İslami Feminizm: Türkiye’de başörtüsü ve türban

İslamcı Feminizm ya da İslami feminizm olarak son dönem düşün hayatında kendisine yer bulmaya çalışan melez ideolojilerden birisi olan; İslami düşün paradigması içerisinde dile getirilen feminist söylem ve uygulamalar bütünü olarak adlandırılan bu alanda, son dönemde ülkemizde de bir tartışma çizgisi gelişti.

İslami Feminizm ve feminizm hareketleri

Bu yazıda Fransız ve Amerikan Devrimleriyle birlikte ortaya çıkan feminist hareketin batı merkezli dışarıya yayılımı sonrasında ortaya çıkan farklı feminizm versiyonlarından “İslami feminizm” konusunu işlemeye çalışacağım.  

Feminizm genel anlamda, toplumsal cinsiyetin erkek lehine gelişen iktidarını sona erdirmeye çalışan bir eşitlik talebi olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla bu talep, eşitsizliğin, her alanda kadına uygulanan baskı ve sömürünün engellenmesi, kadının ikincil konumdan kurtarılması çabalarını da beraberinde getirmiştir.


Batı’da hak ve özgürlükler temelinde başlayan ve zamanla tüm dünyayı etkisi altına alan feminist hareket günümüzde de farklı kültürlerde, farklı versiyonlarla mücadelesini sürdürmektedir.

Değişen zaman içinde feminist hareketin de talep ve vizyonunda önemli değişimler olmuş; ama hareket temel olarak erkek egemen ataerkil sistemle olan mücadelesinden vazgeçmemiştir. Değişen kültürel ortam ve koşullara bağlı olarak farklılaşan feminist hareketler bulunmasına rağmen hepsinin ortak paydası olarak dile getirilen bir eşitlik talebi günümüzde de güncelliğini korumaktadır.

Türkiye’de feminist hareketin gelişimi de batıdaki gibi bir seyir izlemiş; fakat zamanla etki alanları farklılaşmıştır (İngün,2005:1). Batıdan farklı birtakım kültürel pratikler doğal olarak ülkemizdeki kadın hareketinin taleplerinde de farklılaşmalar yaratmıştır.

İslam kültürünün egemen olduğu ülkemizde feminizme, batıya nazaran biraz daha mesafeli yaklaşılmış ve talepler de kadın ile erkek arasındaki farklılıktan ziyade benzerlik vurguları üzerinden dillendirilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde zıt iki kutup

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla beraber hızlanan modernleşme serüveni toplumda bir iki kutupluluk yaratmış ve bu ikilik kadın hareketinde belirgin bir ayrışmaya neden olmuştur. Modernleşmeyle beraber ortaya çıkan laiklik süreci kadın üzerinden temellendirilmiş ve kadının kamusal alanda örtünmesinin engellenmesi ile zıt iki kutup yaratmıştır.

Bir tarafta laiklik temelinde başörtüsünün özgürlüğü kısıtladığını vurgulayan feminist hareket, diğer taraftan da kamusal alanda kendi özgür tercihiyle örtünmenin de bir özgürlük talebi olduğunu vurgulayan feminist ve/veya İslamcı hareket arasındaki ikilik ülkemizde kadın hareketinin tartışma ve görünürlük alanını genişletmiştir.

Dünya genelinde yaşanan yeni sosyal hareketler dalgası ile birlikte yayılan feminizm, ülkemizde de etkisini göstermiş ve İslamcı kesime ait kadınlar arasında da ciddi tartışmalar doğurmuştur.

Çeşitli İslami dergilerde, yayın organlarında ve kamusal mekanlarda kendini görünür kılmaya başlayan kadınlar bu şekilde seslerini duyurmaya başlamışlardır.

Dişilik değil kişilik” sloganı etrafında toplum içinde kendilerine yer açma talebiyle ortaya çıkan bu kadınlar her ne kadar feminizmi batı kaynaklı görerek Türk toplum yapısıyla tam olarak uyuşamayacağını düşünseler de kadın hakları konusunda başvurdukları bir referans olarak da bu hareketten faydalanmışlardır (İngün,2005:1).

