Derinlere inerseniz korkarsınız; çünkü derinlere indikçe hiç kimse olmadığınızı, bir hiçlik olduğunuzu anlarsınız. Sen hiçbir şeye sahip değilsin, hiç sahip olmadın; çalıştın… Cinselliğin tanrısallıkla bir tutulduğu an insan, “seks” tanımının ardına geçerek “perde”yi kaldırmış ve var oluşunun asli anlamını idrak etmiş olacaktır.
“Sadece aracı kaybolduğu zaman amaca varılmış olunacak. Sadece deney artık orada olmadığı zaman yani bittiğinde deneyim kazanılmıştır. Onu arayın, ama bulamazsınız; çünkü siz ararken aracı da güçlenecektir. Lakin aramazsanız bulursunuz. Aramak, engel oluşturur; çünkü ne kadar ararsanız, ego o kadar güçlenir. Aramayın, Olduğunuz yerde kalın.” Cinsellik orada var olmadığı an insanoğlu tüm erkini kazanmış ve yok oluşuyla birlikte Anka’ya eşlik etmeye başlamış demektir. Tantra’ya bakın:
“Tantra bir tutum ya da davranış biçimi değildir, yaşama bütünsel bakar. Yaşama bakmak için davranış biçimi göstermez. Onun kavramları, görüşleri yoktur; bir felsefe değildir. Bir din de değildir, teolojisi yoktur. Hayatı, araya bir fikir sokmadan görmek ister.”
Kutsal seks
Cinselliğin semavi algılanışı insanoğlunun dişi ve eril enerjisini dengelemesine ve ‘Kutsal Seks’i kendi içerisinde deneyimlemesine bağlıdır. Haz, erkeğe mal edilmiş gibi görünmekte ve kadın da bu oluşu sağlayan “araç” olarak metalaştırılmaya başlandığından bu yana “kadın hakları” mevzusu ve feminizm tartışılmaya başlanmış ve günümüze de konu olan “türban” şeklinde yaşamlarımıza taşınmış.
Kadın, “kadın için eşitlik istiyoruz” dediğin an eşitsizliğini yaratmış durumdadır. Bu duruma izin veren kendisidir; lakin her vakada olduğu gibi başkalarını suçlamak, özellikle erkeğin tekeline sunmak kadının enerjisini düşürmeye yönelik en dikkat çekici yaklaşımı olmuştur. Dişi, erilliğini kabul etmediği ve cinsel erkini fark edip dengelemediği sürece bu danstaki yerini zorlamaya devam eder.
Erkek için durum hem aynı, hem de farklıdır.
Eril, dişiliğini kabul etmedikçe savaşını sürdürmeye ve var oluş enerjisini vampir gibi emerek dişiyi sömürmeye devam etmeye çalışıyor. Lakin farkında olmadığı şudur ki bu süregeliş onun tükenmesine ve güçsüz düşmesine neden olmaktadır. Boşalarak seks enerjisini, savaşarak da yine bu yaşam enerjisini boşa harcamaktadır. Hücresel orgazmı keşfetmesi ve dişi ile bütünleşerek “semavi orgazm”ı kendi içerisinde “TAM ve BİR” deneyimleme vaktidir.
Erkek ve kadın dirençler göstererek birbiri üzerinde güç sahibi olmaya çalışmakta, lakin tam bir savaş alanı yaratmaktan başka yaptığı bir şey yok. Cinsiyetlerinin ötesinde taşımakta olduğu var oluş, onu ebediyetin içine akıtacak yegane ışıktır.
Tantra hiçbir şeye hayır demez!
“Tantra hiçbir şeye “hayır” demez, çünkü hayır dendiğinde kavga başlar, siz ego olursunuz.” Evet demek kabullenişi beraberinde getirir; lakin bu kabulleniş çok farklıdır; beraberinde huzur ve metanet getirir, zira her şey “Olduğu gibidir” yalnızca ve siz bunun farkındasınızdır…”
Ve insan bunu anlamakta direnir, çünkü yaşamını yönlendiren ve şekillendiren onca korku arasından en büyüğü ile yüz yüze gelir: Kendisiyle yüzleşmek.
Egonun ölümü
“Derinlere inerseniz korkarsınız; çünkü derinlere indikçe hiç kimse olmadığınızı, bir hiçlik olduğunuzu anlarsınız. İnsanlar meditasyondan bu nedenle korkarlar. O bir ölüm deneyimidir. Egonun ölümüdür.”
Tutulu kaldığımız duygular, tutunduğumuz varlıklar birer birer yaşamlarımızdan gidecekler; her ne kadar “git – meseler de gidecekler ve işte o an durup soracaksınız: “Ya şimdi… Neye sahibim?” Sen hiçbir şeye sahip değilsin, hiç sahip olmadın; çalıştın, lakin varlığının bu en hakikatli bilgisine erişmek adına bir adım dahi atmamayı seçen sen, olan bitenden habersiz bir şekilde kendi kurguladığın oyunun bir parçası oldun. Şimdi bu oyunu “görme” vaktidir.
Vaktiyle Hz. İsa şöyle demiş:
“Eğer kendinizi kaybederseniz oraya erişirsiniz. Eğer kendinize yapışırsanız kaybedersiniz. Ölürseniz yeniden doğacaksınız. Kendinizi tamamen silebilirseniz sonsuza kadar var olacak, sonsuzluk olacaksınız.”
Ölüm, hakikatin bilgisine, varlığın ışığına, “sır”ra erişmenin gereğidir; lakin ölmeden önce ölmeyi mümkün kılan sen elbet ne demek istediğimi bilmektesin. İstediğin her şeyi tekrardan düşün ve iyice irdele, zira istediğin her şey seni sen kılan temellerdir.
“Ruhani şeyleri, cenneti ve hatta Tanrı’yı bile arzulamayın. Tanrı arzulanamaz; siz arzusuz iken size gelir. Kurtuluş arzulanamaz, zira arzu esarettir.” Osho
Buda, “Tanrı yoktur,” der; Nietzsche, “Tanrı öldü!”. Tüm bunların manası ne? Tanrıya ihtiyaç yoktur; zira Tanrı, insanoğlu için bir kaçış, bir destek unsurudur. O her şeyi yapar ve Tanrı’ya, kendine ırak, özünden ayrı tuttuğu, varlığı dışında bir olguya bağlılık duyar; kendisini “unutur”. İşte insanoğlunun en büyük zayıflığı: Tanrı!
Bilinç ve mantığın hiç olmadığı kadar çıkmazda kaldığı, zayıflıkların temellendirildiği meta halini alan bir “Tanrı” kavramı.
Ne vakit ki insan ‘Tanrı’yı unutur, işte o an uyanmış demektir.