Türkiye’de sivil toplum kuruluşları

Sivil toplum kuruluşları dünyanın her yerinde, insanca ve insana yakışır bir yaşam için çalışıyorlar… Bizleri bireyler olarak yaşam haklarımıza ve gezegenimize sahip çıkmaya çağırıyorlar. Yaşamına ve yaşama, kendi gücüne sahip çıkan, yaşamının ve yaşamın sorumluluğunu üzerine alan insanlar olarak sivil toplum kuruluşlarının sizlerin desteğinize ihtiyaçları var!

Türkiye’de sivil toplum kuruluşları

“Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları” başlığı altında, her ay başka bir sivil toplum kuruluşunu sizlere tanıtmaya çalışacağım. Bu ay, bu dosyaya bir “önsöz” olsun dedik ve Türkiye’de sivil toplum hareketiyle ilgili olarak sevgili Dr. Uygar Özesmi’yle keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Röportaj: Dr. Uygar Özesmi

Türkiye’de sivil toplum kuruluşları
Dr. Uygar Özesmi

Sivil toplum kuruluşu (STK) nedir?


Kâr amacı gütmeyen, belirli bir amaç doğrultusunda bir araya gelmiş insanlardan oluşan örgütlenmeler. Sivil toplum kuruluşlarının ve aslında sivil toplumun en büyük özelliği ise, devletle bir çıkar birliğinin ya da herhangi ilişkisinin bulunmamasıdır.

Çünkü aslında “sivil” kelimesini tanımlayan en büyük özellik budur; devletin dışında olması… Bu STK’ların (Sivil Toplum Kuruluşu) defacto olanları ya da dejure olanları var. Defacto örgütler, kendiliğinden doğal olarak oluşan ve hukuki olarak varolmayan örgütlerdir. Kendiliğinden oluşan örgütlenmelerin içinde, hareketleri ve platformları sayabiliriz. Dejure yani hukuki çerçevede var olup, çalışmalarına devam edenler içerisinde ise dernekleri ve vakıfları saymak mümkün.

Çeşitlilik esastır!

Türkiye’deki STK’larla, dünyadaki STK’lar arasında bir fark var mı?

Aslında, temelde bir fark yok. Dünyanın her yerinde insanlar, benzer problemler ve benzer yapılarla mücadele ediyorlar. Yine küreselleşen dünyada, sivil toplum kuruluşlarının birbirleriyle olan etkileşimleri de çok güçlü ve bu önemli bir etken.

Örneğin Türkiye’de, yurtdışındaki sivil toplum kuruluşlarıyla ilişki kurmamış bir STK’ya rastlamak zor. Yine dünyada, birbirleriyle bağlantı kurmamış ya da birbirilerinden kısmen de olsa etkilenmemiş sivil toplum oluşumun olması çok mümkün değil. Bunun nedeni de yine başa dönersek, dünyanın neresinde olursanız olun, benzer problemler ve yapılarla mücadele ediyorsunuz çünkü.

Yine küreselleşen dünyada iletişim çok önemli artık. Özellikle internetle birlikte insanların ve toplulukların birbirleriyle etkileşimleri, iletişimleri çok daha kolay. Böylelikle benzer problemlerle ve yapılarla mücadele eden STK’lar, bu durumlarla başkalarının nasıl mücadele ettiğini, hangi yollar izlediğini araştırabiliyorlar ve araştırıyorlar da. Tabi bu etkileşimle, (STK’lar açısından bakıyoruz) birbirimize benzemeye de başlıyoruz. Burada da dikkat edilmesi gereken bir nokta ortaya çıkıyor ki o da birbirimize o kadar da benzememeliyiz.

Çünkü çeşitlilik esastır. Şayet hepimiz birbirimize benzer ya da birbirimizin aynısı olursak birbirimizden öğreneceğimiz bir şey kalmaz. Bu etkileşim içerisinde kendi yaklaşımlarımızı bulmamız, kendi yöntemlerimizi geliştirmemiz lazım.

“Maalesef Türkiye’de örgütlenme ve bir araya gelme geleneği, dünyadaki diğer ülkelerden daha zayıf.”

Türkiye’de sivil toplum kuruluşları

Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki dünyada bizden bu bağlamda daha zayıf ve sivil toplum hareketinin yeşeremeyeceği ülkeler de var. Demokrasinin dışında totaliter ya da baskıcı rejimlerle yönetilen devletlerde zaten sivil toplumun yeşermesi, gelişmesi pek mümkün değil.

