Bu yıl 23 – 24 Kasım tarihlerinde 16’ıncısı düzenlenen Perakende Günleri, ilk oturumları ile güne hızlı bir başlangıç yaptı. 18 Farklı otorumda 20 ayrı konuşmacıyı ağırlayacak Perakende Günleri 2016’nın açılış konuşmasını Soysal Kurucusu Suat Soysal yaptı.
Bu yılki moderatörlüğünü Büşra Orakçıoğlu ve Hüsna Orakçıoğlu‘nun yaptığı Perakende Günleri’nin açılış konuşmasını yapan Soysal Kurucusu Suat Soysal: “Büyük bir sektör bir araya geliyor ve tüm paydaşları ile sektör ile tedarikçileri burada bir arada bulunuyor. Bu yıl sadece çizikler almadık; yaralar, darbeler aldık ama bir şekilde ayaktayız. Güzel günlerimizi unutmadan, sadece yakınmak yerine güzel günler için çaba göstermeyi unutmamalıyız. En büyük gücümüzün kendimiz olduğunu unutmamalıyız. Hepimiz birbirimizle olmak, sohbet etmek ve coşkumuzu birlikte yaşamak için buradayız. İçeriği hazırlarken sektörümüze ‘daha fazla nasıl katkı sağlarız’ diye kendi içimizde çok tartıştık.
Perakende Günleri’nde sizlere 17 oturum sunacağız. Bu oturumlarda dijitalle insan arasındaki, kapsayıcılıkla dışlayıcılık arasındaki ve online ile fiziksel arasındaki ilişkiyi ele aldık. Hazırlık amaçlı olarak bu yılki Perakende Günleri için B2B toplantılarımızı yaparken en zorlandığımız konu oldu. Yıl ortasına kadar her şey çok iyi gitti ama yılın ortasında yüzde 80’i katılmayacağını açıkladı. Ve bizler de yılmadan onlara gidip anlattık. Sonucunda da geçen senekinden daha fazla katılıma ulaştık. Bütün ayarlarımız şaştığı bir gerçek. Ancak her şeyi rağmen artık gösterge panelindeki ayarları düzeltmeliyiz. Karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak; bu mumları yakarken de en büyük enerjiyi ve desteği gençlerimizden aldığımızı unutmamalıyız.”
Perakende çarklarının döndüğü AVM’ler
Multi Turkey Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Kaya ‘Perakendenin Geleceği’ konulu konuşması ile perakende çarklarının döndüğü AVM’lerin ve pozitif büyüme hızını koruyacak perakendenin geleceğine projeksiyon tuttu. Kaya: “Bütün yıl FED faiz artıracak mı artırmayacak mı beklentisi ile geçti. Yaz aylarındaysa bütün piyasaları Brexit kararı etkiledi. Tabi bir de Ortadoğu’daki sıcak savaş ortamının da dünya ve piyasaları oldukça etkilediği unutulmamalı.
ABD seçimleri ve sonucu da yine piyasaları oldukça fazla etkiledi. Dışarıdan gelen her hamle piyasalarda sert dalgalanmalara sebep oldu. İçeride de beklenmedik ve alışmadığımız olaylar oldu. Artan terör olayları, darbe girişimi ve Rusya krizi de ekonomimiz etkiledi. Fakat güçlü altyapımız sayesinde 2016’yı yüzde 3-3,5 civarında bir büyüme ile kapatacağımızı düşünüyoruz.
Buraya gelmeden önce Soysal, başarı ile ilgili bizlerden bir söz bulmamızı istedi. Markaların hepsi birer fikir olarak kuruldu ve nihayetinde pek çok aşamadan geçtikten sonra markalar ortaya çıktı. Başarı, her şeyi göze alan girişimcileri, yeni siz sektör liderlerin, başarı olarak görüyorum.
Bugün Multi Turkey’e baktığımızda 14 AVM, 1 milyon m2 kiralanabilir alan, bin marka, 170 milyon ziyaretçi ve 2015’te de 5,6 milyar TL’Lik cirodan söz edebiliriz. Blackstone – Multi Turkey’in sahibi; 2013’te Türkiye’ye girdi ve Mult’iyi satın alarak sektör lideri haline geldi.
Dünyanın en büyük yatırım fonlarından biri ve 260 milyar dolarlık hacmiyle Avrupa’nın 14 ülkesinde 2.6 milyon m2 alana sahip. Perakende sektörü Türkiye’de istihdam ve ekonominin en önemli gücü olduğunu söyleyebiliriz. Yaklaşık 700 milyar TL’lik ciro ile GDP’nin yüzde 12’sine ait. 2010-2015 arasındaki cironun büyümesi reel anlamda yüzde 4 oldu. Mağaza kârlılıkları da iki katı kadar arttı.