Örtülü kadın kimliğiyle kendilerini kamusal alanda görünür kılmaya başlayan kesimler son yıllarda İslam pratiğinde oluşan kadın algısını da tartışmaya açarak eşitlik temelinde talepler ortaya koymaya başlamışlardır. Feminizm ve İslam arasında kurulmaya çalışılan ilişkiler zamanla “İslami feminizm” olarak adlandırılan bir kategori doğurmuştur.  İslami feminizm olgusuna geçmeden önce, feminizme dair kısa bir kavramsal çerçeve sunmak faydalı olabilir.

Feminizm: Kavramsal bir çerçeve

İslami Feminizm ve feminizm hareketleri

Feminizmi genel olarak, kadın – erkek arasındaki ayrımcılığa her yönüyle net olarak karşı çıkan, cinsler arasında siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan özgürlükçü bir görüş olarak tanımlayabiliriz.

Batıda Fransız Devrimi ile birlikte kadınların seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet hakkı ve kadın özgürlüğü kavramları çerçevesinde savunulmuştur. Feminizm cinsiyetçiliği, toplumsal cinsiyet temelli baskı ve sömürüyü sona erdirmeye çalışan bir karşı hareket olarak ortaya çıkmıştır. Temel sorun erkek düşmanlığı değil, tamamen cinsiyetçiliktir (Hooks,2000:2).

Felsefe Sözlüğü’nde feminizm

Kadınların erkekler tarafından meşru olmayan yollardan tahakküm altına alındığı inancına dayanan, bu tahakküm ve hiyerarşinin kökenine inerek kadınları zayıf, duygusal, akılsız, ahlaki erdemlerden yoksun varlıklar olarak gösteren geleneksel anlayışı kırmayı kendine amaç edinen felsefi ve etik yaklaşımlar bütünü olan feminizm; erkeklerin tahakkümüne ve kadınların öznel deneyimlerinin hor görülmesine yol açan önyargıları düzeltip, kadınların haklarını genişleterek cinsler arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmak amacıyla ortaya çıkmış ve özellikle 20. yüzyılda iyice gelişen bir toplumsal harekete dönüşmüştür (Felsefe Sözlüğü,2003:553).

Robert Sözlüğü’nde feminizm

Robert Sözlüğü’nde; kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin olarak tanımlanan feminizmin ortaya çıkışı 18. yüzyılın sonlarına rastlar. Latince kadın anlamına gelen femine sözcüğünden türetilen feminizm Fransızcaya 1837’den sonra, (Feme – kadın sözcünden türetilerek) İngilizceye ise 1890’larda womanism(kadıncılık) ismini alarak girmiştir (Sevim, 2005:7).

Kelime olarak ilk kullanımı 1880’lerde Fransa’da Hubertine Auclert tarafından La Citoyene adlı dergide erkek hakimiyetini eleştirmek için ve Fransız Devrimi tarafından vaat edilen kadın hakları ve özgürlüğünü öne sürmekte kullanılmıştır.

Feminizm çıkış ve kökenlendiği alan itibariyle batı temelli bir kavramdır. Avrupa’daki tarihi gelişimi içinde kaynağı daha önceki yüzyıllara götürülebilse de temelde Fransız ve Amerikan Devriminin gerçekleştiği 18. yüzyılda başlatılabilir. Marry Wolstonecraft’ın 1792 yılında tamamladığı “Kadın Haklarının Müdafaası” adlı eser Feminist düşünce akımının ilk önemli eserleri arasında sayılmaktadır. Harekete “feminisme” adını veren kişi ütopyacı Charles Fourier’dir (1837).

Feminist hareket tarihsel açıdan

1. Dünya Savaşı öncesi ve 1968 sonrasında olmak üzere iki döneme ayrılmaktadır. Bu dönemler birinci dalga feminizm ve ikinci dalga feminizm olarak adlandırılmaktadır. Birinci dalga feministler erkeklerle eşit haklar temelinde mücadele ederek, tek talepleri ekonomik ve politik konularda verilen kararların cinsiyet temelli değil, mesleki uzmanlığa göre belirlenmesiydi (Suman,2000, 80).