Yine yurtdışındaki STK’larla buradaki STK’lar arasında, destek bulmak ve desteklenmek açısından büyük farklar var. Sierra Club’un ABD’de yaklaşık 1,3 milyon üyesi var. Sierra Club bir doğa koruma derneği. 270 milyonluk bir ülkede, 1,3 milyon düzenli 25 dolar yıllık aidat ödeyen üyesi var yani bu derneğin.

Oysa bizde, 70 milyonluk ülkede, 300 bin üyesi olan bir STK gösteremezsiniz. Çünkü bunlar aidat ödeyen üyeler. Hatta bunlar, dernek içi seçimlere de katılan üyeler. Bu verdiğim örnek Sierra Club içindi. Diyeceksiniz ki “Evet, tamam. Böyle bir tane var!”. Hayır, sadece bir tane yok. Bir de kuşları koruma derneği var– Audubon Society. Bunun da 1,5 milyonun üzerinde üyesi var. Daha birçok isim sayabilirim böyle.

Baktığınız zaman, o kadar çok çevreyle ilgili örgüt var ki bütün üyelerini bir araya getirseniz, ülke nüfusunun en az yüzde 10’una tekabül eder. Yani Türkiye’de o zaman, 70 milyonsak, en az 7 milyon çevre STK’sına destek veren insanın olması gerekiyor. Türkiye’de bırakın bir çevre kuruluşuna destek veren bir üye olmayı, herhangi bir STK’ya bir yıl içinde destek veren kişi sayısını toplamaya kalksanız, herhalde ortaya çıkan sayı 100 bini geçmez. Kısaca ve açıkça çok gerideyiz.

Bu neden kaynaklanıyor peki?

Maddi nedenlerden dolayı olduğunu zannetmiyorum açıkçası. ABD’de üye olanlarla aynı gelir seviyesine sahip 7 milyon kişi burada da mutlaka vardır. 7 milyon kişinin de hadi yüzde 20’sini alın 1,5 milyon kişi yapar. Yani neresinden bakarsanız bakın, gelir meselesi değil bu.

Kaldı ki bizde de üyelik aidatları son derece düşük. Asıl mesele bizim hala çevreyi bir öncelik olarak görmüyor oluşumuz. Bu tabi eğitim seviyesiyle ilgili ama daha çok örgün eğitimde verilen vatandaş modeliyle ilintili.

“Böyle bir eğitim sisteminden vatandaş yaratmaya kalkarsanız, işte o vatandaş sivil toplum olamaz.”

Nedir bu “öğretilen” vatandaş modeli peki?

Bizim örgün eğitimde verilen vatandaş modeli; itaatkar, devlet ne diyorsa doğrudur diyen bir model. Yaratıcılığın öldürüldüğü, bir şeyler üretmeye değil, toplumla benzer ve aynı olmaya yönlendiren, örgütlenmelerin içerisinde yer almaktan ziyade, belirli liderleri takip etme mantığı üzerine kurulu ve aynı zamanda ezberci, yani yaratıcı yerine ezberci bir eğitim sistemi söz konusu.

Şimdi siz böyle bir eğitim sisteminden vatandaş yaratmaya kalkarsanız, işte o vatandaş sivil toplum olamaz. Ancak sürü toplum olur. Sivil toplum olmak için hakikaten yaratıcı olmak, bir araya gelip işbirlikleriyle yeni şeyler üretmeye açık, ezberlemek yerine öğrenen ve öğrendiğini uygulayan, kendi üstündeki güce değil, kendi gücüne inanan bireyler olmak lazım.

Verilen vatandaş modeli buysa, devlet o zaman bu örgün eğitimde bir şeyleri değiştirmez. Peki eğitimle ilgili çalışan STK’lar var. Onlar bir şeyler yapamaz mı bu konuda?

Sivil toplumun kurduğu okullar var, evet. Bunlar hakikaten yaratıcı şeyler yapıyorlar.  Yaratıcılığa izin veriyorlar. Bunlar entellektüel görüşlü insanların açmış olduğu, ileri görüşlü okullar ama çok az. Sisteme dahil olan, veya sermayeye bağlı olan okullarsa, ağaç dikmesini öğreten ama ağacı yok edenlerin neden ve nasıl yok ettiğini öğretmeyen okullar.

