Turizmde ‘ben yaptım oldu’ mantığından ne zaman çıkılacak? Türkiye’de turizm sektörünün markalaşması neden önemli? Müşteri memnuniyeti, güvenilirlik, görsellik ve eğitim gibi faktörler turizm sektörümüzü nasıl ileri taşır?
Turizm: Göze hitap etmek
Bir ay önce İtalya’ydık doğudan batıya tüm kuzeyini karış karış gezdik ailece. Uzun bir süre yurt dışında kalınca ister istemez kendi ülkemle kıyaslamalar başlıyor zihnimde. Öncesinde “turizm sektörünün ben yaptım oldu” mantığından çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin Cenova’ya daha girer girmez, tüm binaların çatılarının aynı renk olması, (bu rengin de çok açık bir kahverengi olması) binaların tamamında istisnasız 2 kanatlı yeşil renk panjur bulunması sizin o şehri sempatik bulmanızı sağlıyor. Yapılan mimariden belediyeciliğe kadar herkes bu konuda el birliği ile çalışmış ki, böyle bir uyum ve bütünlük ortaya çıkmış. Yenilenen, tadilat gören veya yeni yapılan binalarda da aynı çizgi devam ediyor. Kaldığımız otelin penceresi de böyle yeşil panjurluydu, açmak için ellediğimde, metal alaşımdan yapıldığını gördüm, elleyene kadar tahtadan yapıldığı anlaşılmayacak şekilde tasarım ve boyama yapmışlar. Turizmde görsellik ne kadar önemlidir bir kere bunu İtalyanlar iyi kavramışlar.
Su ısıtıcısı ve çay olmazsa olmaz!
Gelelim ikincisine, biz Türkler misafirperverlik ile övünürüz her zaman. Ancak övündüğümüz ağırlamalarımızda nedense otellerde bir su ısıtıcısı ve fincan yer almaz. Hâlbuki biliriz biz Türkler için çay, su kadar elzem bir içecektir. Hatta tanıdığım birçok kişi çayı sudan daha fazla içer. Hal böyleyken otellerimizde bir su ısıtıcı, poşet çay ve fincan aklımıza gelmezken, İtalya’da kaldığımız her otelde bu detay düşünülmüştü. Belki küçük bir detay ama bütün gün yorgunluktan bitap halde otele gelip duşunuzu alıp, dinlenirken de bir fincan çay çok değerli ve önemli olabiliyor bence. İtalyanlar bir su ısıtıcısı ve poşet çayla benim kalbimi kazandılar.
Küçük detaylar büyük mutluluklar
Diğer bir detay, daha önceki İtalya yolculuklarımda hiç rastlamadığım bir şeydi. Banyolar kaldığımız tüm otellerde yeniydi ve hepsinde de klozetin yanında yer alan bidenin bulunmasıydı. Bidelerde suyun sıcaklığını ayarlayabilecek bir musluk koyarak daha da konforlu yapmışlar. Bu şekilde hem doğulu turistlere hem de Japonlara daha iyi hizmet edebileceklerini anlamışlar sanırım. Ehh, sonuçta Japonlar gezmeyi çok seviyorlar ve İtalyanlar “bize gelsinler” diye onlar için böyle bir özellik düşünmüş olabilir. Önemli olan bu konuda kafa yorup, “doğulu turisti nasıl çekeriz ve nasıl daha iyi ağırlarız” konusunda çalışmış olmalarıdır.
Turizmde işbirliği
Turizmin kendileri için bir rekabet olmadığını keşfetmişler. Öyle ki girdiğimiz restoranda tiramisu olup olmadığını sorduğumuzda, “Bizde tiramisu yok ama yandaki restoranda var, oraya gidebilirsiniz” diyerek önermeleriydi. Biz olsak, hayatta yakaladığımız turisti bırakmayız, başka seçenekler sunar kafasını karıştırır, hatta ikna ederiz, kendimizde bulunan tatlının daha lezzetli olduğunu söyleriz, hala turist tiramisu isteğinde ısrar ediyorsa, yemekten sonra kendimiz gider alır, o tatlıyı bizim restoranda yediririz.
Güvenilirlik
Üç yıl önce Legoland için gittiğim Danimarka Billund kentinde, her marketin, restoranın ve mağazanın sattığı ürünlerin fiyatını tek tek yazdığını görmüştüm. Türkiye’de bir turistik mağazada ürünlerde etiket olmaz ve tek tek sormak zorunda kalırsınız. Belki göstermelik birkaç şeye koymuşlardır, ama genelinde fiyat etiketi yoktur. Sorduğunuz ürünün fiyatını öğrendiğinizde de “acaba kazıklanıyor muyum?” duygusuyla doğru fiyat olup olmadığından emin olamazsınız. Güvenilirlik bence turistin para harcamasında en etkili unsuru oluşturur.
Müşteri memnuniyeti
Bir diğer detay komşumuz Yunanistan’dan. Bundan 16 yıl önce Rodos adasına gittiğimizde rezervasyon esnasında Türk olduğumuzu belirmiştik. Her gün yatağımızda farklı konseptlerle süsleme görmüştük. İlk gün çiçeklerle, ikinci gün meyvelerle, üçüncü gün bir şişe şarap. Evet çok memnun kaldık bu durumdan ve her oraya giden eşe dosta kartını verdik. Müşteri memnuniyeti mükemmeldi.
Yabancı dil
Gene Yunanistan’da kaldığımız otelin sahibi ile yaptığımız sohbetlerde, turistlerle haşır neşir olabilecek herkesin eğitimden geçtiğini öğrendim. Belediye turist mevsimi bitince yani kışın, ada esnafı ve işletmecilerine İngilizce kurslar açıyormuş, katılım zorunlu, herkes derdini anlatacak kadar yabancı dil bilsin istiyorlarmış. Sonra turistlere nasıl davranılır, nelere dikkat etmek gerek diye adap ve usul dersleri veriyormuş belediye. Öncelikle taksi şoförleri ve otel çalışanları alıyormuş bu eğitimi.
Öne çıkan yöresel ürünler
Ciddi ciddi komisyonlar kurup, her adanın öne çıkan yöresel nesini meşhur edebilirizi tartışıyorlarmış. Ve bu ürünün satılması için reklam yapıyorlarmış. Amaç üreticinin de adaya gelen turistten para kazanmasıymış. Dikkatinizi çekerim 16 yıl öncesinden bahsediyorum. Kimse demesin, “Tüm Avrupa’nın zengini niye Yunan adalarına gidiyor?” diye.
Geçen yaz Bodrum’un koylarını dolaşırken, Türk el malı üründen daha fazla Çin malı ürünler gördüm. El yapımı olanların ise fiyatları çok pahalıydı. Hal böyle olunca “almayayım bari onca para verip” diyorum. Hâlbuki insan psikolojisi, yeni bir yere gidince, oraya ait bir anı oluşsun diye bir parça bir şey almak ister. Ama bizim geleneksel ürünlerimiz çok pahalı olunca, boş verip almaktan vazgeçebiliyorsunuz. Bodrum bezinden yapılan peştamallarımız meşhurdur malum, annem bir tane kendine bir tane de bana almış. Paketi açıp etiketi okuyunca, Çin’de üretilmiş olduğunu görüp hayal kırıklığına uğramıştım.
Acil turizm politikası
Türk hükümeti acil bir turizm politikası oluşturmalıdır. Hangi ürün yöreseldir, neyi meşhurdur, hangi ürünü turiste satabiliriz, bundan kimler para kazanır. Kimlere üretebiliriz, kimlere kaynak oluşturabiliriz gibi… Sadece el birliği ile bu ülkenin turizmi kalkınır, öyle tek bir kişinin spesifik çalışması ile olmaz. Devlet komisyonlar kurup, o yöre halkıyla işbirliği içinde projeler yürütmeli, marka ürünler oluşturmalı, ayrıca turizm ile uğraşanları eğitmeli ve bilgilendirmeli. Güven veren bir ortam oluşturulmalı.
Turizm sektöründe kısa vadeli değil, uzun vadeli hedefler konmalı. Öyle reklam yapıp ünlü Amerikalı aktörleri reklamda oynatmakla olmuyor bu işler. Bakınız, birkaç gün sonra Midilli adasına gideceğim; şimdiden adadan ayrılmadan önce hangi marka Uzo alınır, hangi peynir alınır biliyorum. Markalaşma budur. Yunanlılar bunu başarmış. Ve Türkiye’nin markalaşmaya ihtiyacı vardır.