Özetle perakende AVM’lerle birlikte büyüdü. Türkiye alış verişi reel mağazada gerçekleştirmeyi tercih ediyor. İnternet kullanıcılarının yüzde 35’inin interneti sadece araştırma amaçlı kullandığı ve sonrasında gidip mağazadan alış veriş yaptıklarını görüyoruz.
Perakende mağazacılıkla büyüdü ve büyümeye devam edecek. 1995 yılında Türkiye’de 12 olan AVM sayısı bugün 370 adede ulaştı ve kiralanabilir alan da 10,5 milyon m2. Ciro endeksi geçen yıldan bu yıla yüzde 7.6 arttı ve üçüncü çeyrek bazında bakıldığındaysa yüzde 1,6’lık büyüme var. Multi Turkey’de ise ciro artışı 8,2. AVM’deki artış hızı devam edecek. Ancak daha küçük alanlı alışveriş merkezleri ile sürecek. İstanbul ve Ankara dışındaki büyük şehirlerde büyüme olacağını öngörüyoruz.
Özellikle verimliliği artıracak yatırımlar ve sosyal hayatta çeşitlilik yaratacak konseptleri geliştirmek gerekiyor. Müşterilerin ilgisini çekecek farklı formatlara doğru gidilmesi gerekiyor. Bu amaçla yeni kategoriler oluşturulabilir. Teknolojiye daha fazla yatırım gerekiyor. E-ticarete bakıldığında Türkiye’de 60 milyon kredi kartı kullanıcısı olduğu ve sadece kredi kartı ile online alışverişin yıllık 40 milyar TL’ye ulaştığı görülüyor. Buradaki büyüme trendimiz Avrupa’dan daha hızlı. Bizdeki e-ticaret rakamı düşük olsa da, hızlı bir şekilde artıyor. E-ticaretin toplam ticaret içerisindeki payı yüzde 2 civarında ve önümüzdeki 10 yılda yüzde 10 seviyesine ulaşmasını bekliyoruz.
Bir AVM yatırım kuruluşu olarak e-ticareti kendimize rakip değil, büyümemizi destekleyen bir unsur olarak görüyoruz. Diğer taraftan e-ticaret sitelerinin reel mağazalaşma yoluna gittiğini de gözlemliyoruz. Geleceğe yönelik beklentilerimizi dikkate aldığımızda, yeni dünya düzeninde volatilitenin hayatımızdan eksik olmayacağını söyleyebiliriz. Bu duruma alışmalıyız.
Diğer taraftan Türkiye’nin büyümeye devam edeceğini söyleyebiliriz. Teknoloji ve iletişimi çok seviyoruz ve bugün ülkemizde 71 milyon mobil telefon bağlantısı var olduğunu biliyoruz. Ayrıca 46 milyon internet kullanıcımız varken 42 milyon da akıllı telefon kullanıcısı var. Teknoloji ve iletişimi çok seviyoruz ve facebook kullanımında dördüncü sıradayız. Genç nüfusu olan bir ülkeyiz. 13-17 yaş arası 6 milyon, 18-23 yaş 8 milyon ve 24-35 15 milyon gencimiz var ve yatırımlarımızı bu doğrultuda gerçekleştirmeliyiz.”
‘Perakendede Toptan Değişim’
‘Perakendede Toptan Değişim’ üzerine konuşma yapan Turkcell Pazarlama Genel Müdür Yardımcısı İsmail Bütün: “Değişim ve dönüşümle birlikte hayatımızda bir takım değişmezler var. Bunlardan bahsedeceğim. Person of Interest’e bir sahne bizim için çok önemli. Gerçek Bağlantı. Her teknolojinin devri bir gün bitecek. Biz istesek de istemesek de. Değişmeyen tek bir şey var: Gerçek Bağlantı. Müşterilerle, birbirimizle… 1994’te cepten ilk alo ile başlayan yolculuk sonra SMS ile devam etti. 2009’da 3G ile birlikte mobil internet hayatımıza girdi. 4.5G ile birlikte dünyanın en hızlı mobil internet altyapısı çalıştırdık.
İnsan beklentileri aslında çok fazla değişiyor. Eskiden satış yaptığımız yerler olarak gördüğümüz noktaları bugün bakış açımızı değiştirerek birer deney noktası haline getirdik. Müşterilerle temas ediyoruz, gerçek bağlantıyı onlarla kuruyoruz. Müşterileri unutamayacağı ve kendilerini özgür hissedeceği deneyimleri yaşatmak lazım. Bugün 80 milyar müşteri hareketi yapıyor; telefon açıyor, SMS gönderiyor, facebook’a giriyor. 300 milyon dakika konuşma ki bu da 571 yıl demek. Bir günde gerçekleştiriyoruz. 3 milyon filmlik, yani 2 Petabyte’lık 5 binden fazla KPI ile takip ediyoruz bunların hepsini. Beraberce ışıkları açalım, hep beraber Türkiye’ye bir adım daha ileri götürelim.”
