Cumhuriyet ile fikri, vicdanı, irfanı hür nesiller

Sahip olduğun en büyük değer, bir Cumhuriyet çocuğu olarak doğmuş olmaktır. Çocuklarına bırakabileceğin en kutsal miras da, onları Cumhuriyeti yaşatabilen Atatürkçü birer insan olarak yetiştirmektir.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı: Cumhuriyet nasıl ilan edildi?

Bir bütün olarak altı ilkeden konuyu açmak istiyorum. Bu ilkeler kendi içlerinde birbirlerine bağlılıkları ve birbirlerini sınırlamaları ile anlamlı bir geçerliliğe ulaşırlar.

Atatürk ulusçuluğu, devrimci yapısıyla dinamik’tir

Bunlardan biri olan ulusçuluk da bu kuralın dışında değildir. Bundan dolayı Atatürk ulusçuluğu, devrimci yapısıyla dinamik’tir. Aşılmış değer birikimlerine bağlı kalmakta direnen tutuculukla, bunları canlandırmak isteyen gericilikle asla ve asla bağdaşamaz.


Şu sözü hatırlayalım: “Uygarlığın yüceliği ve gücü karşısında orta çağa yaraşır düşüncelerle, ilkel asılsız şeylere inanmakla yürümeye çalışan uluslar yok olmaya ya da tutsak ve horlanarak yaşamaya mahkumdurlar.”

Atatürk ulusçuluğu ileriye, yeni değerler üretmeye açıktır. Bu bakımdan iyimserdir. Aksine gericilik ve tutuculuk karamsardır. Onlar içinse geçmişteki her şey daha iyi, daha soyludur. Bugün yaşayanlara düşen, geçmişi anlamak ve daha sağlam adımlarla basmaktır toprağa.

Kutsal sayılan her türlü inanç ve davranış olan mukaddesat, milli ananeler geçmişin oluşturduğu değişmeyen yöneliş noktalarıdır. Oysa devrimci ulusçulukta mukaddesat denilen kutsal kavramlar da, ulusal gelenekler de sürekli ileriye doğru akan, üreten yaşamla birlikte değişirler; yerlerini ise çağın gerekli olan yeni değerlerine, başka kavramlara bırakırlar.

Tarihin akışı içinde insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemiş, kuşaktan kuşağa aktarılmış töreler, yeni evrelere geçerken aynı zamanda başkalaşırlar. Türkiye’de de endüstri uygarlığına geçiş yaptığı dönemlerde, her şeyin değişmekte olduğu gibi..

Devrimcilik ilkesi gibi diğer ilkeler de Atatürk ulusçuluğunu belli yönlerde belirlerler.

Devrimcilik ilkesi gibi diğer ilkeler de Atatürk ulusçuluğunu belli yönlerde belirlerler. Bu ulusçuluk Cumhuriyetçi’dir. Padişahçı, monarşist olamaz. Cumhuriyetçi ilke, içinde ayrıcalıklar tanımayan bir devlet yönetiminin ve kültür değerlerinin her yurttaşa açık olduğu halkçı bir toplum düzeninden yanadır. Kültür değerlerini olduğu gibi genelin yararına göre düzenlemesini bilen bir devletçiliği ilke edinir her şeyden öte. Laik’tir; geriye dönüp halifeliği, şeriatçı bir devlet düzenini özleyemez.

Müslüman-Türk milliyetçiliği gibi tutarsız birleşimlere de karşıdır. Ümmet düzeninin ulusal benliği baskı altında tutup gelişmesini önlediğini bilir. Bununla ilgili Atatürk’ün ümmet-ulus ilişkisini somut olarak açıkladığı sözleri oldukça ilginçtir.

“Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat bizim gözümüzün önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir milletti. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırların vesairelerin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu.”

Altı ilke, Türk tarihinin son iki yüzyılındaki deneylerin akılcı bir eleştirisinden kaynaklandığından, Atatürk ulusçuluğu akıl dışı ve duygusallıktan uzak ölçülü bir yapıya sahiptir. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle ulusçuluğu akılcı ve moral normlarını en üst noktalarına taşıyarak, bencilliğin kişisel ya da ulusal olsun her halükarda iyi bir şey olmadığı görüşünü savunur. Dünyadaki saygınlığın fetihlerle değil, evrensel kültür değerlerinin timsali olmakla gerçekleşeceğine inanır Atatürk.


“Dünyadaki her ulusun varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yayacağı uygarlık eserleriyle orantılıdır.”

Atatürk devriminin ilkeleri arasında şüphesiz en büyük tepkiye yol açan, laiklik’tir.