İkinci dalga feministler ise biyokültürel kimlik vurgularını güçlendirerek ikinci bir özneleşme talebi aşamasına geçerler. Onlar için erkeklerle eşit tanınmak artık yeterli değildir. Bu ikinci dalgayı başlatanlar siyasal yaşamda eşitlik mücadelesine odaklanmaktansa daha geniş bir kültürel dönüşüm talep ederler.

İkinci dalga feministler, benzerliklerinden çok farklılıklarını ortaya koyarak, erkekler eşitlik temelinde bir ilişki değil; kadın olarak farklılıklarının tanınmasını talep eden yeni bir özneleşme süreci başlatmışlardır (Suman,2000, 81).

İkinci dalga feministlerinin savundukları temel argüman, fiziksel, duygusal ve biyolojik olarak kadınların erkeklerden farklı olduğu ancak bu farklılığın kadınların erkeklerden daha aşağı olduğu ve toplumsal olarak ezilmelerinin meşru olduğu anlamına gelmediğiydi.


Temelde ataerkil toplumsal formasyonu eleştiren feminizm hareketini bir bütün olarak çözümlemeye imkan tanıyan bir ortak payda teorisi geliştirilemediğinden; feminist düşünürler, liberalizm, Marksizm, psikanaliz, var oluşçuluk, radikalizm, derin ekoloji gibi düşünce akımlarının etkisinde kalarak oluşturdukları teoriler ile alternatif çözüm arayışlarına girmektedir.

Bu feminist teorilerin tümü kadınların ataerkil toplumsal düzen yapısı içerisinde değersizleştirilip nesneleştiklerini söylemekte ve bunun nedenlerini sorgulamaktadır.

İslami feminizm nedir?

İslami Feminizm ve feminizm hareketleri

İslamcı Feminizm ya da İslami feminizm olarak son dönem düşün hayatında kendisine yer bulmaya çalışan melez ideolojilerden birisi olan; İslami düşün paradigması içerisinde dile getirilen feminist söylem ve uygulamalar bütünü olarak adlandırılan bu alanda son dönemde ülkemizde de bir tartışma çizgisi gelişti.

Özellikle örtünme pratiği üzerinden kendisini kamusal alanda görünür kılmaya başlayan modern, eğitimli ve varlıklı genç Müslüman kadınların başlattığı tartışmalar gittikçe yaygınlık kazanarak genişlemektedir.

Modern insan hakları literatüründe tüm insanların eşitliği temelinde geliştirilen söyleme rağmen, İslam dünyasının gündelik yaşam pratiğinde, geleneksel inanışlar ve dini inanca dayalı güncel konjüktürel ortamla uyuşmayan kadın – erkek ayrımı ve erkeklerin üstünlüğü söylemine karşı, İslamcı kadınların eşitliği ve/veya üstünlüğü savunan bir bakış açısıyla İslam dininin imkanlarını harmanlamaya çalışan çabalar İslami feminizm denen bir alan yarattılar.

1990’larda kullanıma giren ve yaygınlaşan İslamcı Feminizm terimi İranlı kadın akademisyen ve yazarlar Afsaneh najmabadeh ve Ziba Mir – Hosseini’nin araştırmasına göre Tahran’da Shahla Sherkat tarafından 1992 yılında kurulan kadın dergisi Zanan‘da kullanılmış, Suudi Arabistan’lı yazar Mai Yamani tarafından 1996 yılında, kitabı Feminism and Islamda kullanılmıştır.

Türk akademisyen ve yazarları Yeşim Arat ve Feride Acar da terimin Türkçe’deki ilk kullanımını Nilüfer Göle’nin Modern Mahrem (Türkçe’de 1991 İngilizce’de 1996 yılında basıldı) kitabında tespit etmişlerdir.

Genel olarak İslamcı feminizm terimi, İslami paradigma içinde telaffuz edilen feminist söylem ve uygulamaları işaret etmekte kullanılmaktadır. Eğitimlerinin bir bölümünü batılı ülkelerde tamamlamış, batı dillerinde eserler kaleme alan çoğu Arap dünyası ve Hint alt kıtasından akademisyen/yazar kadınların eserlerinde, İslami kaynaklar çerçevesinde işlenen ve modern dünyadaki feminist hareketlerin söylemlerinden ve akademik çalışmalardan da faydalanarak işlenen “kadın hakları” ile birlikte İslamcı feminizm söylemi gelişmiştir.

