İnsan düşünen bir canlı ve düşünce zihinde kalma gibi algılanmamalı… Düşünen insan sorular sorar. Sorularla bilme, anlama, idrak etme noktasına gelinir ve beynin algıları açılır. Ve daha da ilerisi derin düşünme yolu, içsel bilişleri getirir.
Sevginin zıddının korku olduğu düşünülür ise ve korkunun bilgisizlik olduğu varsayılırsa eğer, sevmek için bilmek gerekir sonucu çıkıyor. Bilmek… Bilmeden sevgi olabilir mi? Hiç tanımadan… Burada kalp devreye giriyor. Kalp bilgeliğin merkezi… Kaynak! Ve bu kaynak insanın hayati önem taşıyan en önemli organı, merkezi…
Peki, aslında bilmiyor muyuz?
Yoksa bilginin kaynağı bizde ama üzerini kat kat kabuklar mı sarmış bilginin kaynağının? Bilen insan daha çok seviyor olabilir mi? Bilmenin sorumluluğunu taşıyabilir mi? Ya da insan bazen bilginin kölesi durumuna düşer mi? Bilgi yaşama geçmediği sürece bir kabuktur. İçi dolu da olsa kabuk!
Eğer bilgi yargı içeriyorsa, şartlanmışlıklar varsa, sevgisizlik tınıları, korku rüzgarları estiriyorsa o bilgi kalbimizin tellerini titretemiyorsa, egonun yoğun baskısı varsa, bizi özgürleştiremiyorsa o bilginin derinliğine, içine bir bakmak gereklidir.
Bilgi kalbimizle uyum içinde olmalıdır, özgürleştirici ki, yasama geçebilsin. Ve sonra, sevgi kat kat çoğalarak bize geri döner, yaşamlarımızda mucizevî dönüşümler olur.
Korku duyuyoruz! Neden?
Duyuyoruz çünkü toplumsal şartlanmalar, dayatmalar, baskılar var! Kendimizi kabul ettirebilmek, onaylanmak, ait olmak çok önemli. Bize öğretilen bu toplum ve ailelerimiz tarafından. Ve dışlanmayı göze alamaz kimse. Kalbinde olan sevgiyi bilme durumunda yasamadığı, yasama geçiremediği sürece. Tümü yine korkudandır, korku içerir. “Ya sevmezlerse beni?”, “Ya kabul görmezsem?” , ” Ya! Ya! Ya!”…
Özgürlüğün anahtarı, kendi bedenimizin ve ruhumuzun uyum içinde sevgiyi, bilgiyi dengeli bir bicimde ifade edebilmesidir. İnsan kendini korku yüzünden baskılar. Ve baskıladıkça gerçek ben hayata geçemez. Sahte bir ben yaşar ve tüm yaşamı suresince toplumun, örf-adet-kuralların kendisine koyduğu kısıtlayıcı-baskılayıcı sevginin ortaya korku sebebiyle çıkamadığı bir insan olur. Bir yaşam daha tanrısallığına sahip çıkamamış, varmış gibi yaşayarak yaratıcılığı kendisi tarafından korku yoluyla elinden alınmıştır.
Oysaki düşünen beyinler en düşünülmeyecek noktayı bulabilirler ve düşüncenin en uç noktasına bile bakabilen dahi dediğimiz kişiler böyle kişiliklerdir. Kendi kapasitelerini ortaya koyabilen. Planlı olarak düşünerek çalışmalar ortaya koyabilen. Buluşlar yapabilen. Yeni olanı, hiç bakılmayanı yaratabilen. Tanrının yaratıcılığı sonsuzdur. Ve bizler (insanlar) tarafından ortaya çıkarılmak üzere bakmadığımız o noktada yaratılmayı beklemektedir. Böylelikle Tanrı’nın sonsuzluğu bizler aracılığıyla yasama geçmektedir. Bu sevgidir! Yeni bir şey yaratmak…
Bilinmeyeni bilmek ortaya çıkmıştır. Bilmek sevgiyi daha derin bir şekilde yaşamaktır. Bu bir titreşim yaratır. Bu titreşim tamamen dünyanın bilincini de değiştirecektir.
Sevginin bedenlenmesi için korkudan arın, arındıkça oluşan boşlukta sevgi yeşerecektir.
Bilgi, kalpten, kaynaktan şuurdan gelen içsel sestir. Bu sese kulak verebileceğimiz sevgi çığlıklarıyla serenatlar yaptığımız bir dünyada yaşamanın keyfini hep birlikte yasamak dileğimle…