FETÖ yüzünden hayatı kararan Harp Okulu öğrencisi anlattı

15 Temmuz darbe girişiminin ardından askeri okullarda yaşanan dramlar da bir bir ortaya çıkmaya başladı. Harp Okulu’nda eğitim görürken FETÖ’cü subayların bezdirme politikası sonucu ayrılmak zorunda kalan eski öğrenci anlattı…

FETÖ yüzünden hayatı kararan Harp Okulu öğrencisi anlattı

Not: İfadeler redaksiyon yapılmadan aynen alınmıştır.

“Az kaldı az…”

yıllar evvel bu adamlar yüzünden hayatım karardığında arkadaşlarım “sen merak etme hak yerini elbet bulur” falan derlerdi. harp okulu’ndan henüz ayrılmıştım o zaman, daha doğrusu ayrılmak zorunda kalmıştım. mal gibiydim lan, boş boş olanları anlamaya çalışıyordum. 10 yaşından beri hayalini kurduğum mesleği ellerimden aldılar. ne yapacağımı bilmiyordum…


“Savcı da o, hakim de o, bir üst mahkeme bile o”

eğitime çıkıyorsun, bir grup rap rap yürüyüş çalışırken adam 10 dakkada haşat ediyor seni. “noluyo lan burda” diyorsun ama anlamıyorsun. komutanına o kadar güveniyorsun ki; gerçekten art niyetli olduğuna inanmıyorsun, kendini düzeltmeye çalışıyorsun… daha hızlı sürünüyorsun, daha hızlı koşuyorsun, daha az uyu… ne daha azı neredeyse hiç uyumuyorsun, daha çok komando dansı, daha çok şınav, daha çok çök-kalk… yok arkadaş bir türlü olmuyor. o sıcağın alnında adam sana “isteksizsin!!” diye bağırıyor. ne isteksizi, hepimize birer kalorimetre taksalar tabur birincisi olacaksın, ama dağın başındasın, savcı da o, hakim de o, bir üst mahkeme bile o…

Uyku yok

pestilin çıkmış bir halde gecenin bir yarısı çadırına dönüyorsun, millet 4 saat önce uyumaya başladığı için “ses yapmayayım da uyanmasınlar” diyorsun. kamuflaj delik deşik olmuş, yarına dikip temizlemek lazım. oturup sökük dikiyorsun gecenin bir yarısı. 10 dakka sonra ön çadır nöbetçisi geliyor, “kanka 15 dakka kaldı acele et giyin hemen diyor!”. “oha bugün nöbetim vardı de mi” diyorsun. zaten 3’e kadar uyumamışsın, bir de 3-5 nöbetini kitlemişler. e dün de uyumamıştın zaten??

ön çadır nöbeti önemli çünkü yola bakan tarafta. bir araba geçer, bir komutan geçer, seni orada göremezse ayvayı yedin demektir. verebileceğin ne kadar dikkat varsa verip nöbete başlıyorsun. ayakta beklerken gözlerin düşüyor. “ayakta uyuyabilir mi insan lan acaba?” diye geçiyor içinden. “atlar nasıl uyuyor acaba ayakta?” falan diyorsun. o zamanlar kendinle başbaşa kaldığın için kafa da çalışmaya başlıyor. “ne oluyo lan burda?” diyorsun. “ne istiyor bu adamlar benden?” ayrılan arkadaşlarını düşünüyorsun gece gece, askeri liseden en yakın arkadaşların ayrılmış, geriye bir avuç arkadaşın kalmış. onlar da sen gibi zaten, birini daha bu sabah hastaneye taşıdın, bayılmış çocuk eğitimde. “iyi mi acaba?” diye düşünüyorsun.

Bezdirme politikası

derken arkadan birisi bağırıyor: “nöbetçi! nerdesin nöbetçi!”. aha! koşup tekmil veriyorsun. yine “nerdesin” diye soruyor. burdayım kardeşim nerde olucam. “burdaydım komutanım, ön çadırı geziyordum” diyorsun. bir sürü soru soruyor, birini bile bilemezsen yarın ayvayı yedin. ama cevaplıyorsun. bu sefer üstüne başına bakmaya başlıyor, bot boyalı, eksik malzeme yok. sonra gözü söküklere takılıyor. “niye dikmedin bunları?” diyor. “a be insafsız! eğitimden gece 2:40’ta geldim zaten, 20 dakkada dikebildiğimi diktim sonra nöbetim başladı” diyemiyorsun. “a be insafsız”ı çıkarıyorsun cümleden, kalan kısmı da kibarca anlatıyorsun. umrunda değil zaten, “bana mazeret üretme” diyor. “yarın eğitim başlangıcında beni göreceksin” diyor. “aha ayvayı yedik” diyorsun. en iyi ihtimalle sabaha karşı 05:00’de nöbet başka vukuat olmadan bitiyor. yeni gün başladı zaten artık, gidip spor içtimasına çıkıyorsun.