Ağaç dikmeyi öğretmek marifet değil. Şayet sistem, o ağaçların yok edilmesine, doğal ekosistemlerin çökertilmesine izin veriyorsa, bu, bu gezegenin gittiği nokta için endişe verici bir durum.

Yine Türkiye’de eğitim birliği var biliyorsunuz. Yani okullarda ne öğretileceği kanunlarla ve sonra müfredatlarla belirlenmiş durumda. Dolayısıyla, sivil toplum burada bir şey yapamıyor. Bunun üzerine bir şeyler koyabiliyorsunuz. Bu da okul dışı etkinliklerle, kurslarla, vs. olabiliyor.

Zaten yaratıcı eğitim sivil toplumun mu görevi, yoksa devletin mi görevi diye de düşünmek lazım. Sivil toplumun görevi, devletin eksik kaldığı yerlerde, eksiği tamamlamak değildir. Sivil toplum eksikliği gördüğünde buna işaret eder, hesap sorar. Çünkü biz zaten, vatandaş olarak bunlar yapılsın diye vergi veriyoruz. Yoksa bizlerin sorumluluğu, oturup devletin mekanizması yeniden düzenlemek değil.

Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarına destek neden bu kadar yetersiz peki?

Aslında bana göre bunda birkaç etken var. Bunlardan bir tanesi; 1980 darbesinden sonra, STK’lara olan kuşkucu ve baskıcı bakış açısı ve kuşkucu ve baskıcı mevzuat. Öyle ki sivil toplum kuruluşları potansiyel suçlu olarak görülüyordu. Dolayısıyla “örgüt” kelimesinin bile bir tabu haline geldiği bir toplumun halkının, sivil toplum hareketi içinde yer almasını bekleyemiyordunuz. Örgüt gibi tabu kelimelerden biri de “eylem” oldu o sıralar.

Oysa eylem, hareket etmek, yaratmak demek. Darbeden sonra oluşan kuşkucu ve baskıcı bakış açısı nedeniyle de bu iki kelimeye bir antipati geliştirildi. Ve yine; her türlü sivil toplum hareketinin topluma zarar verebileceği ve şiddet içereceği korkusu belleklere işlendi. Oysa bir toplumda, siz ne kadar sivil toplum hareketinin gelişmesine izin verirseniz, o toplum o kadar barışçıl olur.

Sivil toplum hareketinin, aktif siyasetin içinde olmaması gerekir, ancak siyasetin oluşumunda, içeriğinde ve yönetiminde bir mücadele içinde yer alacaklardır. Sivil toplum kuruluşları, problemlere çözümler üretir ve fikir geliştirir, oluşturduklarını politikacılara sunar ve onların bunları gerçekleştirmeleri için gerekli olan baskı gruplarını oluşturur. Amaçları ise hiçbir zaman iktidar ve güç değildir. Toplumsal değişimin ve dönüşümün sağlanması için itici güç görevi görürler.


STK’ların birlikte hareket etmesinin önemi

Türkiye’deki STK’ların bir arada bulunduğu ya da beraber hareket ettiği bir platform var mı? STGM’nin (Sivil Toplu Geliştirme Merkezi) işlevi nedir peki?

Genelin toplandığı böyle bir platform yok. STGM, sivil toplum örgütlerinin daha iyi örgütlenmesi, daha iyi kampanyalar yürütebilmesi için var olan, sivil toplumun gelişmesi ve güçlenmesi ve birlikte çalışabilmesi ve aralarındaki iletişimin güçlendirilmesi için hizmet veren bir servis kurumu diyebiliriz. Yoksa ne bir şemsiye örgüt, ne de hepsini bir araya getiren bir kuruluş.

Bunun gibi bir de TÜSEV var. Bu da derneklerden ziyade, vakıfların örgütlenmesi ve onların karşılaştıkları sorunlara ilişkin konulara eğilen ve bir bakıma bu alanda hizmet veren bir kuruluş. Çevre alanında ise iki farklı oluşum var: Federasyonlar ve platformlar.

Federasyonlar, hukuki açıdan temeli olan yönetim mekanizmaları da belli olan yapılanmalar. Örgütlerin bir federasyon oluşturabilmeleri için aynı amaca sahip olmaları gerekiyor. Bu yönde çevre sivil toplum örgütlenmesini ilk olarak TÜRÇEK’le başlattık. O sırada çevre kuruluşları içinde böyle bir federasyon yapılanması yoktu.

Bu alanda başka hangi federasyonlar var?