Din ile doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınan söz konusu yazarlar eserlerinde, dinde feminist söylem ile çatışan unsurları, tarihselci perspektiften getirdikleri okumayla geleneksel yorum geleneğindeki evrensel, özcü bakış açısının da ayrıntılı bir eleştirisiyle birlikte tali bir düzleme yerleştirmektedirler.

İslami feminizm neden etkili olamadı?

Virginia Commonwealth Üniversitesinde İslam Çalışmaları alanında profesör olan Amina Wadud, İslam feministlerinin dışında Müslüman feministler adı altında başka bir tanımlama kategorisi geliştirmektedir. Bunlar, erkek ve kadın arasındaki eşitlik vurgusunu güçlendirip yüceltmek yerine, İslam’ın yeniden yorumlanması gerektiği fikrini savunmaktadır.

Müslüman feministler, İslam dininin kadın sömürüsü ve ataerkil dizgenin güçlü olduğu bir toplumsal formasyonda doğduğunu, Kuran’ın bu toplumu tanımladığını ve bu yüzden de oluşan hiyerarşik sınıflamayı anlayıcı bir farkındalıkla toplumsal hayattaki pratiklere bakmamızı önerirler (İngün, 2005:108).

Batı’da dinle doğrudan çatışan ve dini, hem öz hem de tarihi süreçteki gelişimi itibariyle ataerkilliğin hem kaynağı hem de taşıyıcısı gören feministlerin yanısıra dini öz olarak eleştirmekten kaçınan ancak tarihi süreçte getirilen yorumları ve kurumları eleştiren feministlerden aldıkları ilhamla müslüman feminist yazarlar İslamiyet’in kökeniyle, peygamberin erkek oluşuyla ilgili herhangi bir eleştiriye girmekten özenle uzak durmakta ancak tarihi yorumu kıyasıya eleştirmekten geri durmamaktadırlar.

İslamcı feminist yazarlar

Hz. Muhammed’in sözleri yani hadislerin güvenilirlik şartlarını geleneksel otoritelerin kıstaslarının dışında akli kıstaslarla eleştiren ve reddebilen islamcı feminist yazarlar, İslam geleneğinde korunmuşluğu konusunda en ufak şüphe duyulmayan kutsal metin yani Kuran’daki erkek üstünlüğüne ilişkin bazı ifadeleri o günün Arap toplumunun sosyo – ekonomik yapısının gerektirdiği bir zorunluluk çerçevesinde yorumlamakta, metnin açık anlamından ziyade gizli ya da açık toplumsal hedefi üzerinde yoğunlaşılması gerektiğine inanmaktadırlar.

İslam feministlerine göre İslam dini, ataerkil zihniyetle çevrelenen erkekler tarafından adeta esir alınmış. Bunlara göre İslam kadınları ikincil konuma sokan yorum ve uygulamalardan arındırılarak özgürleştirilmelidir.(İngün,2005:109).

Genelde son yıllara kadar Türkiye’deki İslami kesimler kadın hareketlerini hep batı kaynaklı olarak görmüşlerdir. Batıda Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinde cinsel özelliklerinden dolayı suçlanmış ve toplum dışı bırakılmış olması nedeniyle, orada birtakım kadın hareketlerinin başlaması ve gelişmesi için haklı nedenler olduğunu belirtmişlerdir.

Bu nedenle de bütün ilahi dinlerin aynı düzlemde yargılanmasının feminist hareketlerin bir yanılsaması olduğunu vurgulamış ve İslam dinini bunun dışında tutmuşlardır (Aktaş, 1991:251–259). Bu yaklaşımların etkisiyle İslami feminizm uzun süre konuşulmamış ve etkili olamamıştır.