spordan sonra eğitim başlıyor. gidip kamuflajları giyip eğitim sahasına çıkıyorsun. komutan geliyor. “dün uyardığım nöbetçi ayrılsın” diyor. gidip tekmil veriyorsun. üstüne başına bakıyor. “ben seni nöbette neden uyarmıştım?” diyor. “eğitim elbisemde sökük vardı komutanım” diyorsun. “eee neden dikmedin?” diyor. “arkadaş senin hiç utanman yok mu! ne ara dikeceğim! ne ara dikeceğim!!!!!” diye bağırıyorsun içinden. ama dışa vuramıyorsun. “vakit yoktu komutanım” diyorsun. “ya yeter bıktım senin mazeretlerinden!” diyor. tabura dönüyor. “işte arkadaşımızın üniformaya gösterdiği saygı bu kadar” diyor. askeri liseden arkadaşlarımla göz göze geliyorum. “kanka biz seni biliyoruz, sıkma canını” bakışı atıyorlar. sıkmıyorum zaten. ilk istirahat vaktinde onların yanına gitmek, dertleşmek istiyorum…

Açlık, susuzluk, uykusuzluk: “Bayılmışım”

eğitim başlıyor. büyük grup yalandan bir süre “yat-kalk” yapıyor, sonra yürüyüşe devam ediyor. bizim manga ise çılgınlar gibi ordan oraya yardırıyor. çök kalk yaparak anadoluya giriyoruz(1071), cehennem gibi yanan asfaltta “el arabası” yapıyoruz, ellerim dün de su toplamıştı zaten asfalt artık elimi kavuruyor. yarım yamalak yaptığım dikişler daha eğitimin başında yeniden sökülüyor zaten. “şunu yapanı su içmeye göndereceğim, bunu yapanı su içmeye göndereceğim” diye diye haşatımı çıkarıyor başımdaki, ama su içmeye de bir türlü göndermiyor. sonra “kalk!” diye bir komut geliyor. tam doğruluyorum ki gözler kararıyor…

bayılmışım. bir arkadaş, ağacın gölgesine taşımış beni, yüzüme su falan vuruyor. kendime geliyorum. başımdaki “ya siz ne zayıf adammışsınız be! burada bütün tabur eğitim yapıyor bir tek siz bayılıyorsunuz. yapamayacaksanız gidin arkadaş, uğraştırmayın bizi” diyor. içinden küfrü basıyorsun. “git ara öğününü ye, su iç gel” diyor. 2 saat önce yemen gereken helvayı açıp 2 ısırıkta mideye atıyorsun. zaten susamışsın, helva resmen apokaliptik bir etki yapıyor. deparla mangana geri dönüyorsun.

“içtin mi iyice suyunu?” diyor. “içtim komutanım” diyorsun. yok sen yeterince içmemişsindir. şimdi yine bayılma” diyor. elinde 1,5 litrelik su şişesi var. ben zaten o kadar çeşmeden içmişimdir. içmeye çalışıyorsun mide almıyor. “bitecek o şişe!” diyor. “emredersiniz” deyip dikiyorsun. mide balon gibi şişiyor. eğitime dönüyorsun. “yat! başla dönmeye, hadi hadi hadi” diye komut veriyor. dakikalarca yuvarlanıyorsun. kaldırıyor, 12. tüfeksiz hareketi yaptırıyor(jumping jacks’e benzer), komando dansı falan derken senin mide daha fazla dayanamıyor tabi, az önce ne içtiysen kusuyorsun…

“Şurada bir pause tuşu olsa”