İlk olarak 10 derneğin bir araya gelmesi ve TÜRÇEK’in de yardımlarıyla KarDoğa (Karadeniz Doğa Koruma Federasyonu) kuruldu. Sonrasında, İçDoğa (İç Anadolu Doğa Koruma Federasyonu) kuruldu. Şu anda da MarDoğa (Marmara Doğa Koruma Federasyonu) kurulma aşamasında.

Bölgesel olarak bu oluşumlar kurulduktan sonra  da ümit ediyoruz ki önümüzdeki yıllarda da bir Türkiye Doğa Koruma Konfederasyonu  kurulabilir. İşte o zaman, Türkiye’de çevre alanında yerel ve bölgesel olarak çalışan tüm sivil toplum kuruluşları bir araya gelir ve daha güçlü bir ses olabilir diye düşünüyoruz. Bir de bunun dışında platform örgütlenmeleri var şu anda en genişi TÜRÇEP (Türkiye Çevre Platformu).

Yeşiliz Dergisi

Bununla birlikte sorun temelli platformlar var Nükleere Hayır Platformu, GDO’ya (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) Hayır Platformu gibi. Hep birlikte bir toplu söylem yaratıp bunu bir baskı gurubu olarak ön plana çıkarabiliyorlar. Yine diğer bir tanesi de benim önderliğini yaptığım, Yeşiliz Dergisi. Burada da farklı bir yöntem izledik. Genelde politik örgütlenmelerle bir araya geliyoruz. Federasyonlar da platformlar da, ne derseniz deyin sonuçta bir politik örgütlenme, yapı içeriyor. Şöyle ki; bir yönetim mekanizması var. Bir yönetim kurulu seçiyorsunuz, yönetim kurulu bir başkan seçiyor vs…

Bizler de dedik ki: “Evet, insanları bir araya getirelim ama böyle bir mekanizma olmasın. İnsanları bir proje çerçevesinde bir araya getirelim. Birlikte bir şey yaratalım ve bunun da amacı topluca bir ürün çıkarmak olsun.” “Biriniz yoksa eksiğiz, sizinle yeşiliz” sloganıyla böyle bir yaratım ortaya çıktı. Şu anda da yayın kurulunda tam 40 sivil toplum kuruluşu var. Yani çevre alanında çalışan 40 sivil toplum kuruluşu, bu dergiye katkıda bulunuyor ve onların katkılarıyla bir ürün ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, bu da ürün temelli bir örgütlenme oldu diyebiliriz.

Peki, neden bu oluşumların isimleri duyulmuyor?

Esasında duyuluyor. Bu oluşumlar internete girip baktığınızda, pek çok bilgiyle önünüze geliyorlar. Onlar varlar ve oradalar, birçok şey başarıyorlar. Bizim bir takım şeyleri duymamız için – ki bu da bir problem – ya televizyona çıkacak ya ana medyaya çıkacak. Şu anda tek bir bağımsız medya organı kalmamış durumda neredeyse. Çoğunluğu, büyük şirketler gurubunun parçası haline geldi.

Federasyonların önemi

Dolayısıyla bir büyük şirketler gurubunun parçasıyken çevre konuları da ancak bir diğer şirket (rakip) çevreye zarar verdiği zaman gündeme geliyor. Böyle bir çıkar çatışması olduğu zaman çevre, kullanılan saldırı araçlarından bir tanesi oluyor. Halbuki çevrenin evrensel bir değer; bütün değerlerin içerisine entegre olmuş bir temel değer olması gerekiyor.

Yine bu bize çok yansımayan ama var olan çalışmalara örnek verirsek: İç Doğa Federasyonu, sulak alanların korunması alanında ve Kar Doğa Federasyonu da ormanların ve ağaçların korunması alanlarında çok güzel çalışmalar yaptılar. Belli örgütlenmelerin duyuluyor olması da yeri geldiğinde çok önemli olmuyor. Önemli olan bu örgütlenmelerin işe yarıyor olması.

Genel olarak Türkiye’de sivil toplum kuruluşları hangi başlıklar altında varlar?

En başta tabi ki çevre! Esasında hemşerilik dernekleri ve vakıfları ve cami yaptırma dernekleri hepsinden fazla! Eğitim, anne-çocuk sağlığına yönelik kurulan sivil toplum kuruluşları var ki bunların çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Fakat belki de en başarılı olanları cami yaptırma dernekleri. Ne elde etmek istedikleri gayet aşikar, ürün belli, nasıl yapılacağı biliniyor. Tek yapılması gereken maddi kaynağı bulmak. Kırsala gidip köyleri gezdiğiniz zaman da ne kadar başarılı olduklarını rahatlıkla görebilirsiniz. Bu bizi ve özellikle çevre STK’larını düşündürmeli.

