Kadının “meta” olup olmadığı üzerine sonu gelmeyen tonla yazı okumuşsunuzdur. İtiraf etmeliyim ki ben bu tarz yazıları hiç okumadım; ama kendi sınırlarım içinde fazlasıyla düşündüm durdum.
Çağımız görsel sunumun her şeyin önüne geçtiği, pazarlamanın göze hitap edilerek yapıldığı bir zaman dilimini kaplamaktadır. Bir yazının okunabilirliği bile onun içeriğinden çok görselliğiyle doğru orantılı hale gelmiştir. Gazete sayfalarında artık daha fazla fotoğraf daha az yazı vardır. Öyle ki internet dergilerinin kotalarını bile dolduracak derecede fotoğraflar sorun haline gelmiştir.
Bir otomobil fuarına iki sebeple gidebilirsiniz. Birincisi yeni nesil ve hiçbir zaman sahip olamayacağınız otomobillere bakmak; ikincisi yine hayatınız boyunca belki tenine bile dokunamayacağınız güzel mankenlerin fotoğraflarını çekmek için.
Ertesi gün gazeteler şu yorumu yaparlar.
“Mankenler, otomobillerin önüne geçti.”
“Bu fuar otomobiller mi yoksa mankenler mi?”
Yine biliriz ki teknolojik olan bütün ürünler eninde sonunda bu mankenler tarafından tanıtılır. Manken sunumu yapılan bir şeyi göstermenin en güzel ve kolay yoludur.
Kadın bundan önceki çağlarda asla ortalıklarda görünen bir cins değildi. Güzel kadınlar ancak balolarda bütün zarafetiyle boy gösterirdi. Bir pazarlama aracı olarak düşünülemezdi bile. Kapitalizm her şeyin alınıp satılabileceğini, paranın en yüksek güç-değer, hatta İngiltere Kraliçesi’nin bile satın alınabilir olduğunu ispat etmiştir. Eşyanın doğasına uygun olan da yeryüzündeki her canlının, nesnenin, varlığın da meta haline gelmesiydi. Eskiden köleler, cariyeler vardı. Sonra insan düşüncesi kendi içinde devrim yaptı ve demokrasi, gönüllük, kabullenmeyi getirdi. Artık herkes işini gönüllü seçiyordu.
Kadın da bu gösteride rolünü kısa bir süre içinde aldı. Önce dergilerde görülmeye başladı. Bu dergilerdeki kadın fotoğrafları bile kurulu düzen içinde yaşayanlar için ayıp niteliğindeydi. Ama sınır kısa bir süre içinde aşıldı.
Viktorya dönemi kadını özellikle ikinci dünya savaşının hemen ertesinde, sonra da 1968 hareketinin içinde düzeni salladı. Kuşkusuz bu kadının özgürleşme hareketiydi. Kadın bütün –feodal; geleneksel-bağlarından, erkekten özgürleşiyordu. Üstelik bunu kadının kendisi yapıyordu. Kadın özgürleşirken her şeyin altında kalkabilecek bir direnişe geçiyordu.
Kadın özgürleşirken sistem onu içine dâhil edip, zaten insan doğasında var olan güdüyü de kullanarak daha kolay bir meta haline gelmesini, üstelik bunu da gönüllülük esasıyla gerçekleştiriyordu.
Bu noktada ara veriyor kapitalizmin başarısı için ayağa kalkıp dakikalarca alkışlamaya başlıyoruz ve kendisinden “bis” (*) yapmasını rica ediyoruz.
Demokrasinin gözünün yağını seveyim
Artık kadının her şeyi sistem tarafından değerlendirilebilir, kullanılabilir hale gelmiştir. Şimdi kadınlar ayağa kalkıp “Bizim vücudumuz meta değildir!” diye isyan etmektedir.
Elbette burada bir kırılma noktası daha var. Kadınların vücudunun meta olmadığını haykıranların önemli bölümü vücudunu zaten meta olarak kullanmayanlardır. Yani işin doğası gereği bunu gönüllük esasına göre kabullenmiş manken kızlarımız, film-tiyatro-reklam aktrislerimiz, şarkıcılarımız ya durumdan şikâyetçi görünmemekte ya da seslerini artık vücutlarını meta olarak teşhir edememeye başladıktan sonra çıkarmaya başlamaktadırlar.
Ve geçen ay işlediğimiz türban meselesinde kadın yine bir metadır; araçtır. Kadının kapanması ideolojinin ya da inancın önüne geçmiştir. Kadın bir kere daha ön saflara sürülmüştür. Fotoğrafta bu sefer başı bağlı olanları görürsünüz; ama rolünün değişmediğini fark etmezsiniz bile.
“Çocuk da yaparım kariyer de!”
Bu noktada şunu söyleyeceğiz; kusura bakmayın ama kadın bedeni metadır.
Düzen her şeyi kendi istediği şekilde formatlayıp kullanırken ve biz de bunun içinde yaşarken, “çocuk da yaparım kariyer de” nispetiyle biraz da kendi doğasını sorgulamadan, erkek duruşunun karşısına ayna gibi dikilen kadının mücadelesini geldiği nokta burasıdır.
Bütün mücadele yöntemlerinde olduğu gibi çıkmazlarla doludur; tıkanmıştır.
Fransa’da 1968’de olup bitenler hiç de azımsanmayacak güçteydi. Düzen çok ciddi bir sarsıntı yaşıyordu. Gençler, başta kadınlar olmak üzere başkaldırmıştı. Cins, ırk ayrımcılığına karşı savaş açılmış gibiydi. Kapitalizm buradan çok güzel dersler çıkardı. Bir kere o enerji ile savaşmadı; onu içine dâhil etti. Gücünden faydalandı. Talepleri dinledi ve özgürleştirdi. Bugünün dünyasında söz sahibi olan yönetici sınıflar 1968 kuşağının temsilcileridir ve içlerinde kuşkusuz yoğunlukla da kadınlar vardır.
Burada bir giriş yapmış olduk. Bu sene konularımız biraz daha spesifik olacak. Biraz daha sorgulayıcı aykırı cümleler kuracağız. Kadın “imgesiyle” birlikte bende çok fazla yer işgal ediyor. Sanırım kadın üzerine biraz daha fazla düşüneceğim.
Özellikle de kadını meta değeri haline getiren güzelliğiyle ilgili…
* Bis: Konserlerde bir sanatçı veya grubun sahneyi terk ettikten sonra seyircinin alkışları sonucunda tekrar sahneye çıkması