Hepimiz kendi ruhumuzu çiçeklendirsek, kendi nefretlerimizden, yargılarımızdan arınıp, renklerimize sahip çıksak dünya daha iyi bir yer olmaz mı, en azından kendi dünyamız daha iyi bir yer olur.
“Dedim ya yahu bu dünya benim memleket”
Savunduğumuz doğruları sorgulamaya kalkarsak kaçı gerçekten bize ait çıkar? Körü körüne savunduklarımıza dair sorgulama yapacak cesareti kaçımız gösterebilir? Bize aşılanan nefretler niye bizimle büyür?
Tanısak kahraman bildiğimize düşman olmayacağımız, düşman sandığımızdan iyilik görmeyeceğimiz ne malum!
Kişinin farkındalığını sağlayan, gelişmesine yardımcı olan bu sorular toplumu da aydınlığa taşır. Ancak gelişmemiş ve gelişmesi istenmeyen toplumlar bu sorgulamaları “tehlikeli” lanse eder. Böyle toplumların tabiriyle anarşist olmanın, aykırı olmanın, icat çıkarmanın, burnunun dikine gitmenin, garip olmanın manası yoktur… Böyle gelmiş böyle gitmekte yani sistemin yararına işleyiş sürmektedir…
Değişmeyen gelişemez!
“Dün ne dediysek bugün de öyle” “Biz neysek oyuz kardeşim” “Ben buyum, değişmem” “Beni böyle sev seveceksen” “Bizde böyle beğenmeyen gider” “Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin” gibi değişim, gelişim karşıtı öğretileri toplumca ne çok sahipleniriz… Oysa değişmeyen gelişemez!
Darwin’e göre “Doğada şanslı ya da güçlü olan değil; daha iyi uyum sağlayan kazanır.” Uyum değişimle, dönüşümle sağlanır, kişinin karakteri, değerleri bellidir ancak yargıları, fikirleri gelişip değişebilmelidir. Ailemizden daha ileride değilsek ve çocuklarımızı kendimizden daha ileriye taşıyamamışsak bu durum varoluşumuzu sorgulamamız adına önemli bir ipucudur.
Sınırları genişletmek konusunda zorlanıyorsanız ama daha özgür, daha yargısız, daha “iyi” insan olmaya gerçekten niyetiniz varsa çantanızı toplayın, vurun kendinizi yollara… Objektif olmaya çalışın, bolca gözlemleyin, gördüğünüzle, hissettiğinizle size öğretileni (ki çoğu zaman önyargıların öğretildiğini, dayatıldığını bile anlamaz kendi gerçeklerimiz sanırız) karşılaştırın. Örneğin; Yunanistan’a gidin, ülkenin insanlarının ne kadar bize benzediklerini gözlerinizle görüp, yüreğinizle hissedin. Yargılarınız nedeniyle uzak durduğunuz kimliklerle tanışın, sohbet edin.
Az ötede doğsak Yunan olabilirdik ve diğer ötede doğsak Kürt olabilirdik
Barış Manço’nun şarkısında ısrarla sorulduğu gibi “hemşerim memleket nere?” sorusuyla yaşamak niye? Oysa ne der Barış Manço şarkıda; “dedim ya yahu bu dünya benim memleket” dünyayı gezmiş bir sanatçının dediğine kulak versek ve hatta yürek versek; yollarda kaybetsek kendimizi, yollarda bulsak bulduğumuzda fazlalıklardan kurtulup o etiketlerden sıyrılıp sadece “insan” olsak, enerjimiz ışıldasa “iyilik” yaysak…
Ailemizin dinine, mezhebine mensup yetiştirilip kutsal kitabımızı hiç okumadan ya da mecburen okuyarak “inançlı” oluyoruz oysa inancımızı sorgulayıp yüreğimizde hissedip, sorularımıza ilahi cevaplar alıp inanmayı veya inanmamayı seçsek kendimize yakışan daha dürüst bir hayat seçmiş olmaz mıyız?
Her insan tehlikede!
En yakın arkadaşlarımdan biri eşcinsel; ilk öğrendiğimde onun için çok endişelenmiş, çok ağlamıştım. Bu ülkede başına kötü bir şey geleceği korkusu esir almıştı beni, sonra anladım ki bu ülkede kendi hayatının kontrolünü eline almış, yargılardan bağımsız yaşayan her insan tehlikede…
Yol illa bedenle aşılmaz, maneviyatla yürünen bir yol da olabilir; iyi niyetle yargılardan kurtulmayı istediğinizde ihtiyacınız olan olaylar, kişiler karşınıza çıkar, siz yeter ki isteyin ait hissettiğiniz küçük yerden evrene açılmayı dileyin. Bazılarının dalga geçtiği ama bazılarının yürekten hissettiği “yıldız tozu” olma hissini deneyimlemeyi istediğinizde yol önünüzde açılacaktır. “İyilik” kendinden başka kimlik istemez, bilincimiz ne kadar bağımlı olsa dahi ruhumuz dünyevi kimliklerden bağımsızdır.
Bir düşünün en sevdiğiniz dostlarınızdan biri yaftaladığınız kimliklerden birine ait olsa ne değişirdi Ermeni olduğu için artık birlikte köpeklerinizi gezdirmez miydiniz yani, ya da Alevi olduğu için o leziz sofraları paylaşmaz mıydınız artık, bu ülkede heteroseksüel evliliğinden çocuğu olan nice eşcinsel adam var ki onlardan biri sizin arkadaşınız da olabilir bu durumda eşcinsel olduğu için aklına, öngörüsüne güvendiğiniz arkadaşınızla yatırımlarınız için ettiğiniz sohbetlerden vazgeçer miydiniz?
Peki niye? Elalem ne der korkusuyla mı?
5N1K sorularını hayatımıza uyguladık mı hiç? Neden, nasıl, ne zaman sorgusu ancak kim olduğumuzun ipuçlarını verir, hayattan ne isteğimizi, nasıl mutlu olacağımızı öyle buluruz. Çünkü hayatı ezbere yaşamaktan böyle kurtuluruz.
Çevrenin dayattıklarına sahip olup buna rağmen mutsuz olan nice insan kendisine ayna tutacak bu sorulardan korkar, öyle ya çoğunluğun değerlerine göre başarılı, zengin, güzel, donanımlı, iyi evlilik yapmış biridir… Kişi yoğun ve/veya uzun süren mutsuzluğun yarattığı stres neticesinde kendisinin akıl sağlığından dahi şüphe eder ama doğrularının başkaları tarafından belirlenmiş olmasının ayırdına varacak cesareti sergileyemez ya da “ben öyle düşünmüyorum” demek güç gelir, farklılıktan korkar.
Aslında tüm yargılarımızı korkularımız besler, sorgulamadan cahilce kabullenişimizle hayatımızda yer eden yargılar “öteki” olandan “farklı”dan korkumuzla bizi esir alır. Sonunda herkes gibi oluruz, bir örnek, renksiz, kalıptan çıkma, mutsuz, hayatının kontrolünü kaybetmiş sistem kurbanları olarak devam ederiz hayata. Belki bu yüzden ötekileri gizlice takip ederiz, kendi aramızda sayar söver ve hatta bir olup şiddet uygulamaya kalkarız oysa hoyratlığımız kendimizedir aynaya bakmaktan korktuğumuzda aynaları kırarız. Birbirimize renklerimizi bulaştırıp dünyayı renkli kılacağımıza renkleri kirletir, kendi renklerimizi saklarız.
Hiç kimse nefreti hak etmiyor
Birilerine karşı içimizde taşıdığımız nefret en çok bizi kirletiyor. Yakın zamanda bir korkumla, bastırılmış bir duygumla yüzleştim bir konserde yanımda oturan bir güzel kadın ile arkadaş oldum yüzleşmelerimin sağlamasını yaptık onunla ve birbirimizi besledi dostluğumuz… Hayatı pek çok soru işaretiyle dolu sorunlar yumağı olarak görüyor olabiliriz ancak cevaplardan korkmazsak cevaplar bize kimi zaman bir arkadaş sohbetinde, kimi zaman bir tesadüfle gelebilir.
İçimizdeki karanlığı besleyen nice çirkinlik yaşandı bu ülkede, farkında olmadan nefret söylemlerine kapıldık, yüreğimizi kararttık. Oysa bize ait olmayan nefret söylemlerinden kurtulmayı dilemeliyiz. Ben denedim ve hayat bir bürokrat akrabası çıkarttı karşıma; iletişim yoksunu şirketimizde insanların “torpilli” diye yaftaladığı genç adam söylenenin aksine herkese gülümsedi, etrafına güzel enerji saçtı, bir gün kibirle bakmadı kimseye, büyük yerlerdeki yakınlarını arkasına alan tavırlar sergilemedi. İşyerinde olduğumuzdan siyaset hakkında konuşmadık hiç ama onun “iyi insan” olduğunu bilecek kadar çok sohbetimiz oldu. İnsanlara ve olaylara doğru mesafeden bakabildiğimizde her şey farklılaşıyor, genellemeler anlamsızlaşıyor.
Değişimlere, karanlığın aydınlığa ereceğine, yıkımların geleceğin yapımına vesile olduğuna inanmalıyız. Karanlığa küfretmekle aydınlığı değil karanlığı beslediğimizin farkında olmalıyız.
Hayatın dengesini hep hatrımızda tutmalı; “şer’deki hayır”ın “ying ile yang”ın, “birlik”in varlığına güvenmeliyiz.
Hepimiz kendi ruhumuzu çiçeklendirsek, kendi nefretlerimizden, yargılarımızdan arınıp, renklerimize sahip çıksak dünya daha iyi bir yer olmaz mı, en azından kendi dünyamız daha iyi bir yer olur.
“Öteki” dediğin seni senin gibi olandan daha çok besler, daha çok öğretir, daha çok yüceltir ruhunu, hayatını daha çok anlamlandırır “öteki” için değil ilk önce kendin için kurtul “öteki” algılarından, nefret söylemlerinden, dünyayı zaptetmeye çalışan karanlığa, korkuya özgürleşerek, sevgiyle yücelerek göster tepkini…
Başka bir dünya düzeni mümkün… Buna inanmazsak nasıl yaşarız bilmiyorum! Sen de bilme lütfen, çıldırmış dünyada karanlığı besleyenlerden olma, iyiliğe yatırım yapmaktan başka çözüm arama.