Düşünmeden yargıya varmak ve acıyı bal eylemek

Düşünmeden yargıya varmak, ahmakların savunma mekanizmasıdır. Öyle deniliyor. Doğru bilgiye sakinlik içinde araştırarak, doğru sorular sorarak ulaşılabiliyoruz.

Düşünmeden yargıya varmak ve acıyı bal eylemek

Düşünmeden yargıya varmak ve acıyı bal eylemek

Acı bizi olgunlaştırır felsefesini herkes bilir. Her canlının ölümü tadacağı gibi, her canlı da acıyı tadacaktır. Acıyı bal eylemek ise arının bize verdiği dersi görerek gerçekleşebilir. Elbette arının bir iğnesi olduğunu öğrenecek, görecek ve yeri geldiğinde de verdiği acıyı tadacağız. Bize verdiği acı onu bizim düşmanımız yapmalı mı?


Düşünmeden yargıya varmak, ahmakların savunma mekanizmasıdır. Öyle deniliyor.

Doğru bilgiye sakinlik içinde araştırarak, doğru sorular sorarak ulaşılabiliyoruz. Ancak bu yolu takip edebilen insan içsel güzelliğini koruyabiliyor ve bu sayede; kendisine, karşısındakine, ailesine, yaşadığı topluma zarar verme riskini en az seviyeye indirebiliyor.

Dolayısıyla niyetimiz iyiyse ön yargılarımızın bizi esir alması kolay olmuyor (İstisnalar kaideyi bozmaz). Niyetimiz kötü ise de zaten tüm güzel duygularımızı kendimiz esir etmiş oluyoruz. Yani asıl köle; kendimiz oluyoruz ve en önemlisi de, bu bizim seçimimiz oluyor.

Yaşlı Kızılderili reisi ve torunu

Her ihtimalde fiziksel olarak insan bedenine sahibiz ve her ihtimalde insana bahşedilen her duyguya her birimiz sahibiz. Yaşamımız içinde, olmayı seçtiğimiz insan olup çıkıyoruz. Bunu daha iyi anlatabilmek için, pek çoğumuzun bildiği şu hikayeyi bir kez daha hatırlayalım;

Yaşlı Kızılderili reisi ve torunu kulübelerinin önünde oturmuşlar, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı.
Köpeklerden biri beyaz, öteki siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendisini bildiğinden bu yana o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli gözününde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki kurt köpeğiydi bunlar.

Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin neden ikinci köpeğe gereksinim duyduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.

Torununun bu yöndeki sorusunu, yaşlı reis bilgece bir gülümsemeyle yanıtladı: “Onlar benim için iki simgedir yavrum.” dedi; “Biri iyiliğin, öteki kötülüğün simgesidir.

Aynen bu köpekler gibi, iyilik ve kötülük de içimizde sürekli bir savaş içindedir. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için sürekli yanımda tutarım onları.” Çocuk sözün burasına bir nokta koydu; “onların arasında bir savaş varsa, kazananı, kaybedeni de olmalı” dedi. Çocuk yeniden sordu: “Dede, sence hangisi kazanıyor bu savaşı?” Reis, şu yanıtı verdi: “Ben, hangisini daha çok beslersem, savaşı o kazanır.”

Negatif düşünce ve endişe

Yargının ahmaklığı ve acıyı bal eylemek

Şimdi pek çoğumuz “negatif düşünceli, endişeli olmayı ben seçmedim ki” diyebiliriz. Olaylara, kişilere karşı yüklediğimiz anlam, korku ve endişe seviyemizi rahatça etkileyebiliyor dolayısıyla da bizleri negatif düşünceye çekebiliyor.

“Yani anlam yüklemeyelim mi? ” diye sorarsak o kadar da değil. Hayatın anlamı, anlam yüklersek oluşuyor. Sorun ise anlamı dengeli yükleyebiliyor muyuz?

Elbette arının bir iğnesi olduğunu öğrenecek, görecek ve yeri geldiğinde de verdiği acıyı tadacağız. Bize verdiği acı onu bizim düşmanımız yapmalı mı?

Neden bize bu acıyı tattırdığını düşünüp, öğrenebiliriz. Zihin bu düşünme ve öğrenme eylemini gerçekleştirdiğinde elbette arının bizimle bir derdi olduğunu (canlı formunun devamı için gerekliliğini) fakat derdinin bize zarar vermek olmadığını, onunla yollarımızın birleşmesinin bir sebebi olduğunu, buradan da ne ders çıkarmamız gerektiğini gösterebilir.


Yetilerimizi kullanmak bizim seçimimizdir. Acı bizi olgunlaştırır felsefesini herkes bilir. Her canlının ölümü tadacağı gibi, her canlı da acıyı tadacaktır. Acıyı bal eylemek ise, arının bize verdiği dersi görerek gerçekleşebilir. Her arı gördüğümüzde ön yargı ile bakarak balın tadını alabilmemiz pek mümkün olmayabilir.