Perakende Günleri 2016’nın en çok dikkat çeken konuşmacılarından biri de dünyaca ünlü ekonomist Daron Acemoğlu oldu. Dünyada en çok alıntı yapılan 20 ekonomistten biri olan ve Foreign Policy dergisinin ‘100 global Düşünür’ listesinde yer alan Acemoğlu dünya ve Türkiye ekonomisinde son durumu değerlendirdi.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), Ekonomi Profesörü Daron Acemoğlu: “Bugün dünyanın ekonomik ve siyasi bir açıdan kritik bir noktasındayız. Bunları anlamak, bunlar hakkında geleceğe dönük planları doğru yapabilmek için kavramsal bir çerçeveye, yani teoriye ihtiyacımız var. Ben böyle bir teoriden bahsetmek istiyorum. James Robinson ile ulusların düşüşü içinde anlattığımız teoriyi anlatacağım.
Global bir dünyada yaşıyoruz.
Ancak zengin ve fakir insanlar arasında ciddi uçurum var. İngiltere, Almanya ve Amerika gibi ülkeler Afrika’dakiler arasında çok ciddi farklar var ve bu artıyor. Son 60 yılda daha düşük olan uçurum artık daha da arttı. Komünizm bittikten sonra Fukuyama gibi pek çok düşünürün dediği tarihin sonu geldi Dünyadaki ülkeler birbirlerine siyaseten yaklaşacak demelerine rağmen bu olmadı. Dünyanın en büyük mülteci krizini yaşıyoruz.
Ekonomik ve siyasi, bu alanda çok düşünen oldu. Ve ortaya atılan teorilerin çoğu ya kültürü ya coğrafyayı ya da liderliği vurguluyor. Bir ülkenin kurumları, yani toplumun yaşadığı organizasyonu belirleyen sosyal normlar ve kurallardan bahsediyorum. Fırsat ve yasakları da bu süreç belirliyor.
Neden kurumlar daha önemli bu üç kavramdan? Meksika ile ABD arasında küçücük bir kasaba var: Logares. ABD-Meksika sınırı, kasabanın ortasından geçiyor. Yüzlerce yıldır bu kasaba kültürel olarak aynı hayatı yaşıyor. Ancak bugün kuzeyde insanların geliri 30 bin doların üstünde. Güneyde 10 bin doların altında. Gelir, eğitim ve farklı başlıklardaki farklılıklar da artıyor.
Basit bir açıklaması var: Kuzey Amerikan kurumların güney Meksika kurumlarının bir parçası. Logares’teki kurumlar insanların fırsatlarını belirliyorlar. İnsanlara değişik alanlarda daha başarılı olmak için yardımcı oluyorlar. Özellikle vurgulanan ana noktalardan biri ekonomik kurumlar. Yani iş dünyasında davranış ve fırsatları belirleyen yapılar: Bir tarafta kapsayıcı diğer tarafta dışlayıcı ya da sömürü kurumlar. Kapsayıcı kurumlar: İş dünyasında size istediklerinizi veren.
Mülki haklar gibi. Yargı sistemi çalışıyor ve her insanı aynı şekilde değerlendiriyor. Rekabetçi bir yapı var. Bir tekel her şeyi eline alıp kontrol edebiliyor. İş piyasasında olaylar zorla, güçle olmuyor ama piyasa sayesinde oluyor. Ve bir fırsat eşitliği söz konusu. İnsanlar ten rengi ve aile ismine göre farklı bir fırsat elde etmiyor. Fikriniz varsa, yeni ufuklara yol açabiliyorsunuz. Dışlayıcı kurumlar ise mülki hakkı olmayan, yargı ile ilişkiye giriyorsanız ahbaplarınız çok önemli. Rekabetçi değil tekelci bir yapı söz konusu.
Piyasa yerine süreci zor, kontrol ve güç belirliyor.
Fırsat eşitsizliği var. Özetle bazılarının işi çok kolay, bazılarının işi çok zor. Kapsayıcı kurumlar büyümeye çok daha fazla yardım ediyor. Eğer dünyadaki uçurumları azaltmak istiyorsak, kapsayıcı yaklaşımı sergilemeliyiz. Dışlayıcı kurumlar altında çalışan ülkeler bir hata sonucu değildir. Bazı güç ve insanların ve şirketlerin güçlenmesine yardımcı oluyor. Ancak ülkenin gelişmesine yardımcı olmuyor. Bir diğer örnek olarak Kuzey ve Güney Kore’yi verebiliriz. İkinci dünya savaşı sonrasında ikiye ayrılan Kore’de süreç kuzeyde Çin etkisi ve güneyde de Amerikan etkisi ile başlıyor.