“yaa gene mi sen yaa, oğlum ben bıktım senle uğraşmaktan” diyor. artık içinde öfke falan kalmıyor. ağlamak istiyorsun. annen gelsin istiyorsun. “şurda bir pause tuşu olsa” diyorsun. çaresizlikten başka bir şey hissedemiyorsun. hemen yanında askeri liseden arkadaşın eliyle sana dokunuyor. “kanka dayan biraz” der gibisinden. yarım saat sonra da o bayılıyor… bu sırada büyük grup geçmiş meydana esas duruş çalışıyor. “allah’ım ben niye burdayım, onlar niye orda?” diyorsun. sürünürken yerde böceklerle göz göze geliyorsun, kafka’yı güzelce anıp devam ediyorsun…

eğitim bitiyor. tabur yürüyerek, sense ellerin bilekte ördek adımıyla ilerlerken çadırlar bölgesinin önünde, üstünde t-shirt altında kot pantolon olan devreni görüyorsun. bütün gün görmemiştin zaten. ayrılmaya karar vermiş. “yapma yaaa” diyorsun. gitmeden vedalaşmak istemiş. sarılıyorsun, o ağlıyor, sen ağlıyorsun. sonra gidiyor. başımdaki geliyor yanıma, “nerde kalmıştın sen?” diyor. devrenle gözgöze geldiğin noktaya gidip kalan yolu bir daha bu sefer ördek adımıyla alıyorsun.


“Sivil hayatı düşünmemi istiyor, orada daha başarılı olacağımı söylüyor”

gece yastığa başını koyunca aklına hiçbir şey gelmiyor. çünkü yatay pozisyona geçer geçmez sızıyorsun. ama uykundan uyandırıyorlar. “komutan çağırıyor” diyor nöbetçi, hemen kamuflajları çıkarıyorsun, yatağını yapıyorsun, pijamalarını güzelce yerleştiriyorsun. koştura koştura gidiyorsun. kaldırımda oturuyor. bağıra bağıra tekmil veriyorsun. “ne bağırıyorsun lan! arkadaşların uyuyor” diyor. e kardeşim 3 gün önce de aynı sebepten bağırmadım diye fırçalamıştın. susup bekliyorsun. “sana dedim cevap versene!” diyor. soru mu sordun ki, neyi cevaplıyım? “emredersiniz komutanım!” diye patlatıyorum. “ben emir mi verdim?” diyor. “neyse belli sen yeterince almamışsın eğitimini” diyor. elinde bir düdük var; bir kere öttürünce depar, bir daha öttürürse yat. şimdi bakıyorum da, o yaptığımız hareketleri “benim” diyen cross-fit’çi yapamaz yemin ediyorum. 30-35 dakka kadar böyle gidiyor. pestilim çıkıyor haliyle. çin oturuşuna geçirtiyor beni ve “düşünmemi” istiyor. “sivil hayatı” düşünmemi. orada daha başarılı olacağımdan falan bahsediyor. “bak sana bir abin olarak konuşuyorum” diyor. anlatıyor da anlatıyor. ben “subay olmak istiyorum” dedikçe sinirleniyor. “tamam git” diyor. çadıra dönüyorum, botları temizliyorum, boyuyorum, kamuflajı temizliyorum, asıyorum, pijamaları giyiyorum, az önce yaptığım yatağı bozup tekrar yatıyorum…

Eziyet

20 dakika sonra nöbetçi tekrar geliyor. “komutan çağırıyor” diyor. “emin misin lan şimdi geldim yanından” diyorum. “kanka valla bu çadır” diyor. kalkıyorum, kamuflajı giyiyorum, botu giyiyorum, pijamaları düzgünce katlayıp, yatağı yapıp fırlıyorum. yanına gittiğimde “geç kaldın” diyor. ne geç kaldını amk süre mi verdin ki? susuyorum. bir süre eğitim yapıyoruz. “buraya gelirken çadırını düzelttin mi?” diyor. “düzelttim” diyorum. “bak gidip kontrol ederim, yalan söylüyorsan fena yaparım” diyor. “yaptım” diyorum sadece. inanmıyor, gidip bakıyor, her yerini didik didik ediyor. bulamıyor bir şey. “nasıl yaptın oğlum bu kadar kısa sürede? arkadaşına yaptırmışsın işte” diyor. “yaptım komutanım” diyorum. “ne yani ben sana iftira mı atıyorum şimdi?” diyor. “hayır komutanım” diyorum. “oğlum karar ver ya sen yalancısın ya ben iftiracıyım” diyor. susuyorum. “yarın eğitimde beni göreceksin sen, komutana iftira atmak neymiş göstericem sana” diyor. “emredersiniz komutanım” diyorum. sökükleri dikiyorum, botu yeniden boyuyorum, kamuflajımı temizleyip kaldırıyorum, yatağı o gün bilmem kaçıncı kez yeniden bozup yatıyorum(gece kontrol ediyorlar).

