Anayasa ve referandum tartışmalarında linç kültürü

Anayasa tartışmalarında linç kültürü ile birbirimize saygımızı yitirdik. Fikirlere saygı duyulmasa bile en azından tahammül edilebilmeli. Hiç kimse zorla ve baskıyla tahakküm altına alınmamalıdır. Rıdvan Dilmen, Arda Turan, Murat Boz da… Meltem Cumbul, Haluk Levent, Athena da… Türkiye’dir.

Anayasa tartışmalarında linç kültürüyle birbirimize saygımızı yitirdik. Zorla, baskıyla kimse tahakküm altına alınmamalıdır.

Elimize bir metin alır ve okumaya başlarız. Okurken zihnimizde bir görüntü oluşur, hayal ederiz, sorular sormaya başlarız, cevap bulmaya çalışırız. Bir süre sonra o metin bizi bizimle konuşturmaya başlar. Üstelik aynı metni okuyan farklı insanların hemen hemen tümünde bu döngü benzer şekilde işlese de sonunda çıkardığımız sonuçlar çoğunlukla birbirimizinkinden farklı olur.

Farklı algılar, farklı anlayışlar

Mesela ben en modern romanları okurken bile olaylar zihnimde ortaçağdan kalma görüntülerle canlanır. Neden bilmiyorum ama belki kitap denilen şeyi zihnimde ortaçağ nesnesi olarak içselleştirdiğimden olabilir. Yani ben ve sen, aynı şeyi okuyup çok farklı hayaller kurabiliriz, farklı düşüncelere kapılabilir, farklı şeyler anlayabiliriz. Hatta bu süreçte çoğumuzun anladığı şey ile yazarın asıl anlattığının hiç bir ilgisi de olmayabilir. Daha da ilginci, aynı metin farklı dönemlerde okunduğunda, okuyan kişi aynı olsa bile ilk okumasından daha farklı şeyler düşünebilir. Bunları muhakkak herkes deneyimlemiştir diye düşünüyorum. Okuduğumuz şey ister bir roman olsun, ister anayasa metni hiç fark etmez.


“Herkes ters yoldan gideyi”

Bugün şöyle bir fıkraya denk geldim; Temel bir gün otoyola ters yoldan girer. Bu sırada açık olan radyodan şöyle bir anons duyar “Tüm sürücülerin dikkatine, otoyola tersten giren bir araç, diğer sürücülerin hayatını tehlikeye atmaktadır. Dikkatli olun.” Temel kendi kendine cevap verir “Ne bir tanesi kardaşum hepsi ters yoldan gideyi.” Bu fıkra yukarıda da anlattığım şekilde anayasa metninin bizi getirdiği son durumu özetliyor.

Sanırım hepimiz aynı metni okuyup, aynı kişileri, aynı görüşleri dinleyip çok farklı şeyler anladık. Böyle durumlarda asıl verilmek istenilen şeyin ne olduğunu öğrenmenin en iyi yolu, onu ortaya koyana “ne anlatmak istedin” sorusunu sormaktan geçtiğine inanırım.

Anayasa konusunda bunu en iyi cevaplayacak olanlar da muhakkak metni hazırlayanların kendisidir. Tabii yine de topyekun tek bir sonuca kanalize olmamız beklenemez ama bu şekilde en azından somut gerçekliğe daha yakın ve daha tutarlı davranabiliriz. Fakat günlerdir gördüğümüz üzere, tartışmalar kimlerin yalaka, çomar, koyun olduğundan kimlerin hain, terörist olduğuna kadar geniş bir yelpazede uzayıp giden sığ bir çekişmeden ibaret.

Fikirlere saygı duymak

Günlerdir şu maddeye şu sebeplerle karşı çıkıyorum diyen birini görememiş olmaktan duyduğum üzüntü ile yaptığım şey, mevcut anayasa ile yeni anayasa önerisini önüme alıp karşılaştırmak, maddeler hakkında olumlu ve olumsuz görüşlerimi, endişelerimi, aklıma takılanları not almak ve sorularımın cevaplarını okuyarak, izleyerek, dinleyerek irdelemek oldu. Nihayet bir fikrim var ve referandumda gidip demokratik hakkımı kullanacağım. Fikrimin ne olduğunun bir önemi yok, hatta senin fikrinden farklı olmasının da bir önemi yok; önemli olan bir fikrimin olması ve buna saygı duyulması.