Kuzey diktatörlük ile uç bir komünist düzene geçiyor. Güney ise piyasa ekonomisine geçiyor. Güney tamamen kapsayıcı değil, ancak bu alana çok daha yakın. Burada serbest piyasa ekonomisi söz konusu. Ve giderek daha rekabetçi bir hale geliyor. Kuzey’de ise mülki haklar sıfır; iş başlatmak mümkün değil. Özel iş yapmak isteyenler hapse giriyor. Her şey devlet kontrolü altında.
Sonuç ise her iki ülke arasında 15 katlık bir fark. Güney Kore dünyanın en hızlı büyüyen ülkesiyken kuzey ise yurt dışından gelen yardımlarla ayakta durabiliyor. Eğer ekonomik kurumları anlamak istiyorsak siyasi kurumları da aynı zamanda düşünmemiz lazım. Siyasi kurumlar, aynı ekonomik kurumlar nasıl bu fırsatları dağıtıyorlarsa, siyasi kurumlar da toplumdaki gücün nasıl kullanılması gerektiğini gösteriyor. Dışlayıcı, sömürücü kurumlar fırsatları ve ekonomik gücü küçük bir kitlenin eline topluyorlar.
Kuzey Kore’ye baktığımızda sistem öyle bir sistem ki Kim ailesi -çevresindeki ufak bir kitle- ordu tarafından yönetiliyor. Niye karşı çıkamıyorlar? Çünkü insanlar ya çalışma kamplarına gönderiliyor ya da hapse giriyor. Yani dışlayıcı bir yapıyı sürdürmek için benzer özelliklerdeki siyasi yapı da gerekiyor. Güney Kore’de baktığımızda ise politik sistem daha farklı. 1980’lerin ortasında çöken diktatörlük ile demokrasiye geçiliyor. Bugün artık politik gücü genel olarak tabana yayan kapsayıcı siyasi kurum denen olayın bir parçası söz konusu.
Ancak demokrasi yeterli değil. Çünkü demokraside seçiyorsunuz; ancak sonra nasıl kontrol edeceksiniz? Kapsayıcı siyasi yapılarda çok daha anlamlı bir kontrol mekanizması oluşturmalı. Bir insanın, bir grubun tamamen ülkeyi ve toplumu kontrol altına almaması için. Kapsayıcı siyasi yapılarda ekonomik ve siyasi kurumlar da birbirini tamamlıyorlar. Bu demek değildir ki hiçbir zaman kapsayıcı siyasi ve dışlayıcı ekonomik kurumlar bir arada olamaz. Güney Kore’de kapsayıcı ekonomik kurumlar dışlayıcı siyasi kurumlar ile birlikte oldu.
Uzun sürede ise zorluklar ortaya çıktı ve iki taraftan biri birine ayak uydurmak zorunda kaldı. Peki, bunların bizim konumuza, uçuruma, verimsizliğe nasıl ışık tutacak? Kapsayıcı kurumlar fırsatları, teşvikleri her alana yaydıkları için çok daha değişik bir büyüme modeli yaratıyorlar. Kapsayıcı büyüme; devam edebiliyor, sürekli hale gelebiliyor, yeni teknoloji ve fikirler üzerine kurulu. Verimliliği artıran bir süreç. Sömürücü ve dışlayıcı kurumlar ise çok daha az bir büyüme hızı yaratıyor.
Bazı zamanlarda dışlayıcı büyüme de olumlu sonuç verebiliyor
- Dışlayıcı büyüme sürekli bir şekilde devam edemiyor.
- Dışlayıcı büyüme düşük kaliteli büyüme, yani verimliliği artırmıyor ve yeni teknolojiler üzerine kurulu değil. Yani doğal kaynaklara bağlı. verimliliği artırmıyor.
Amerika mükemmel bir ülke değil. Bu problemler de artmak üzere. Ancak son 200 senedir kapsayıcı kurumlar gittikçe kuvvetleniyor. 19. yüzyıl da Amerika’nın büyüme yılı. Sanayi devrimi her şeyden önce bir teknolojik devrim. Bunu ABD’de patent istatistikleri ile görüyoruz. Yeni teknolojileri 19. yüzyıla kadar görebiliyorsunuz.
Bu patlamanın gerekçeleri:
- Patentler mülki hakların fikirler üzerine kurulması.
- Patentler kimlere gidiyor? Önemli ailelere mi, politikacılara mı?
Hiçbiri daha önce duyulmuş birileri değil. Ülkenin her tarafından gelen 10 binlerce insan. Bu sistemde dışlayıcı ve sömürücü bir yaklaşım olmadığı için bunları geliştiriyorlar. Sonra bankacılık sistemi ve kredi anlayışı ile 19. yüzyılın sonunda ABD’de 22 bin banka söz konusu. ABD’nin büyüme hızı yüzde 2 ve 150 yıldır devam ediyor.