Sivil Toplum kuruluşları için rehberlik

Son olarak, bir şeyler yapmak isteyen ve sivil toplum kuruluşlarını desteklemek isteyen bireylere rehberlik alalım bir de sizden…

Karar alacaklar ve diyecekler ki: “Ben gelirimin %10’unu sivil toplum kuruluşlarına vereceğim.”  İnandığımız bir şeyi maddi olarak da desteklememiz gerekiyor. Biz maddi açıdan STK’ları desteklemezsek, onların varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün değil.

Nasıl çocuklarımızın geleceği için onlara başlarını sokacakları bir ev bırakmaya çabalıyor isek, onların gelecekte yaşayabilecekleri bir ortam için de bir yatırım yapmak durumundayız. Sosyal yatırım dediğimiz şey bu. Sanma ki sen sivil toplum kuruluşlarına maddi bir destek verdiğinde, o parayı harcıyorsun. O senin geleceğini yaratıyor.

Sen böylelikle hem bugününe hem de geleceğine bir yatırım yapıyorsun. Huzurlu, yaşanabilir bir ülkenin ve dünyanın yaratılması için bu desteği vermek şart. Bunun dışında gönüllü olmak gerekli. Yani o sivil toplum kuruluşlarına zamanımızı vermek lazım.

Bu arada şunu memnuniyetle söyleyebilirim ki bazı şirketlerde, sivil toplum kuruluşlarına destek veren programlara sahipler. Bu şirketler çalışanlarına diyorlar ki: ” Sen ayda şu kadar saat, bir sivil toplum kuruluşunda çalışabilirsin.” Ve bu şirketler elemanlarının o sivil toplum kuruluşunda çalıştığı sürenin ücretini ödüyorlar.

Doğa ile barışık bir gelecek yaratmak bizim elimizde… Ancak elimizi çabuk tutmalıyız doğa tükeniyor. Bunun tek yolu örgütlenmek ve sivil toplum olarak geleceğimizi elimize almak. Çevre mücadelesi ve yaşanır bir gelecek seyrederek ve doğru yapanları takdir ederek kazanılmaz. Doğa ile barışık o gelecek için kolları sıvayıp bizzat sorumluluk almak gerek!

Biyografi: Dr. Uygar Özesmi

Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü

Doğa ve çevre koruma çalışmalarına 1980’de İç Anadolu Sulak alanlarında yaptığı bilimsel çalışmalarla başladı. Bu dönemde yaptığı bilimsel çalışmalarla TÜBİTAK ödülleri aldı. 19 yaşında Çevreden Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Kahveci’nin danışmanlığını yaptı. Fulbright Burslusu olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde Ohio State Üniversitesi’nde master, daha sonra ünlü MacArthur Burslusu olarak Minnesota Universitesi’nde Çevre, Kalkınma ve Sosyal Değişim konularında doktora yaptı ve aynı üniversitede dersler verdi.

Erciyes Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünü kurmak üzere 2000 senesinde yurda dönüp bu dönemde pek çok bilimsel projeler yürüttü, 90’ın üzerinde bilimsel yayını bulunmaktadır. Küresel Çevre Fonları Küçük Destek Programının Yönlendirme Komitesinde görev aldı, Biyolojik Çeşitlilik Sivil Toplum Kapasite Geliştirme Planı’nı, Doğa Derneği’nin kurucu başkanlığını yaptı. Türkiye’de ilk olarak Karadeniz STK’ları ve yönetim kurulu üyesi olduğu TÜRÇEK ile KarDoğa Federasyonu’nun kuruluşunu sağladı. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi’nin de kurucu üyeleri arasında olup halen yönetim kurulu üyesidir.


2004 senesinde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nda görev almak üzere New York’a gitti. Küresel Çevre Fonları, Küçük Ölçekli Destek Programı’nda Çevre Uzmanı olarak çalıştı. 2006 yılında TEMA Vakfı Genel Müdürü olarak İstanbul’a geldi. Mart 2008’den beri Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü görevini yürütmektedir.

Greenpeace: Havada aşk değil radyasyon kokusu var!