“Ceza yazmak için düzelttiğim yatağı bozuyorlar”

kamp böyle geçiyor. harp okulu dönemi de böyle geçiyor. bu sefer puanlı ceza da almaya başlıyorsun. adam “bu sabah koğuşlarınızı kontrol ettik senin yatağın bozuktu” diyor. nasıl savunacaksın kendini? iddia eden o, karar veren o. yalandan bir şeyler yazıp veriyorsun. anında cezayı patlatıyor. kamp dönemi yürüyüş çalışanların ise yatakları hep düzgün oluyor. onların hiç eksiği olmuyor. her izne çatır çatır çıkıyorlar. disiplin puanın giderek düşüyor. başındaki adam yalandan seni çağırıyor: “oğlum sen adam olmayacak mısın?” diyor. “kampta beceremiyorsun, burda beceremiyorsun, ne olacak bu iş?” diyor. ya sabır çekip çıkıyorsun odadan. bu sırada psikopat izni var, ona çıkmak zorundasın zaten. orada annenle konuşuyorsun; “geçen hafta falanca bir kadın geldi yanıma” diyor. “oğlunuz sohbetlere gelsin dedi” diyor, “inşallah düzelir o zaman durumu dedi” diyor. inanmıyorum, “ne alaka ya?” diyorum.

“Okuldan ayrılmak zorunda kalıyorum”

dayanarak gelinebilecek bir nokta var. o noktadan sonra işler senin elinden çıkıyor. harp okulu’ndan ayrılmak zorunda kalıyorum. ayrılırken hiç unutamadığım bir anım var, arkadaşlarla vedalaşırken, benim durumumda olan ve 3 ay sonra ayrılmak zorunda kalacak olan bir devrem: “oğlum bize neden böyle davranıyorlar?” dedi. ben de bilmiyorum ki, neden böyle böyle davranıyorlar bilmiyorum. çocuğun yüzünde ne yaşama sevinci kalmış, ne umut kalmış, vatan, matan hepsi gitmiş, 19 yaşında çocuk neden bu halde olduğunu çözmeye çalışıyor.

“Kimseye derdini anlatamıyorsun”

biz ayrıldığımızda tüm kurumların kritik noktaları bunların elindeydi. kalanların da büyük çoğunluğu bunları karşısına almak istemiyordu. gidiyorsun derdini anlatamıyorsun. savcıya gidiyorsun, güveniyorsun adama. “sen boşver burdan bir şey çıkmaz” diyor(şimdi tutuklandı). gazeteciye gidiyorsun anlatıyorsun. yazıyor, dinliyor, “yaa, öyle mi, vah vah” yapıyor. sonra haber yapmıyorlar.

45 bin TL ceza

sivilde iyi bir üniversite kazanıp devam ediyorum. şak! diye askeri okulun tazminat borcu çıkıyor: 45.000 tl. 5-6 sene de süresi var. ailem ödeyemez zaten, iş arıyorum. asgari ücret veriyorlar en fazla. yetmiyor part-time ikinci bir işe giriyorum. sınav zamanı ders notlarını güç bela birilerinden bulup, projeleri bir şekilde verip dersleri geçiyorum. sosyal hayat diye bir şey yok zaten. iş-okul, iş-okul. neyse sonra mecliste yalvar yakar bir araştırma komisyonu kuruluyor. bizimle ilgili yapılan haberlerin yorumlarına bakıyorum. adam “zor olduğunu bile bile niye girmişler o zaman cık cık” diyor, “dayanamamışlar, zor gelmiş, şimdi de borçlarını ödemek istemiyorlar” diyor. “şu haberi bir oku bakalım sayın okur, orda öyle mi diyor” diye sinirleniyorum. daha o zaman cemaat-akp savaşı başlamamış, askeri okul tazminatları, polis kolejleri seviyesine çekilip bırakılıyor. biraz daha azalıyor yani. bilirkişiler açık açık “burada bir sıkıntı var” demesine rağmen daha derine inilmiyor. “neyse buna da şükür” diyip devam ediyorum. bu arada haberler gelmeye devam ediyor.