Evet, farklı dönemler var. Meksika’ya dönersek; ABD’den değişik bir sömürge olarak başlıyor. İspanyolların Aztekleri yenip yerine kurdukları bir sömürge. İspanyollar dışlayıcı kurum dediğimiz en prototip örneğini kullanıyor. Mesela tarla ile üzerindeki insanları da satıyorsunuz, insanları zorla madenlerde çalıştırıyorsunuz vb. Ekonomik kurumlar nasıl destekleniyor? Çok sömürücü ve dışlayıcı bir sistem.
Meksika 19. yüzyılın başında bağımsızlığını ilan ediyor. Sömürücü ve dışlayıcı kurumların varlığı ise diktatörlük olarak sürüyor. Büyük bir devamlılık var sistemde. Bugün de bunun sonuçlarını görüyoruz. Dışlayıcı büyüme, endüstrileşme 19. yüzyılda diktatörler başlıyor.
Örneğin Porfirio Diaz kendi adamlarını atıyor ve büyüme tekeller altında gerçekleşiyor. Verimlilik var mı? Yok. Rekabet var mı? Dışlayıcı ve düşük kaliteli büyüme söz konusu; bugün de böyle Meksika’da. Yani kapsayıcı yaklaşım sergileyenler daha uzun süreli büyümeye devam ediyor.
Dışlayıcı kurumlar fakirliği ortaya atan, sürdüren ve ortaya atan kurumlardır: Haiti, Nijerya, Kongo sömürücü, dışlayıcı kurumların en uç örnekleridir. Nerede iç savaş olmuş: Irak, Suriye… O kadar haksızlık ve suç var ki, sistemler çok kısa süre ayakta durabilmiş. Kapsayıcı kurumlar her problemi çözüyor demek de doğru olmaz elbette. Şu an çok büyük sınavlara tabiler.
Bunun iki nedeni var bugünü anlamak için:
- Kapsayıcı kurumlar, sömürücü kurumları yenecekler ortadan kaldıracaklar diye bir şey yok. Çünkü sömürücü kurumların çok büyük bir devamlılığı var. Dışlayıcı ve sömürücü kurumlar bazı kesimlerin işine geliyor ve ülkenin gerisi fakir olsa da kendileri yeniden üretebiliyor.
- Sömürücü sistemlerin biri gidiyor, diğeri geliyor. Sömürücü sistemler belirsizlik ve iç savaş yaratıyor.
Irak, Suriye ve Libya’da gördüklerimiz bu duruma örnek. İkinci neden ise kapsayıcı kurumların kendi problemleri var. Bu problemlerde ise iki ayak var:
Kapsayıcı kurumlar her zaman sürekli içeriden ve dışarıdan yeni sınavlara tabi tutuluyorlar. Mesela gücünü artıran insanlar bunda başarılı olursa içeriden çökmeye başlıyor. Venedik mesela, dünyanın kapsayıcılık lideriydi. Ancak 14. yüzyıl başında birkaç aile diyor ki biz artık politik gücü başkaları ile paylaşmak istemiyoruz. Kanunları değiştirmeye başlıyorlar. Ve sistem yavaş yavaş çöküyor.
Bugün Venedik yolu bize açık. Birçok ülkede görüyoruz bunu. Politikadan başlayıp ekonomiye gidiyor. Aksi bir durum da var. Ekonomiden politikaya… Kapsayıcı kurumlar sürekli yeni taleplerle geliyorlar; sürecin sonucu olarak bazı insanlar kazanıyor ve bazı insanlar kaybediyor.
Birçok insanın ücreti artıyor mesela. Son 30 yılda Amerika’da bazılarınınki ise düşüyor. Bu nedenle kapsayıcı kurumlar kendilerini değiştirmeli. Ve ABD’de son 30 yıldır bunu göremiyoruz. Küreselleşme süreci verimliliği artıran şey, ancak bu süreçle gelen üretim artışı herkese yansımıyor. Bu noktada kapsayıcı kurumlar, kârları toplum içerisinde nasıl daha eşit bir şekilde dağıtabilirizin yolunu bulması gerekiyor.
Aksi durumda diğer bireylerin sisteme karşı güveni azalıyor ve sistem karşıtı bireyler destekleniyor. Türkiye ekonomisine baktığımızda, ABD ve AB ile kıyasladığımızda durum iyi değil. Türkiye’deki büyüme son 10 yıl içerisinde düşük kaliteli büyüme. Verimlilik artışı olmadan bir ülkenin kendi zenginliğinin artırması söz konusu değil. Başka nereden geliyor bu büyüme? Tamamen tüketimden geliyor.
