Sürekli gülümseyen ve ışık saçan bir ruha ve yüze sahip olduğu için kendisine “Mutlu Fatma” ismini taktığımız 26 yaşındaki Suriyeli genç kadının hikayesi…
Mutluluk arayışı öyle bir dünya kanunudur ki birçok kanun değişse de bu arayışın kanunu değişmez.
İnsan ne istediğini bilmeyen bir varlık olduğundan neyin mutluluğa sebebiyet verdiğini de tayin edemez. Birçok noktada mutluluk sebebine sahip olabilecek kişiler daha fazla istek ve beklentileri yüzünden mutlu olamazlar. Hep daha fazlasını ve farklısını bekler olduklarından ötürü de, bu gelip geçici hayatı kendilerine kabus ederler. Bunun temel sebebi; en ilkel insanın bile doymak bilmeyen nefsidir. İnsan hayatı içerisinde istediği birçok duruma sahip olur, fakat bunun bir sonu da gelmez çünkü bu sürekli bitmek bilmeyen “talep etme hali” her daim devam eder. “İşte aradığım buydu, mutluluk budur” diye bir tanımlama da yapamaz insan. Sadece mutluluğun ne olduğundan bahsetmek ile yetinir, uygulamaya döktüklerinde ise birçoğu sınıfta kalır.
Kendi mutluluk arayışım içerisinde farklı yaratılmış prototipi gözlemleme imkânım oluyordu. Bir sürü iyi pozisyonda, kariyer sahibi hali vakti yerinde kişilerin sahip oldukları hayata bakmaksızın “acıların çocuğu” rolünde olduklarını, incir çekirdeğini doldurmayacak konuları kendilerine dert edindiklerini fak ettim. Bunun ile birlikte hepsinin ortak noktası; hayatları da, memlekette olup bitenleri de sadece eleştirmek, kınamak, sosyal medya üzerinden dünyayı kurtarmak fakat iş icraata gelince; “ben bir başıma sistemi değiştirebilen nasıl olabilirim ki? Böyle gelmiş böyle gider bu kervan” diyerek hayıflanmaktı. Bu ne aradığını, neden var olduğunu, hayata hangi sebeple getirildiğinin dahi farkında olmayan kişiler, çevrelerindeki diğer mutsuzluk girdabına girmeye hazır olan kişileri de yanlarına çekmeye uğraş veriyorlardı. Mutsuzluk girdabındaki daha fazla insan sayısı mutsuzluktan beslenen kişilerin haklı çıkabilmelerine sebebiyet veriyordu.
Öte taraftan hayat nasıl ki zıtlıklardan oluşuyorsa, bu durumun da tavan tabana bir zıtlığı olduğunu fark ettim. Yaşadığım şehrin en varoş semtlerine yaptığım ziyaretler ve orada tanıştığım kişiler bana “mutlu insan” olmanın gerçekten ne olduğunu öğrettiler. Buralara yaptığım ziyaretlerin ilk günün de söylediğim tek cümle “depresyon ve panik atak zengin hastalığıymış” oldu. Sefalet, hayat zorluğu ve imkansızlıklar içerisinde gülümseyen ve hayata umutla bakan yüzler gördüm. Kocalarına aşık kadınlar, kadınlarına üç kuruş kazandıkları para ile kraliçe muamelesi yapan erkekler tanıdım.
Mutlu Fatma
Bu kadınlardan biri de sürekli gülümseyen ve ışık saçan bir ruha ve yüze sahip olduğundan kendisine “Mutlu Fatma” ismini taktığımız 26 yaşındaki Suriyeli genç bir kadındı. Mutlu Fatma ailesini geride bırakmak zorunda kalıp tek başına savaştan kaçmış kadınlardan sadece biriydi. Burada bir Türk ile evlenip sıfırdan bir hayat kurmayı başarabilmişti. Yaşadığı ev yarı inşaat halinde borç ile sadece beyaz eşyalarını alabilmiş, mobilyası olmayan bir evdi.
Mutlu Fatma’nın kocası gevrekçilik yaparak evini geçindiriyordu. Kocasına da aşıktı Fatma, ondan bahsederken aşkla tutkuyla bahsediyordu. İki tane de evlat vermişti kocasına. Aşkın bir kadını ne kadar güzelleştirebileceğini, ışıl ışıl parlatabileceğini Mutlu Fatma’nın yüzüne baktığınızda görebiliyordunuz. Ne yalan söyleyeceğim; etrafım bir sürü olanaklarla çevrili olmasına rağmen kendimi fakir hissettim ve Mutlu Fatma’ya özendim. Çünkü o hayatın sırrını, mutluluğun formülünü kendi içerisinde bulmuştu. Hepimizin sahip olduğundan çok daha fazlasına sahipti.
Mutlu Fatma’nın mutluluğu azla yetinebilmekte, şükretmekte, aşkta ve koşulsuz karşılıksız sevgideydi. Bizlerdeki çokluğun fakirliği, Mutlu Fatma’da azlığın zenginliği olmuştu.
Yazarın Notu: Bu yazı yaşadıkları tüm zorluklara rağmen direnen tüm Suriyeli kadınlara ithafen yazılmıştır.