Özgürlüklerin katlediliş hikayesi

Özgür doğan insan, güvercinlerden farklı olarak, yaşamı boyunca her yerde zincire vurulmuştur. Dolayısıyla, özgürlüklerin toplumda doyasıya yaşanmasının sadece bir ütopyadan ibaret olduğunu söylemek, hiç de yersiz olmaz. Peki, nasıl oluyor da ilerleyen zamanla birlikte insanın doğuştan getirdiği özgürlükleri, onların ayaklarına vurulan prangalarla yitip gidiyor?

Özgürlüklerin katlediliş hikayesi

Benim Hizmet ettiğim kanunlar, küçük parmağımı bile köle etmeye kalksalar, nereye olsa gider, başka kanunlar arardım.  — M. Montaigne

Özgürlüklerin katledilişi

“Özgürlük” kavramının yankılanmasıyla zihinlerde anlam bulan temsilcisi, beyaz güvercinler olmuştur çoğu kez. Onlar değil midir ki; uçsuz bucaksız gökyüzünde bembeyaz kanatlarıyla, bir uçtan diğer bir uca istedikleri gibi süzülenler; üstelik de biz insanları kıskandıran edalarıyla? Bir kere tattılar mı o özgürlüğün eşsiz tadını, kaybetmemek için, var olan tüm güçleriyle savaşırlar; aşılması güç engellere inatla. Çünkü onlar için nefes almakla eş değerdir özgürlük; çünkü “yaşamak” eyleminin içini tam olarak doldurmaktır özgürlük; işte bu nedenledir ki güvercinlerin özgürlüklerini kafeslerle sınırlandırmaya kalkarsanız eğer, bilin ki onları ölüme mahkum edersiniz.

Aynı güvercinlerde olduğu gibi, insanlar da yaşayabilmek için özgürlüğe ihtiyaç duyarlar; hem de ilk nefes almaya başladıkları andan itibaren. Bu durumu  J.Lock, “Her insan iki hakka sahip olarak dünyaya gelir. Birincisi, başka insanların üzerinde hiç bir gücünün söz konusu olmayacağı özgürlük hakkıdır. İkincisi ise, mülkiyet hakkıdır.” diyerek çok güzel dile getirmiştir.


Oysaki özgür doğan insan, güvercinlerden farklı olarak, yaşamı boyunca (bilinçli ya da bilinçsiz) olarak her yerde zincire vurulmuştur. Dolayısıyla, özgürlüklerin toplumda doyasıya yaşanmasının sadece bir ütopyadan ibaret olduğunu söylemek, hiç te yersiz olmaz. Peki, nasıl oluyor da ilerleyen zamanla birlikte insanın doğuştan getirdiği özgürlükleri, onların ayaklarına vurulan prangalarla yitip gidiyor?

Özgürlüklerin sömürülme tarihçesi

Özgürlüklerin sömürülme tarihçesine baktığımızda en temel aşamalarından birini, yeterince anlaşılamayan (günlük yaşamda herkes tarafından oldukça sık ve bilinçsizce kullanılan) “saygı” kavramının oluşturduğunu görmekteyiz. Yani özgürlüklerin sömürülmeden toplum içerisinde yer bulabilmesi, toplumun “saygı” kavramına gösterdiği değerle orantılı olarak değişmektedir. Çünkü birbirlerinin yaşam hak ve özgürlüklerine saygı duymasını bilmeyen bireyler başkalarının özgürlüklerine (bilinçsizce) vurdukları her bir zincirle, aslında kendi özgürlüklerini de yok etmiş olurlar.

Hayat yolunun en başında insanlara bahşedilmiş olan, özgürlüğün katlediliş hikayesini dinlemek ister misiniz? Geleneksel aile modelinin hakim olduğu toplumda çocuklar, ailelerin birer uzantısı olarak görüldüğü için, çoğu kez ailede ve kendi hayatları hakkında alınan kararların bir parçası olamadılar.

Toplumun bir birey olarak görmediği bu çocuklara, hata yapma özgürlüğü bile tanınmadı ve onlar için çizilmiş doğrular yolunda ilerlemeleri istendi her daim. “Sen bilemezsin”lerle susturulan ve fikirlerine yer verilmeyen bu çocuklara ilk keti, aileler, ellerinden “ifade etme özgürlüğünü “alarak vurdu. Bu durum çocuğun bilinçaltına “kendisinin ve düşüncelerinin gereksiz” olduğu fikrini tekerrürlerle aşılayarak; kendisini bir “birey” olarak ortaya koymasına izin vermedi.