Tüketime giderek hız verilmesinden kaynaklanıyor büyüme. Ancak yatırım veya verimlikte artış yok. Cari açık ise bunun bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Düşük kaliteli büyüme uzun zaman devam edemeyecek. İşsizlik yüzde 10’un üzerinde. Enflasyon düşmüyor, cari açık düşmüyor. Eşitsizlik TR’de çok yüksek. Büyüme herkese aynı yararı ve kârı getirmiyor.
Peki bu böyle devam etmeli mi? Hayır ama evet. Evetten başlayacağım: Çünkü Türkiye toplum ve kurumları dışlayıcı büyümeye çok meyilli. Osmanlı kurumlarından başlayarak… Politik güç bir ufak kesimin elinde, ekonomi ve toplumu kontrol ediliyor. Mülkiyet hakları, fırsat eşitliği çok zayıf. Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor. Osmanlı çöküyor. Büyük ve önemli kurumsal değişimlerin olduğu bir süreç. Ancak dışlayıcı kurumların sürekliliğini görüyoruz.
Ekonomi ve politikada tam anlamıyla kapsayıcı bir ekonomik yapıya ulaşılamıyor. 80 yılda Türkiye’deki büyüme bazı kesimlerin katıldığı bir büyüme, tekelleşme çok fazla. Birkaç büyük holding çerçevesinde olan bir büyüme… Ancak yeterli değil. Bu dışlayıcı kurumların her zaman devam etmeyeceğini görebiliriz. İngiltere’de, Fransa’da bunu görüyoruz. Türkiye’de de bazen görüyoruz. Yeterince kuvvetli hale gelemiyor Türkiye’de. Örneğin Türkiye’de 2001-2006 arasında büyük değişimler olmaya başlıyor.
1990’lardan başlayan süreç demokrasi ve sivil toplumu güçlendiriyor. Türk iş gücü ve eğitimi kalitesinin artmasına yol açıyor. Finansal krizden sonra ortaya çıkan boşluklar (özellikle dışarıdan IMF’nin de katkısı olan) büyük bir reform süreci ortaya çıkıyor. Bütçe süreci çok daha açık bir hale geliyor. Bütçede bağımsız kurumların daha fazla kontrolü ortaya çıkıyor; ihale şeffaflaşıyor, yolsuzlukta düşüş söz konusu, yargıda büyük reform başlıyor.
Siyasi açıdan da reformlar yapılıyor; İnsan hakları, askeri vesayet ve sivil toplumun kuvvetlenmesi ile sürüyor. O dönemde yüksek verimlilik yüzde 6’lık büyüme sağlıyor. Eşitsizlik düşüyor, fırsat eşitliği çok fazla gelişmeye başlıyor. Eğitim, sağlık ve altyapı gelişmeleri fakir ve daha az gelişmiş alanlara gidiyor.
Türkiye’deki eğitim düzeyi artıyor. Özetle kapsayıcı büyüme her topluma açık. Sivil toplum ve yargı güçlenmeli. Türkiye ve dünya çok kritik bir dönemden geçiyor. Dünyanın kritik bağlamı şu ki geleceğin büyümesini sağlaması için kapsayıcı kurumları kuvvetlendirmemiz lazım. Ancak bu sınavlar her yerde büyük bir sınava tabiler ve büyük bir saldırı altındalar. Türkiye’de de aynı şey geçerli. Türkiye için durum daha da acil belki.
Bizim daha az vaktimiz var. Düşük kaliteli büyüme uzun devam edemez, istikrarsızlık yaratıyor. Önemli adımlar geliyor. Faizler artacak büyük olasılıkla, global likidite azalacak, Türkiye-Afrika-Asya gibi yerlere giden para azalacak. Cari açığı olan bir ülkenin daha zor zamanları olacak. Bu nedenle bizim düşük kaliteli büyümemizi yüksek kaliteli büyüme yapmamız lazım. Türkiye’nin doğal kaynağı da var: Genç bir iş dünyası.
Metro Toptancı Market Genel Müdürü Kubilay Özerkan, 16. Perakende Günleri’nde ‘Sıradanlığın Yarattığı Sıra Dışılık’ başlığıyla gerçekleştirdiği sunumla mükemmelleşmeye ve farklılaşmaya giden yolun tarifini yaptı. Özerkan perakendecilere, “Başarıyı tavırlaştırın. İşinizin tadı kaçmasın!” diye seslendi.
Bugün iş dünyasında ve özel yaşamlarda herkesin mükemmelliğin peşinde koştuğunu, bunun arkasında bir sihir olduğuna inandığını vurgulayan Özerkan, “Oysa mucizevî sonuçların arkasında çok meşakkatli, yıllar süren çalışmalar, rutinler vardır. Önemli bilim adamları, sanatçılar, ünlü şefler, rekortmen sporcuların hayatlarına baktığımızda bunu görebiliriz. Asıl hayranlık uyandırması gereken, ortaya çıkan sonuç kadar, o sonuçlara ulaşmak için verilen mücadele ve mükemmelleştirilen rutinlerdir. İşte ‘Sıradanlığın Yarattığı Sıra Dışılık’ ile kast ettiğim bu!” diye konuştu.