Türkiye’de İslami feminizm

İslami Feminizm ve feminizm hareketleri

Türkiye’ye gelince özellikle 90’lı yıllardan sonra özel TV kanallarında artan müslüman kadın kimliğine ilişkin tartışmalar ekseninde İslamcı Feminizm içerisinde değerlendirilebilecek konuların kamuoyuna getirildiğini görmekteyiz. Bu çerçevede başörtüsü, cuma namazı vs. konularında gündeme gelen tartışmalar İslamcı Feminist taleplerin toplumda görünürlük kazandığını da göstermektedir.

1980’li yıllarda gelişen feminist hareketlerin çekirdek kadroları içerisinde yer alan kişiler İslam konusunda yeterince bilgili olamadıkları için dine dayalı bir eleştiri ve cevaplama durumu olmamıştır.

1990’lı yıllarda İslamcı kadın söyleminin, İslamcı kadın kimliğinin özneleşme süreciyle birlikte sorgulanması ve tartışılmasıyla gelişen alanda “kadın kimliği ve kadınların kaleminden kadın erkek herkes için” şiarıyla yayınlanan Mektup dergisiyle birlikte batı dünyasının yaşam tarzındaki kadın ve cinsellik anlayışları, kadın bedeninin kapitalist dizge içerisinde metaya dönüştürülerek sömürüleştirilmesi, İslam’ın en yetkin ve olgun dönemi olan Asr – ı Saadetteki kadın pratiği, kadınların seçme ve seçilme hakları gibi konular etrafında geliştirilen tartışma ve çözümlemeler ‘İslami feminizm’in temellerini oluşturmuştur.

Türkiye’de İslamcı Feminizm; türban ve örtünme konusu

Türkiye’de İslamcı Feminizm içerisinde değerlendirilebilecek ve kamuoyunda en yaygın tartışma alanını oluşturan konu türban ve örtünmedir. 1980 darbesi sonrası süreçle başlayan ve 28 Şubat’ta laik kesim tarafından kesin bir şekilde karşı çıkılan kamusal alanda örtünme yani türban takma eylemi son yıllarda İslam’ın kamusal alandaki tartışmalarının ana odağını oluşturmaktadır.

Bu alan üzerinden başlayan yaygın görünürlük ile beraber kendilerini İslami bir özneleşme süreci içerisinde tanımlayan Müslüman kadınlar gittikçe daha da genişleyen bir İslami pratikler alanında kendi söylemlerini yansıtmaya başladılar.

Tartışmaların karşılıklı artmasıyla genişleyen konu gittikçe daha da derinleşmeye başladı. Eğitimli genç Müslüman kadınlar gün geçtikçe daha fazla söylem geliştirerek şimdiye kadar görülmeyen bir kadın bakış açısı merkezli İslami yorum ve uygulamalar pratiği geliştirdiler. İşte İslami feminizm denen olgu bu söylem ve uygulamalar alanındaki derin tartışmalar sonrasında ortaya çıktı.


Kaynak

  • İngün, Özlem (2005), Feminizm ve İslam İlişkisi: ‘İslami Feminizm’ (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Uludağ Üniversitesi: Bursa
  • Suman, Defne (2000), Feminizm, İslam ve Kamusal Alan (Nilüfer Göle, İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri içinde), Metis yayınları: İstanbul
  • Aktaş, C. (1991), Kadın Toplumsallaşması ve Fitne, İslami Araştırmalar, Cilt 5, Sayı 4, s. 251 – 259
  • Felsefe Sözlüğü (Hazırlayanlar: A. Güçlü, E. Uzun, S. Uzun, Ü.H. Yolsal), Bilim ve Sanat Yayınları, 2003, Ankara, 1728 sayfa
  • Hooks, Bell (2000), Feminizm Herkes İçindir, (Çev: Ece Aydın vd.), Çitlembik Yayınları: İstanbul
  • Kara, N. (2006), 80 ve 90’larda Türkiye’de Feminist Hareketler, Kadın Çalışmaları Dergisi, Sayı:3, s. 16 – 39.
  • Sevim, Ayşe (2005), Feminizm, İnsancıl Yayınları: İstanbul

Kuran-ı Kerim’de türban ve başörtüsü var mı? Bahriye Üçok açıkladı