Özgürlüklerin eğitim hayatında katledilişi

Okul hayatıyla birlikte toplumun bir parçası haline gelen bu çocuğa, bir diğer darbeyi de kronikleşmiş eğitim sistemi sorunları vurdu. Yaratıcılığın ve özgür düşünmenin tamamen reddedildiği, içeriğini bitmek bilmeyen sınavların ve ezberciliğin oluşturduğu eğitim sistemi “düşünme özgürlüğünü” katletti.

Ortaya ise, düşünmeye ve sorgulamaya gerek duymayan, ezberciliğin ve taklitçiliğin kölesi olmuş, tüm söylenenleri yapmak zorunda olduğu için yapan robotlaşmış bir gençlik çıktı. Bu gençliğin büyük bir kısmı kimlik arayışı içerisinde bulunduğu dönemlerde, ona uygun görülen kimliği giymek zorunda kaldı; çünkü nasıl bir kimlik giymek istediği hiçbir zaman sorulmamış ve önemsenmemişti.


Artık düşünmekten ve ifade etmekten kaçınan ki bu açıdan bakıldığında da hayvanlardan pek bir farkı kalmayan insana, son özgürlük kelepçesini; despotlukları, geleneksel yargıları ve püriten ahlak ve kültür anlayışlarıyla toplum taktı. Böylece bir bireyin sahip olması gereken ve en temel özgürlüğü olan “yaşam özgürlüğü” de elinden alındı hoyratça. Kendini tanımayan, kim olduğunu, var olma amacını sorgulamayan gençliğin peşinde bir gölge gibi dolaşan sürü zihniyeti, benliğin geliştirilmesinde en büyük engeli oluşturdu.

Aşamalarla tek tek özgürlüklerine amansızca gem vurulmuş ve toplumun büyük bir kesimini oluşturan “kendi olamamış” bir gençlik yaratıldı ne yazık ki!

Bu gençliğe hayatın salt beyaz ya da siyahtan oluştuğu, farklılıkların kabul yargılarının dışında olduğu, sürünün bir parçası olmanın kabul edilebilir olduğu, düşünmek ve bilimsellik yerine süre gelen değişmez yargıların  çerçevesinde öğretilenlerle zamanını doldurması gerektiği ezberletildi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir de cinsiyet farklılığı ön plana çıkarılarak, insanlık dışı bir muameleyle, kızların hayatları erkeklere oranla daha fazla istismar edildi.

İçinde bulunduğumuz durumu yansıtan bir ayna gibi, bu hikayenin bizlere oldukça tanıdık gelmesi olağandır. Bu günkü gençlik, yıllarca süregelen değişmez kısır döngünün büyük bir mağduru olmasına rağmen; yetişkinler tarafından sürekli eleştiri bombardımanına tutulmaktadır. İlginçtir ki; her toplumun yetişkinleri, içinde bulunduğu dönemin gençlerini beğenmeyerek, kendi gençliklerini örnek gösterirler daima.

Halbuki her genç kuşağın, geleceğin yetişkin kuşağı olacağını ve özgürlüklerin bireylere geri verilmesi adına başlatılmayan girişimlerle tekerrür eden bu çarkı düşünürsek; sonu hiç gelmeyecek olan şikayetlerin nedenini anlayabiliriz.

“Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve her kuruluşun anası özgürlüktür!”

Cumhuriyet tarihinden beri eğer ki hedeflerimiz olmuşsa; muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak, aydın bireylerlerin oluşturduğu bir toplum yaratmak, soysal devlet anlayışı içinde vatandaşların huzur ve refahını sağlamak, ekonomi, sağlık, eğitim, hukuk gibi pek çok alanda yapılan reformlarla en iyiyi yakalamak ve ilerlemek, o zaman özgürlüklere saygı duymayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz.

Özgürlüğün bir ülke için nedenli önemli olduğunu bilen Ulu Önder “Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve her kuruluşun anası özgürlüktür” diyerek bu durumu çok iyi özetlemiştir.

Unutulmamalıdır ki; ileride geleceğin yetişkinleri olacak bu gençliğin bir kısmı, ülkenin başına geçerek ülke adına önemli karalar verecek, insanlık adına özgün ve yararlı buluşlar ortaya koyacak, kanunları düzenleyecek, insanların güvenliğini sağlayacak, aydın bireyler yetiştirecek…


Sonuçta ortaya çıkacak olan durumun, şikayet ettiğimiz günümüz koşullarından farklı olmasını istiyorsanız eğer; çocukların ve gençlerin özgürlüklerini doyasıya yaşamalarını sağlayın; bırakın bu hayatı “kendileri olarak” yaşasınlar. Yarınlar birbirinden farklı özgün, yaratıcı, bilimsel analiz yapabilen, sorgulayan ve baskıları reddeden, insanlık ve toplum yararı için çalışan, Atatürk’ün emanetine sahip çıkabilecek güce sahip… Aydın bireylerle ışıldasın.