1940’lı yıllara ait bir köy okulu düşünün… Tarih, Coğrafya, Matematik, Türkçe, Fizik, Kimya, Sosyoloji, Psikoloji, Müzik, ziraat, kooperatifçilik, seracılık, hayvancılık, arıcılık, ipekböcekçiliği, inşaat, demircilik, marangozculuk, biçki-dikiş gibi teori ve uygulamalı dersleri bir arada vererek öğrencilerin öğrenmesini kolaylaştırsın.
Kazmayı küreği alıp tarlaya çıkan derslerde öğrendiği alternatif tarım yöntemlerini burada uygulayan üretim yapan, okul inşaatını, okulla ilgili ek binaların inşaatını yine kendileri yapan, fırına girip ekmek pişiren, motorsiklet kullanmayı, biçki-dikiş öğrenen hayatın her alanında aktif olan öğrenciler düşünün.
Halk müziği derslerini Aşık Veysel ve Ruhi Su’nun verdiği, öğrencilerin saz çalmayı bu değerli sanatçılardan öğrendiği, öğrencilerinden herkesin en az bir enstrümanı çalmasının istendiği bir okul düşünün. Mozart, Beethoven dinleyen öğrenciler. Resim yapan, kendi orkestralarını kuran, sinema salonlarını kendileri inşa eden öğrenciler düşünün.
Çocuğun iyi bir okuyucu olmasının amaçlandığı serbest okuma saatlerinin olduğu bir okul. Gorki, Dostoyevski vb. klasikleri okuyan öğrenciler. Bu etkinliklerde; Shakespeare, Moliere okuyan, onların piyeslerini haftasonu etkinliklerinde veya yılsonu gösterilerinde sergileyen öğrenciler düşünün.
Her cumartesi, bir araya gelen müdür, öğretmenler ve öğrencilerin o haftayı değerlendirdikleri “cumartesi günleri” etkinlikleri. Amacın öğrencide eleştirel bakış açışını geliştirmek olan bu etkinlikte değerlendirmeler genelde öğrencilerin gözünden yapılırdı.
Öğrenciler, öğretmenlerinden korkmadan, çekinmeden o haftaya dair yanlış olduğunu düşündükleri uygulamaları eleştirebildikleri bir okul sistemi düşünün. Her öğrenciye adıyla hitap edildiği bir sistem. 1940’lı yıllarda bir okulun eğitim anlayışı bu şekilde işliyordu.
Peki! Ya bugün nasıl? Türkiye’nin bir çok köyünde okul yok!
Öğrenciler taşımalı sistem adı verilen bana göre bir “rant” olan bu uygulama ile gidip-geliyorlar köylerden şehir merkezindeki uzak okullara. Taşımalı sistemle okula gidiş-gelişler en az iki saat sürmekte. Çocuklarının bu şekilde okula gönderemeyen anne-babalar şehir merkezinde bir yurt bularak çocuklarını buraya emanet ediyorlar.
Çok değil iki gün önce “bilgi meşalesi yurdu aydınlatırken, yurt yangıyı ülkeyi kavurdu”. Yangında yanarak hayatlarını kaybeden gariban köy çocukları bu ülkenin her bir köşesine okulun, öğretmenin gelmesi gerçeğini bir tokat misali yüzlerimize çarpıyordu.
Ve bence artık şehir merkezlerine aktarılan ödeneklerin bir bölümü de köy ve köylüyü kalkındırmak için köylere aktarılmalıdır. Bu noktada köy ve köylüyü kalkındırma noktasında, Köy Enstitüleri; Türkiye’nin sabaha karşı gördüğü en güzel rüyadır. Bu yönüyle varlığını sürdüreceği bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.