Toplum olarak birbirimize saygımızı yitirdik

Siyasi görüşlerimiz bizi en yakınlarımızla bile ayrıştırmaya başladı. En sevdiğimiz sanatçıların fikirlerini öğrenince anında onlardan uzaklaştık. Kimileri tuttuğum takımdan soğudum diyor, kimileri sporcuları takımdan ayrıştırmaya çabalıyor. Kimileri albüm parçalıyor, sövüp sayıyor… hakaretin, küfrün bini bir para.


Bugün Emir Benderlioğlu, Atatürk’ün “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” sözünü “anlayan anladı” gibi bir yorumla paylaştı. Paylaşımın altına gayet düzgün bir şekilde şunu yazdım; “Kimin zeki kimin ahlaklı olduğuna hangi merci karar veriyor? Birilerine aptal ve ahlaksız mı demek istiyorsunuz? Bırakın kim hangi görüşü destekliyorsa onu savunsun. İnsanların sizden icazet alması mı gerekiyor?”

Bu sözlerim için önce 2 defa yorumumu sildi sonra da hesabımı engelledi. Tekrar kişisel bir cevap vermeyeceğim elbette. Sadece bu olay nezdinde tüm bu ve benzeri ayrışmalara ve linç kültürüne karşı yazının başında anlatılan fıkranın da geçtiği yazıdan şu kısmın herkese iyi bir cevap olacağı kanaatindeyim:

Robert De Niro “Trump’ın çenesini kırmak”, Madonna ise “Beyaz Saray’ı yakmak” istediğini söyledi. Bu söylemler, De Niro’nun dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aktörlerinden biri olduğu gerçeğini mi değiştiriyor? Ya da Madonna’nın 40 yıldır dünyayı sarsan bir star olduğunu…

Trump’a gönül veren Amerikalılar ret mi etti bu iki büyük yıldızı? İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’nın en güçlü adamı olan ve 1940-44 yılları arasında ülkesini yöneten General Charles de Gaulle’e, büyük Fransız düşünür Jean Paul Sartre’ın yazdığı muhalif ve sert yazılar sorulur.  Sartre, De Gaulle ve Fransa yönetimini çok sert eleştirmektedir. General cevap verir: “Sartre, Fransadır.” Tıpkı, De Niro ve Madonna’nın Amerika olduğu gibi…

Rıdvan Dilmen, Arda Turan, Murat Boz da… Meltem Cumbul, Haluk Levent, Athena da… Türkiye’dir.

Rıdvan Dilmen’in şu açıklamasını da bu anlamda önemli görmek gerekir:

“Bu tamamen kendi fikrimdir. Farklı görüşlere de saygılıyım. Ama hiç kimse bu durum üzerinden birbirini düşman görmemelidir, düşmanlık üretmemelidir. Herkesi, beni de dahil eleştirebilirler, fikirlerimi eleştirebilirler… Demokratik bir ülkedeyiz. Herkes zaten sandığa gidecek, kendi fikrini beyan edecek. Herkes de herkesin fikrine saygı duyacaktır. Daha güçlü Türkiye için herkes özgür şekilde oyunu kullanacaktır. Mahalle baskısı ve tehdide demokraside yer yoktur.”


Son olarak ünlüler örneğinden yola çıkarak bu ülkenin her bir vatandaşı, bireyi diğerlerinin görüşlerine, fikirlerine, inançlarına saygı duymasa bile en azından tahammül edebilmeli; zorla, baskıyla diğerlerini tahakküm altına almaya çalışmamalıdır. İnanıyorum ki normal zamanlarımızda hepimiz bunu savunuyoruz ama böyle zamanlarda da birbirimize karşı aynı duruşu somutlaştırmalıyız. Yoksa güzel günlerin güzel sözleri laftan ibaret kalacak.

Rıdvan Dilmen, Arda Turan ve Murat Boz evet kampanyası başlattı

Meltem Cumbul: Aydınlık bir Türkiye için #HAYIR


Emre Yavuz
1993 Ankara doğumlu. Kırıkkale Üniversitesi Radyo Televizyon programcılığı bölümü mezunu. Fotoğraf, kısa film, klip ve belgesel çekimleri gibi alanlarda çalıştı. TRT’de staj yaptı. Halen Ankara Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğrenimine devam ediyor. Ayrıca yabancı diller yüksek okulunda İngilizce eğitimi alıyor. Atletizm, basketbol, futbol, söz yazarlığı ve müzik ilgi alanları arasında.