Usain Bolt’u başarıya götüren sıra dışılık…
Yıllar önce Almanya’da katıldığı bir eğitimde yaşadıklarını aktaran Kubilay Özerkan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Orada milli atletizm takımını çalıştıran bir ekiple tanışma ve çalışma fırsatım oldu. Orada öğrendim ki; dünyaca ünlü bütün atletler; hayatlarının %90’ını düşük yoğunluklu eğitim – Low density training ile geçiriyorlar. Usain Bolt 100 metreyi 41 adımda koşar. Her defasında 41 adım. 42 adım değil! Ve bu adam sadece bunu düşünerek antrenman yapar. Aynı antrenmanı yapar. Sıradandır! Fakat nefesini kontrol eder, nasıl senkronize olacağı, konusunda çalışır, her defasında yeniden dener, buna çalışır, bununla yaşar! Tabii ki Ussain Bolt çok yetenekli; Ancak disiplinle, çok çalışmayla, kendine belirlediği hedeflere ulaşma motivasyonuyla, sıradanlığının, yani rutininin içinde yarattığı sıra dışılık var.”
“Hedefe giden yolu yürürseniz başarırsınız”
“Rutin, bir birey için ‘tekrar’ anlamına gelir, tavırlaşma anlamına gelir. Fakat bir organizasyon için aynı süreçlerin, aynı kalitede ürettiği sonuçlar anlamına gelir ve bu haliyle tutarlılık ve istikrar demektir” diye konuşan Metro Türkiye Genel Müdürü Kubilay Özerkan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Vizyon ve misyonunuz, hedefleriniz farklı olabilir. Ve bulunduğunuz noktayı çok iyi konumlandırmış olabilirsiniz. Ancak bu sizin bir organizasyon olarak farklı olduğunuz anlamına gelmez. Ne zaman ki rutinlerinizde mükemmelleşerek ortaya çıkardığınız sonuçları organizasyonel davranış biçimi olarak tavırlaştırırsınız, işte ancak o zaman farklılaşma ihtimalinden söz edebiliriz. Bazen duyunca çok abes geliyor ama hedefinize olan mesafeyi yürümediğiniz takdirde oraya hiçbir zaman varamazsınız. Hedefinize giden bütün süreçleri sıkıcı birer rutin ve sıradan görevler olarak niteleyebilirsiniz. Fakat sonuçlar yalnızca bu yolu yürüdüğünüzde ortaya çıkıyor.”
Rutinde mükemmelleşmenin sonu yok!
‘İşimizin Tadı’ konulu konuşmasında gastronomiden ve gerçek tatlardan hareketle, işimizin tadını etkileyecek uygulamalar anlatan Kubilay Özerkan: Türkiye’de gastronominin ilerlemesi için gastronomi konusunda eğitim verdiklerini ve Türk şeflerle çalışmalar yaptıklarını belirtti.
Deneyim ve keşif mutfağı Gastronometro’dan örnek veren Kubilay Özerkan, “Gastronometro’da arkadaşlar, yaptığımız iş itibarıyla bir mutfakta yaptıklarımızın veya yapamadıklarımızın olumlu ya da olumsuz nasıl sonuçlara yol açtığını bize öğretiyor. Ve buradan hareketle iş yapma biçimimizi, proseslerimizi, süreçlerimizi, müşterinin hayatına farklılık getirecek şekilde yeniden ve yine mutfakta dizayn etmemizi sağlıyor. Ve işin güzel tarafı, bunu bize müşterilerimiz öğretiyor. Yani sadece gastoronomiyi öğrenmiyoruz, yönetimi, iş birliğini, koordinasyonu ve süreç optimizasyonunu da öğreniyoruz. Her gün yeniden daha iyiye gitmeniz gerek, her gün yeniden kendinizi enerjiyle doldurduğunuz bir süreç.
İşte dünya çapında başarılı markalar yaratmak istiyorsak, dünyada başarılı Türk şirketleri yaratmak istiyorsak, rutinlerimizi, günlük işlerimizi birer angarya olarak görmemeli, her gün amaçlarımızı yeniden keşfetmemizi sağlayacak fırsatlar olarak görmeliyiz. İşte mucizevî sonuçlar ortaya koymak böyle bir deneyim. Her gün işimize, yapageldiğimiz rutinleri daha iyiye götürmek isteğiyle geliyorsak, işte aynılıklardan farklılık yaratmak bu. Rutinde mükemmelleşmek bu. İşine sevgi katmak bu. Rutinde mükemmelleşme, hiçbir zaman sonu gelmeyecek bir süreç. Bir keşif. Bir yolculuk. Gideceğin yere ulaşmaktan ziyade, yolculuğu sevmek…” şeklinde konuştu.
