Bir zamanların Türkiye’sine “Enverland” denmesinin kuşkusuz en büyük nedeni Enver Paşa’nın ilk etapta dahiyane gibi görünen yönetim şeklinin aslında hayalperest bir maceracının bitmek bilmeyen tutku ve hırslarından kaynaklanmasıdır. Genç yaşta elde ettiği itibar ve konum, onun sınırlandırılamayan hayallerini daha da kamçılamış ve sonunu bugün Tacikistan sınırları içerisinde kalmış bir tepede Rus kurşunlarıyla birlikte getirmişti. Peki, Babıali’de orta dereceli bir ailenin çocuğu olan Enver Paşa’yı çok genç yaşta Harbiye Nazırı ve daha sonra Başkumandan yapan özelliği neydi?
Bugün çokça tartışılan ve kimine göre hayalperest kimi de göre ise dahi diye adlandırılan Enver Paşa tam bir aksiyon adamıydı. Hayatı boyunca kendisine hep amaçlar belirlemiş ve bu yolda arkasına kattığı insanlarla birlikte denemedik yol bırakmamıştı. İttihat ve Terakki’ye girip Sultan Abdülhamid’i devirenler arasında başı çekmesi, onun ilk etapta belirlediği amaçlarda şanslı kılmıştı. Çok genç yaşta devlet kademelerinde hızla tırmanırken haneden soyundan olan Naciye Sultan’la evlenerek hanedanın damadı oldu. Bu aşamadan sonra ülkenin en güçlü adamı olarak çizdiği rotalar ve aldığı kararlar tüm ülkenin kaderini bağlamaktaydı.
Alman Denizaltısıyla yeni maceralara
Hayatı boyunca Naciye Sultan’a kaleme aldığı mektuplarında günlük tutar gibi siyasi ve özel hayatının her bir ayrıntısını açıklamıştı. Aldığı kararlar ve sonuçları ne olursa olsun daima ulvi bir kılıf uydurmuş ve kendini kahraman ilan edebilmeyi başarmıştı. Devletin hiçbir kademesine danışmadan 1. Dünya Savaşı’na girerek Osmanlı Devleti’nin bir nevi sonunu getiren Enver Paşa, bu topraklardan bir gece vakti Alman denizaltısıyla kaçarak yeni maceralarına yelken açmıştı.
Naciye Sultan’a her ne kadar büyük bir aşkla bağlı olsa da hayalperest zihninde kendine belirlemiş olduğu ulvi amaçlar için hayatının büyük bir kısmında Naciye Sultan’dan ayrı kalarak yaşamıştır.
Hayatı boyunca bir ‘İslam İmparatorluğu’ kurma politikasını belirlemiş olan Paşa, bunu gerçekleştirebilmek için akla gelmeyen yolları denemiş ve ölümü erken yaşta tatmıştı. Bir Alman denizaltısıyla Osmanlı Devleti’nden kaçmış olmasına rağmen Türkiye ile irtibatını koparmak istemeyen Enver Paşa, düzenli aralıklarla Mustafa Kemal ve arkadaşlarına mektuplar yollayarak gerek bilgi gerekse nasihatlerini esirgememiştir. Lakin Enver Paşa Türkiye’de artık istenmeyen bir adamdı.
Gazeteci Murat Bardakçı’nın Enver kitabında bu konuyla ilgili; “Talat, Cemal ve Enver Paşalar’ın sürgünlerinin ilk zamanlarında Ankara adına da temaslarda bulundukları izlenimini vermeleri üzerine, her üç Paşa ile yazışmalarında önceleri dostane ifadeler kullanan Mustafa Kemal 20 Haziran 1920’de Erzurum’a Kazım Karabekir’e gönderdiği telgrafta Enver Paşa ve arkadaşlarının kendiliklerinden memleket ve millet işlerine müdahalelerine müsaade edilemeyeceğini yazdı.” (s.215)
Bir dönem boyunca Rusya’nın elinde koz olarak tuttuğu Enver Paşa, daha sonra Mustafa Kemal’in Türkiye’yi kurmasıyla birlikte artık Rusya’nın da ihtiyacı olmayan bir adam konumuna gelecekti.
Hayali olan İslam imparatorluğunu kurmanın en elverişli yeri o dönem Rusların zulmüne uğramakta olan Buhara toprakları olarak görecek ve rotasını oraya çevirecektir. Asya’nın Müslüman halkını birleştirerek Rusya’ya karşı cephe almaya çalışacaktır. En başta da belirttiğimiz gibi Enver Paşa, kurduğu imkansız hayallerini kendine amaç edinen ve bu yolda her şeyi denemeyi göze alan bir askerdi.
Murat Bardakçı “Enver” isimli kitabında Enver Paşa’nın bu macerasına ilişkin olarak şunları yazmış; ” Gittiği yerler, bildiği, tanıdığı, aşina olduğu diyarlar değildi. Üstelik yerleşmek, kendine yepyeni bir hayat kurmak için değil işgallere son vermek, Müslüman dünyasını birleştirmek, o memleketlerin halklarına hürriyeti teneffüs ettirmek gibisinden daha çok önemli sebeplerle gidiyor; hakkında hemen hemen hiçbir bilgisinin olmadığı o topraklarda böylesine büyük değişiklikler yapmak istiyor ve aslında körlemesine bir maceraya atılıyordu.” (s.309)
Bunu yazmış olduğu binlerce mektubunda İslamiyet ve Müslümanlar açısından yapmak zorunda olduğu bir görev olarak açıklayacaktı.
Enver Paşa’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılmasıyla birlikte maceraya atıldığı yerlerde yeri geldi bir sultan gibi karşılandı yeri geldi hapis mahkumu oldu. Ama aldığı sonuçlar ne olursa olsun her zaman kendini ulvi bir amaca adayan kahraman olarak gördü. Zira iç dünyası sadece başarı üzerine inşa edilmişti ve o dünyada başarısızlık diye bir kavram yoktu.
Son zamanlarında Ermeniler tarafından suikasta uğramaya başlayan son ittihatçılarla da arası açılmıştı. Zira hayalperest dünyasında aldığı kararlar silah arkadaşlarını zorlamaktaydı.
İçini dökebildiği ve hayallerinin sınırlarını rahatlıkla zorlayabildiği tek yer Naciye Sultan’a gönderdiği mektuplardı. Her türlü askeri ve stratejik görüşlerini barındıran mektuplarında Naciye Sultan’a olan derin aşkını anlatmayı eksik bırakmaz ve bölgede bulduğu çiçeklerden her gün bir tanesini mektuplarına sıkıştırırdı. Yaratacağı imparatorluğu Naciye Sultan’ın ayaklarına sermekten başka bir arzusu olmadığını her defasında mektuplarında dile getiren Enver Paşa’nın maceralı hayatı 41 yaşında sona erdirmişti. Hayalleri ve maceraperest ruhu gerçek dünya ile yalnızca 41 sene uyuşabilmişti.