Düşünmenin bedelini ödeyen düşünürler

Düşünmek ağırdır! Burada düşünmekten kastım beynin fonksiyonu anlamında istemek, hayal etmek ve içebakış gibi kuvveleri olan düşünmek değildir. Burada düşünmekten kastım perde arkasını anlamayı, karanlıkta görmeyi, irdelemeyi, soruşturmayı ve sormayı amaç edinen soyut düşünmektir.

Düşünmenin bedelini ödeyen düşünürler

Düşünmenin bedeli ağırdır!

Düşünmek, kimisi için zor bir görev, kimisi için vazgeçilmez bir tutkudur. Kadim felsefede insanı diğer canlılardan farklı kılan ayırt edici nitelik olarak tanımlanmıştır. İnsanın has özelliği, baş niteliği ve onun insan olmasının temel koşutudur.

Buna rağmen çoğunluk düşünmez, irdelemez, sorgulamaz, sormaz… İnsan olmanın ayrıcalığına erişemez. Otomatik bir robot gibi kendisine sunulanı kabul eder.


İstemez! Arzı, talep ettiği zanneder, yapay ihtiyaçları hakiki ihtiyaç olarak algılar ve kapitalizmin iyi bir müridi olur. Sormaz, “Ben ne istiyorum?” diye…

Azınlık da olsa düşünen bir kesim vardır. Hep de var olmuştur.

Tanrı’nın elçileri gibi insanları uyarmak için çalışırlar. Bu yalnızca bir sorumluluk duygusu ile yapılmaz, düşünürün kendi içgüdüleri burada belirleyicidir. Bu iş, vazife ya da tutku çoğunluk düşünmediğinde oldukça zorlu bir hal alır. İnsanlar genellikle onu anlamazlar. Anlaşılmayınca toplum dışına itilir, hatta toplumun değerleriyle oynamak ve alay etmekle suçlanır. Kimi zaman siyasetin, kimi zaman diyanetin kurbanı olurlar. İnsana ve doğaya karşı hassasiyetleri yüksek olan düşünürler, insanlara rağmen insanlık için çalışırlar.

Düşünmenin bedelini ödeyen düşünürler
Çizim: Selçuk Demirel

Düşünmenin bedelini ödeyen düşünürler

Fasulyelere basmaya kıyamadığı için kaçmak yerine öylece kalakalan Pisagor,

Düşünerek Tanrı’ya yaklaştığını düşünüp, tanrılaştığını zannederek yanardağı kraterine kendini bırakan Empedokles,

Hassaslığı doruk noktaya ulaşan ve bundan dolayı bir farenin çığlığı ile ölen Crinis,

İnceliğin ve incelmenin en ağır bedellerinden birini ödeyen Kafka,

Şüpheden doğan psikolojik buhranlar yaşayan, toplumu, makamı ve yaşadığı şehri terk eden Gazali,

Anlaşılamayan ve toplumun eleştirisinin bedelini ödeyen Hallac,

Toplumun din anlayışı ve yargılarına uymadığı için baldıran zehrini içen Sokrates,

İnsanlardan kaçarak dağ başında yaşamaya başlayıp burada hastalanan Herakles,


Siyasetin ve diyanetin afarozları arasında toplum ve rahiplerce taşlanan Hypathia,

Askeri işgallerin kıskacında kalan Tusi,

Savaşların gölgesinde aklını bilime vermiş bir muhacir olan Einstein…

Hepsi de düşünmenin ve düşüncenin bedelini ödemiş insanlardır.

Düşünürün, yani insanı ve dünyayı anlamak için muhakemesini ve muhayyilesini kullanan kişinin algılayışı normal insanın algılayışının üstündedir ve ondan farklıdır.

yunus emre aşkın sesi hallacı mansur

Picasso şöyle der: “Cisimleri gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi boyarım”

Dünyayı algılayışında muhayyilesine başvuran sanatçının durumunu anlatan veciz bir ifadedir bu. Filozof ise cisimleri olduğu gibi görmeye çalışır, düşüncelerini bu temele oturtma çabası içerisindedir. Dolayısıyla algı ve değer dünyaları ‘herkesin’ algısından oldukça farklıdır.

Pratik hayatın gerektirdikleri ve kitlelerin gerçekleriyle bu yüzden uyuşamazlar. Bu uyuşmazlık filozof ya da sanatçıda uyanıkken bir düş görüyormuş izlenimi uyandırır. Söyledikleri havada kalmaktadır, kuşlara konuşmaktadır adeta.

Düşüncelerinden emin olsun olmasın insanda “acaba ben mi yanılıyorum?” şüphesini doğuran ve bunun sancılarını yaşatan bir haldir. Sanrılar gördüğünü düşünür, şizofrenik bir ruh halidir yaşadığı. Dışarının yani toplumun değerleri ve algıları kendi algı ve değer dünyası ile eşleşmemektedir. Bu durum ya dış gerçekliğin erimesine neden olur yahut da filozofun fikirsel olarak iflasına… Hakikat iflas kabul etmeyeceğine göre hakikat derdini yüklenmiş adam, dış gerçekliği bir anlamda değersizleştirmek ve anlamsızlaştırmak zorunda kalacaktır.

Düşünceye ve düşünene değer verilmeyen toplumlarda ödenen bedel toplumun dışına itilmektir. Toplumda pay edilen sosyal statü ve makamlar hakiki düşünce adamlarına tahsis edilmez. Bilim ve sanat önemsizse bunların yerini sermaye ve siyaset alır. Sermayeye göre para, siyasete göre taraf önemlidir. Parayı ve taraf olmayı önemsiz gören, doğruyu arayan birisini elbette sermaye de, siyaset de bertaraf edecektir. Çünkü sermayenin doğrusu kâr, siyasetin doğrusu ne olursa olsun ikna, düşüncenin doğrusu ise yalnızca hakikattir.

Kendi iç buhranlarının, zayıflıklarının ve hassasiyetinin bedelini kendisi ile hesaplaşarak öderken, toplum dışına itilmenin bedelini yalnızlaşmakla öder. Buna rağmen ölürken dahi gözü yerde, kulağı semada ve zihni doğrunun peşindedir. Çünkü doğruya aldanmıştır bir defa! Doğrunun cazibesi ve mutlak olarak ulaşılmazlığı ruhuna işlemiş, başını döndürmüş ve ömrünü çalmıştır. Her şeye rağmen insan olmanın bedelini ödemektedir ve insan olmak çabası ile güdülenmektedir. Çünkü Epiharmus’un dediği gibi:


“İnsan düşünce ile görür ve duyar.”

Olumsuz duygu ve düşüncelerden 9 adımda kurtulun


Murat Canver
Gaziantep Üniversitesi Endüstri Mühendisliğini bitirdi. Üniversite yıllarından beri pek çok farklı disipline ilgi duydu. Mühendislik üzerine yüksek lisansında Meta-sezgiseller üzerine çalışan Canver'in felsefi merakı ağır basınca yüksek lisansını yarıda bıraktı. Din, Felsefe, Psikoloji, Tarih, Siyaset ve Sinema Sanatı üzerine merakı olan yazar, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri'nde yüksek lisans yapmaktadır. Genç Kültür, Tahmis gibi internet dergilerinde çeşitli alanlarda yazılar yayınlamış, Cinerium adlı sinema sitesinde film eleştirileri yazmıştır. İyi derecede İngilizce bilen Canver, 2009'dan bu yana yazdığı yazıları derleyeceği bir kitap ve felsefi bir roman üzerinde çalışmaktadır. Evli olan yazar, Ankara'da yaşamaktadır.