Perakende Günleri 2016’nın yeniliklerinden biri olan Açıksözlü Kırmızı Koltuk Oturumları’nın katılımcıları ise Big Chefs Kurucusu Gamze Cizreli ve Etude Co., Tahran Kurucu Ortağı Gökhan Bozkurt oldu. Oturumda Gamze Cizreli şunları söyledi: “2016’da sektör büyümedi. İki bölüme ayırabiliriz. 15 Temmuz öncesi ve sonrası. Öncesinde yaşanan terör olayları, turizmdeki daralma ile yüzde 6’lık bir daralma ile kapattık ilk yarıyı.
15 Temmuz sonrası ise, özellikle son dönemdeki kur dalgalanmaları ile de bu seneyi 15-17 daralma ile kapatacak sektör. 2017’nin ilk döneminde ise bu daralmanın devam edeceğini düşünmüyorum. Hızlı bir düşme olmayacak. Sektörümüz çok hızlı büyüyor. Türkiye yüzde 6 büyürken, biz sektör olarak yüzde 30’un üzerinde büyüdük. Özellikle Türkiye ve Ortadoğu’da. 2017’nin ikinci yarısında eğer terör olayları azalır ya da biterse ve güvenlik sorunu ortadan kalkarsa; seneye yüzde 6’lık büyüme öngörüyoruz.
Cizreli Anadolu’da hangi şehirler potansiyel sorusuna; “Akdeniz markamız açısından Adana, Mersin, İskenderun, Antalya iyi giden iller. Bir de İzmir tabi ki. Hızlı büyümeyi hedeflediğimiz noktalar. Suudi Arabistan beni oldukça şaşırttı. Dubai iyi bir pazar, çok hareketli. Arabistan kapalı yaşadıklarımızı düşündüğümüz halde dışarıda çok fazla tüketiyor. Alışveriş konusunda da önemli bir hareketlilik var. İkinci dükkanı açıyoruz. Metrekare verimliliği olarak Arabistan’daki dükkan, Türkiye ve Dubai’den fazla. Kuzu eti ve künefe en çok tüketilen ürünler.”
İran’da Türk markalarının en büyük rakibi yine Türk markaları
Etude Co., Tahran Kurucu Ortağı Gökhan Bozkurt ise kırmızı koltuk oturumunda şöyle konuştu: “İran’da Türk markalarının en büyük rakibi yine Türk markaları. Son 6 ayda çok fazla Türk markası satılıyor. Türk ürünlerinin satıldığı sahte Türk markalarının dükkanları söz konusu. Bu önemli bir sıkıntı. Türkiye için en büyük fırsat Türk markası olmak; çok beğeniliyor. Sonrasında ise yeniliğe, iyi ürüne çok çabuk yanıt veren bir ülke ve nüfus var İran’da. Geleneksel perakende biçiminden uzaklaşıldığı takdirde. Mesela Zara resmi olarak İran’a gelene kadar 70 Zara dükkanı vardı İran’da.” Bozkurt sözlerini şöyle tamamladı: “Biz İran’a ne yollarsak satarız fikri yanlış. Son altı aydaki gelişmelerden dolayı ihracat ve ithalat süreçlerinde ciddi yaptırımlar getirildi. 6 ay öncesi gibi bir mal alışı veya satışı mümkün değil. Hazır giyim alanında İran gibi bir algı var. Ancak devlet, çok önemli teşvikler veriyor bu alanda. Yılın 174 günü tatil var bir yılda İran’da. Bu da perakende sektörü için oldukça önemli.”
‘Gerçek Pazarlamak’
Perakende Günleri 2016’nın son oturumunda ise pazarlama, iletişim ve sosyal medya konularında ülkemizin en önemli uzmanlarından, Next Academy Kurucusu Levent Erden sahne aldı. ‘Gerçek Pazarlamak’ başlıklı konuşmasında Erden kendi üslubu ile ‘gerçek’ kavramını yeniden tanımlarken dijital dünya ve sosyal medya ile ilgili akıllardaki soruları da yanıtladı. Erden konuşmasında kurumsallık, münhasırlık, gizlilik, sadakat ve uzun vade kavramlarının yerine rahatlık, işbirliği, açık kaynak, katılımcı, şeffaflık ve hız kavramlarının aldığını söyledi. Erden: “Sürdürülebilirlik aslında bir tutucudur, hiçbirşeyi aynı tutarak sürdüremezsiniz. Sürekli dönüşmek zorundayız. Etraf değişiyor diye değişmeyeceğiz daha önce değişmek zorundayız.”