Dinsel dogmatizmin, Atatürk’ün son vermeye giriştiği orta çağ düzeninin temel direği, özüdür. Din işleriyle dünya işlerini birbirine karıştırmamaya denilen laiklik elbette dinsizlik demek değildir. Ancak dünya işlerinin arkasında hep tanrı ve elçisinin buyruklarını bulmaya alışmış bir kimse bu ayırmayı yapmakta zorlandığı gibi kutsallıktan arınmış bir dünya ile de kolay kolay uzlaşamaz.

Aydınlanmış, özgür bir kişilik kazanmış kimse, meydana gelen boşluğu kendi aklı ile doldurmak, dinden kaynaklanan hazır açıklama ve davranış şemaları yerine kendi muhakeme ve usa vurumu ile ortaya koyar. Böyle dönemlerde bilime dayanan eğitim, insanın yolunu aydınlatan, buldurtan kılavuz olur.

Türkiye’nin demokrasi denemelerinde laiklik, devrimlerine karşı çıkanların, devrimleri yıpratma çabalarının başlıca hedefi; Osmanlı döneminde eksik olmayan “din elden gidiyor” sloganını sürdürmek isteyenlerce, sömürü aracı olarak görülmüştür.

Atatürk yaşarken, medreselerin yerine birer meslek okulu olarak kurulan İmam-hatip okulları ile tamamlayıcılarının giderek vardıkları sayı göz önünde bulundurulursa, bunların kuruluş amaçlarının aslında dinsel dünya görüşünü yayan araçlar olduğu bariz görülebilir. Bu da, Atatürk’ün en önemli başarılarından biri olan “öğretimde birlik” ilkesini zedelemiş; Türk çocuklarını yine birbirine karşıt iki ayrı doğrultuda yetiştirmek yolunu, dolayısıyla toplumsal şizofreniye giden yolu açmıştır.

Aynı zamanda sayıları çok büyük olan, Kur’an Arap harfleriyle ve Arapça olarak öğreten, eski Sübyan Mekteplerini andıran kurslar da düşündürücüdür. Çocuğa bilmediği, hiçbir şey anlamadığı bir yabancı dili, ileride hiç kullanmayacağı yabancı bir yazıyla öğretmek istemenin, bir fetişizmi andırması bir yana, ne denli eğitsel olduğu da tartışılır.

Atatürk, devrimlerine erişilmek istenen amaç olarak, çağdaş uygarlık düzeyini aşmayı göstermişti. Çağdaş uygarlığın da bu dünyaya dönük, akılcı, insanlık kültürünü geliştirme yolunda olmasıdır. İnsan ancak bu dünyaya bağlanmakla, onu gerçek yurdu saymakla bu sürece yapıcı olarak katılabilir. Atatürk devrimleri bu insanca amaca doğru güçlü, tutarlı adımlardır. Öte yandan da Atatürk yeryüzündeki insanların bu uyum ve işbirliği çağını gerçekleştirebilecek gibi eğitilmelerini ister.

“Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve öç alma duygusundan uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”

Atatürk, bu düşünce ve inanç doğrultusunda insanlığa ve kendi ulusuna olan güveni ve onların hep ileriye, iyiye doğru gidebileceklerine inanan iyimserliği ile tutarlı bir aydınlanmacı hümanisttir.

Son olarak, Atatürk’ün çok sevdiği Tevfik Fikret’in bir dizesinden çıkardığı düşünme, değerleme ve bilme bakımından orta çağın boş inançlarından kurtulup aydınlanmış, onuruna ulaşmış özgür insanın, Atatürk devrimlerinin sonunda varmayı istedikleri insanın portresini çizdiği bir deyişle bitirmek istiyorum sözü…
“Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ nesiller ister.”


Kaynak: Prof. Dr. M. Gökberk: Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk

İnadına ‘Cumhuriyet’ inadına Atatürk!


Aylin İçsel
İnsanın en büyük pratiği kendi hayatıdır, derler. Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her doktrin muazzam mucizelerle dolu biz insanlara münhasırdır. Benimse en büyük meramım, derin bir insan sevgisi ve anlayışı, bütün insanlara duyulan kardeşlik ruhu; insanların mutabakat içinde olmaları, dünyayı daha iyi algılayıp, daha yaşanılır bir yer olmaya muktedir, düşüncelerin özgür, barışın ve insanlığın hüküm sürdüğü, çocukların mutlu yaşadığı bir dünya inancı ve de hayalidir. Yazmaksa, olup bitenler karşısında herkesin sesi olmak, kıyılardan geçip, sokağın en işlek caddelerinden dokunmaktır hayata... Yaşamın kendisine karışmak ve keşfetmek tutkusudur. Varoluşun en derin sebebidir yazmak...