Cemaatçiler çok hızlı yükseliyor

harp okulu’nda vedalaştığım arkadaşım ayrılmış arıyor “kanka ben ne yapıcam” diye ağlıyor telefonda. “ne yapıcaksın, yeniden kalkıp savaşacaksın” diyorum, moral veriyorum, destek oluyorum. sonra başka haberler de geliyor. “duydunuz mu şu cemaatçiymiş, bu cemaatçiymiş, şu hatta abiymiş” falan. bazıları artık eskisi kadar gizlemiyormuş bile. kimisi kendi de söylüyor. birinci ağızdan öyle şeyler anlatıyorlar ki vay anasını serhat neler dönmüş ya diyorum. bir bakıyorum herifler hakkaten k.çlarına motor takılmış gibi kariyer uçuşu yapıyorlar. her yerdelermiş lan! her yerde. biz mal gibi uyumuşuz etrafımızda kıyamet koparken. annemin yanına gelen kadın bize acımış da yapmış resmen o teklifi. bende de taşlar yerine oturmaya başlıyor. “hayırlısı” diyip devam ediyorum. darbe girişimi olana kadar da samimi düşüncem yaptıklarının bu adamların yanına kar kalacağıydı. çünkü askeri birlikler tamamen kapalı alanlar ve söylediğin her şey havada kalıyor.

“Mahkeme sonuçlanıncaya kadar bekleyeceğim”

darbe girişiminin ertesi günü haberleri okuyorum. benim zamanındaki komuta teşkilatından durumunu öğrenebildiğim 4 komutan da işin içinde, diğerlerinin durumunu da daha bilmiyorum. o şerefsizleri ters kelepçeli, kanter içinde ordan oraya götürürlerken gördüm ya, yemin ediyorum benden 2 kilo yağ falan eridi gitti o saniye. o “biz ne bok yedik” bakışları var ya suratlarındaki, bir ömre bedel. benim kampta anam ağlarken, kenarda selam çalışan arkadaşlardan da şimdiye kadar iki tanesini gördüm. kimsenin hakkını yemek istemiyorum, o yüzden mahkeme sonuçlanana kadar bekleyeceğim. itiraflar başladı zaten. eğer önemli itiraflarda bulunmazlarsa bir daha gün yüzü görmeleri zor. her akşam dua ediyorum, inşallah insafa gelirler de ne var ne yok dökülürler. mahkeme sonuçlandıktan sonra da bana yapılan işkencelerin hesabını çatır çatır sormazsam namerdim.

buraya kadar okuyabilmişlere şunu söylemek istiyorum: hakkınız olmayan hiçbir şeyi talep etmeyin kardeşim. inanın bunu; “karakterli olun, dürüst olun” anlamında söylemiyorum. bir şekilde çıkıyor ve çıkarken misliyle çıkıyor. o çocuklar belki kendi haklarıyla pilot olamayacaklardı, çiğ köfteci olacaklardı. ama kafaları rahat olacaktı. onları seven insanlarla bir arada yaşayıp gideceklerdi. şimdi yüzlerce kişinin kanı, binlerce kişinin hakkı ve milyonlarca kişinin ahı boyunlarında “bu işi buralara kadar nasıl geldi?” onu düşünüyorlar. anaları babaları nasıldır düşünmek bile istemiyorum. çocukları ne durumdadır. merak etmeyin açlıktan ölmüyor kimse, dürüst namuslu adamsanız, ekmeğinizi de bulursunuz bir şekilde. yeter ki; hırslanmayın, kendi durumunuzu başkasının insafına bırakmayın. bugün soruyu verirler, yarın sicilini şişirirler ama en sonunda bir yerden çıkar sevgili kardeşim. bence bu yaşananlardan çıkarılması gereken en büyük ders o.

bu cemaatçilerdeki kibri de midem kaldırmıyor artık. ülkede yüzlerce insan ölmüş, binlerce insanın hayatı mahvolmuş, adam hala “okullarımızı kıskandılar” diyor. “acaba?” bile demiyor. “varsa aramızda böyle bir grup en yüksek cezayı alsın” bile demiyor. yuh, yemin ediyorum yuh. size söylenecek laflar tükendi artık.

Kaynak: ekşişeyler / ekşisözlük


**

Askeri okullarda FETÖ tarzı mobbing

FETÖ’cü subaylar askeri öğrencilere yıllarca baskı yapmışlar


Editor
Haber Merkezi ▪ İndigo Dergisi, 19 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. Amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İndigo Dergisi herhangi bir çıkar grubu, ideolojik veya politik hiçbir oluşumun parçası değildir.