Mesela; aldatıldık mı, dolandırıldık mı, hakarete mi uğradık? Sakin olup ön yargılarımızı bir tarafa bırakır, olayın dışına çıkarak sanki yaşadığımız başka birinin başına gelmiş gibi seyredebilirsek en doğru tabloyu çıkartma olasılığımız yükselir.

Yaşadığımız her ne olursa olsun, başka bir versiyonu ile ilerideki yaşantımızda karşımıza çıkabilir. Buradan çıkaracağımız doğru dersler, ilerideki olaylarda daha akılcı sonuçlara ulaşmamızda, daha az hasar almamızda bize rehber olabiliyor.

Yaşanmışlıklar, hırslar, egolar, acılar, intikam duygusu

Yargının ahmaklığı ve acıyı bal eylemek

Bir çift göz ile bakabilmek hepimizin sahip olduğu fiziki bir özelliktir. Göz bakar, yürek görür, akıl ise ön yargı (yaşanmışlıklar, hırslar, egolar, acılar, intikam duygusu…) ile suyu bulandırma çabasına girebiliyor.

Yetilerimizi lütfen kullanalım! Sakinlik, kendimize verebileceğimiz bir hediyedir. Durumlar karşısında göstereceğimiz sakinlik, bizi daha sağlıklı sebep sonuç ilişkilerine götürebilir. Bu ilişkiden çıkartacağımız dersler ise, bizi ön yargılarımız yüzünden yaşayacağımız ahmaklıktan koruyabilir. Seçim bizim!

Anlamak; iç dünyanızı temizleyen saf su gibidir. Büyük manevi bir güç katar. Elbette ki hiç bir şeyi kabullenmek zorunda değiliz ama anlamak için çaba gösterirsek bu bizim dünyamızın gelişiminize güzellik katacaktır.

Kelebek etkisi

Yargının ahmaklığı ve acıyı bal eylemek

Dünyamız derken, dünyamızın aslında ne kadar büyük olduğunu, yaşam içinde ne kadar çok insana ruhsal olarak dokunduğumuzu hatırlamayı ihmal etmeyelim. Birine bağırdığımızda onun üzüleceğini, sinirleneceğini ve bundan dolayı onunda başka birine böyle davranacağını, bunun da domino taşları ya da kelebek etkisi  gibi devam edeceğini hatırlayalım.

Bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir.

Bu dünya iyilerin hatırına dönüyor deniliyor ve buna inanmak hiç de zor değil.

Ağlayan bir çocuğun sesi başımızı şişirebilir ama neden ağladığını anlamaya çalışırsak, bizi kendi çocukluğumuzun masumiyetine götürecektir.

“Bundan bana ne, bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dersek, yılanlar (kötü niyet) çoğalacak ve bunu diyen bizlerin karşısına da çıkma ihtimali cidden çok yükselecektir. Bu durumda kendimizi ” insanlar ne kadar kötü canlılar” sözünü kullanırken daha çok bulabiliriz. Peki ya biz? Aynı sözü başka biri kullandığında, bu genellemenin içinde biz yok muyuz?

“Bu yaşadığımız ülkede mi pozitif düşünceye sahip olacağız, deli misin sen?” diyebilirsiniz. Negatif düşüncelerimize istikrarla devam edersek, bu ülke değil kim bilir dünya bile kalmayabilir!

Yaşamak istediğimiz dünyayı bize kimse hazır sunmuyor ve sunmayacaktır. O dünyayı oluşturabilmemiz için önce kendimize ihtiyacımız bulunmaktadır. Biz sahip olduğumuz güzel duyguları unutmayı seçsek de bu güzel duyguların hiç bir zaman son kullanım tarihi olmayacaktır.


Diliyorum ki; bize son nefesimize kadar sahip olma şansı verilen bu duyguları unutmayalım. Ön yargılarımızda değil, daima kendimizde kalalım. Sözde değil öz de kalmak dileğiyle…

PISA sonuçları: Okuduğunu anlamayan kişi her türlü hataya yol açabilir!


Serpil Çavuşoğlu
1973 İstanbul doğumluyum. Hayatın her alanında gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim. Bağımlılık ile mücadele, kadın ve çocuk istismarına karşı destek, eğitime katkı amaçlı kütüphanaler kurulması, yardımlaşma derneklerinde faaliyetler, tüketicinin her tür hakkı (sağlık, hukuk...) üzerine destek çalışmaları, kültür sanat projelerine koçluk, danışmanlık, tutuklu çocukların topluma kazandırılması amaçlı eğitim organizasyonları, kan bağışı, organ bağışı, ilik bağışı üzerine organizasyonlarda koordinatörlük, özel eğitim öğretmeni olmam sebebiyle engelli çocuklarımızın ailelerine danışmanlık, okullarda çocuklarımızın yardımlaşma güdüsünü pekiştirme amaçlı seminerler ve sayamayacağım daha pek çok alanda, neredeyse hiç durmadan yıllardır gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim.