücudun kalsiyum, magnezyum, potasyum ve sodyum gibi alkali mineral deposu varlığı azalacaktır. Sonuç olarak ta kemikler ve adaleler zayıflayacak ve önemli organların çalışması sekteye uğrayacaktır. Vücut giderek iyi hissetmemeye başlayacaktır.
İleri safha semptomları:
Obezite, zatürre, lösemi, tüberküloz, şiddetli kronik yorgunluk, yüksek tansiyon, ciddi kalp problemi, MS, her türlü kanser, lupus, römatoid artirit, fibromalji, miyastenia gravis, dikkat teksifi eksikliği ve diğer sinirsel bozukluklar, Alzheimer, AIDS, v.b…
“Protein, Yağ ve Karbohidrat gibi çeşitli gıdaların hazmedilmesi için değişik zamanlarda alınması gerekir”.
Vücudun her zaman sağlıklı olabilmesi için uygun yaşam biçimine, doğru ve yeterli beslenmeye ihtiyacı vardır. Bu besinler, “makro – besinler” (karbonhidratlar, yağlar, ve proteinler) ve “mikro – besinler” (vitamin, mineral, su, ve hava) olarak 2’ye ayrılır. Vücudun sağlıklı kalabilmesi için makro ve mikro elementlerin (besinlerin) uygun ve dengeli bir şekilde alınması gerekir.
Bu besin dengesinin kurulabilmesi için, vücuda gereksinim duyduğu enerjiyi sağlayacak büyük bir kısmı bitki kaynaklı olan, sebzeler, meyveler, çeşitli tahıllı gıdalar, vücudun az miktarda da olsa ihtiyaç duyduğu hayvansal gıdalar ve daha az kısmı da hayvansal yağ, şeker, nişasta ve tuzların alınması yoluyla olur.
Makro – besinler: Karbonhidratlar, vücudunu pek çok fonksiyonunu gerekli şekilde yerine getirebilmesi ve adalelerin kuvvetli olabilmesi için alınması gereken önemli bir enerji kaynağıdır. Karbonhidratlar, diğer gıdaların hazmedilebilmesi ve vücut tarafından emilebilmesi için çok gereklidir. Ayrıca, protein ve yağ metabolizmasının düzenlenmesine yardım ettiği gibi yağların, onların karaciğerde dönüşmesine katkıda bulunurlar.
Proteinler, vücuttaki bütün dokuların büyümesini, gelişmesini, kanın, adalelerin, derinin, beyin ve kalp dahil bütün iç organların yapılanmasında rol alan gerekli en önemli maddesel kaynaktır. Proteinler kandaki pH seviyesini dengede tutmaya yardım ederek, dokuların asit ve alkali yönünde aşırı uçlara gitmesini engeller. Ayrıca vücuttaki sıvı miktarlarını düzenlemesine de yardım eder.
Asit seviyesini artıran gıdaların aşırı yenilmesi vücutta hastalıkların oluşmasına neden olabiliyor.
Asidik yapıdaki gıdalar:
Protein grubu:
- Her türden et, süt ve bunlardan yapılan ürünlerde,
- Kuru yemişlerde,
- Zeytinde, (asidik yapıda değildir)
- Bütün tahıllarda,
- Bakliyatlarda,
- Az da olsa bütün taze gıdalarda bulunur.
Yukarıda bulunan gıdaların hemen hemen hepsi genellikle asidik yapıdadır.
Nişasta, şeker, şuruplar ve tatlı meyveler:
- Nişasta bütün tahıllarda, bakliyat grubu gıdalarda, patateste, kestanede, yer – fıstığında, bal kabağında, vb. gıdalarda bulunur;
- Karnıbahar, pancar ve havuç az nişastalı gıdalar grubuna girer;
- Şurup ve şekerler, beyaz ve esmer (arındırılmamış) şekerde, süt şekerinde, kamış şurubunda, balda v.b gıdalarda bulunur;
- Muz, muşmula, hurma, incir, üzüm, kuru erik, kuru armut, mango, papaya, kiraz, gibi tatlı meyveler da bu gruba girer.
Bu grupta bulunan gıdaların birçoğu asidik yapıdadır.
Taze incir, armut, kiraz ve tatlı şeftali, elma, kayısı ve erik gibi meyveler az asidik grubuna girerler.
Yağlar: Kuyruk yağı, yağlı et, yağlı süt ve mamulleri, tereyağı, krema, fındık yağı, avokado, bütün tohum yağları, zeytinyağı, kuru yemişler de bulunur.
Portakal, greyfut, ananas, nar, domates, limon, lime, ekşi elma, üzüm, şeftali ve erik asidik meyvelerdir. Ancak, yukarıdaki çoğu meyve ya şekersizdir ya da içindeki şeker miktarı çok azdır bu nedenle hazmedildikleri zaman alkali olarak metabolize olurlar.
Sabahları kahvaltı etmeden ve gece yatmadan önce bir kaç damla limon suyu veya tatlı olmayan portakal greyfurt gibi meyve suyu sıkılmış bir bardak ılık su içilmesi vücudun alkalileşmesine yardım eder.
Alkali yapıdaki gıdalar:
- Meyvelerin çoğu çok olgun ve tatlılaşmamış ise alkalidirler. Badem gibi kuru yemişler de bu gruba girer.
- İçinde nişasta bulunmayan marul, kereviz yaprağı, otlar, kabak, karnabahar, brokoli, brüksel lahanası, ıspanak, bamya, salatalık – hıyar, kuş – konmaz, turp, patlıcan, zeytin, bezelye, yeşil fasulye, maydanoz, soğan, pırasa, sarımsak, kabak, pancar yaprakları, tatlı biber kereviz, pancar gibi taze sebzelerin genellikle hepsi alkalidir.
- Patates (az tüketilmeli), mercimek, bakla içi, doğal pirinç, susam, ayçiçeği ve kabak çekirdeği, pek çok kuru yemişler, aralarında badem özellikle faydalı, fındık, kestane (az tüketilmeli), az miktarlarda Omega – 6 grubu çoklu doymamış yağlar, en başta (keten tohumu, ceviz omega – 3 ve Omega – 6 ihtiva eder) susam ve üzüm çekirdeği yağları, (sızma zeytinyağı; içinde fazlaca Omega 3 ve Omega bulunmaz, fazla kullanılması halince vücuttaki Omega 3 ve Omega 6 dengesini bozmaz ve Omega – 9 olarak adlandırılır.
- Kavun ve karpuz ve benzeri meyveler, çok tatlı olmamaları halinde alkalidirler.
Bazı besinlerin birlikte alınması sindirim sistemi açısından sakıncalıdır…
Asit – nişasta: Asitler, hafif derecede asit olan gıdalar da dahil nişastalarla birlikte tüketildiklerinde sindirimi zorlaştırır. Bu nedenle asit ve nişastalı gıdaların ayrı öğünlerde tüketilmesi gerekir.
Protein – nişasta: Bu tip gıdaların birlikte alınması her iki gıdanın da hazmını zorlaştıracaktır. Mide proteinleri hazmetmek için asit salgılayarak midede gaz oluşumuna neden olur.
Protein – protein: Farklı proteinlerin bir arada alınması hazmı zorlaştırdığı gibi gıda değerlerinin de düşmesine neden olur.
Yağlı gıda – protein: Yağlar, daha önce taze yeşil sebze yenilmemiş ve midede hala bulunmuyorsa gastrik asit salgılanmasını bastırarak midenin sindirimini azaltır. Bu nedenle proteinlerle birlikte alınmaması gerekir.
Şeker – protein: Şekerler ince bağırsakta sindirilirler. Başka gıdalarla birlikte tüketildiklerinde diğer gıdaların ince bağırsağa ulaşmalarını geciktirir ve şekerli gıda fermantasyona uğrayarak maya kültürü geliştirmeye başlar. Bunlar gıdanın bağırsaklara ulaşmasına kadar olan süreç içinde sıcak ve nemden dolayı daha da artar. Bu nedenlerden dolayı şekerli gıdalar ve nişastalar tek başlarına veya bol sebze ile alınmalı ya da diğer gıdalardan çok önce yenmelidir ve hiçbir şekilde proteinlerle birlikte tüketilmemelidir.