2017 yılı başlangıcının Alman başkanlık seçimleri ve Hollanda’da yapılacak genel seçimler gibi politik risklerle serpiştirilmiş olmasına rağmen en büyük riski Brexit ile İngiltere taşıyor.
Saxo Bank Makro Strateji Müdürü Christopher Dembik, 2017 yılının ilk çeyreğine dair görüşlerini açıkladı. 2017 yılı başlangıcının Alman başkanlık seçimleri ve Hollanda’da gerçekleşecek genel seçimler gibi politik risklerle serpiştirilmiş olmasına rağmen en büyük riski Brexit ile İngiltere’nin taşıdığını söyleyen Dembik, “Şu ana kadar Brexit’in en çok görülebilen etkisi Sterlin’in değer kaybıdır. Dolar’a karşı nerdeyse %17 değer kaybetmiştir” dedi.
Brexit’in seçilmesi
Sert Brexit’in seçilmesi, İngiltere ekonomisinin yapısının tamamını 2019’a kadar değiştirmesi anlamına geldiğini vurgulayan ünlü analist, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Birinci çeyrekte gerçekleşecek tüm politik olaylardan; (Şubat 12’de Alman başkanlık seçimleri, 15 Martta Hollanda genel seçimleri) İngiltere’nin Mart sonuna kadar 50. Maddeyi devreye sokması, İngiltere ve Euro bölgesinin ekonomik ağırlığı, ki global GDP de USD olarak hisseleri %3.9 ve %15.7’dir, en risklisi olacaktır”.
“Şu ana kadar, Brexit’in en çok gözüken etkisi Sterlin’in değer kaybıdır (değer kaybını açıklayan diğer faktör ise GDP’nin %7 sine yaklaşan cari hesap açığıdır). GDP Haziran 23’den beri dolara karşı %17 ve Euro’ya karşı % 9.3 değer kaybetmiştir. Aşağı yönlü trend önce referandumun sonucuyla ve daha sonra Theresa May’in 30 Eylül tarihindeki Konservativ Parti kongresinde sert Brexit’i açıkça tercih etmesiyle iki aşamalı olarak gerçekleşmiştir,”.
Theresa May’in yumuşak popülizmi
İngiltere’de yeni bir politik felsefenin ortaya çıkmasını konuşmak için henüz erken olduğunu söyleyen Christopher Dembik, “Yine de Theresa May’in ‘Hayır’ zaferinin sebeplerini kapsayıcı bir şekilde analiz ettiğini ve önümüzdeki aylarda daha da geliştirilecek muhtemel çözümler ortaya çıkaracağını kabul edebiliriz” dedi. Dembik açıklamalarına şöyle devam etti:
“Minimal devlet fikrini savunan seleflerinin tersine, devletin problem değil çözüm olduğunu düşünmektedir. Bunun üç önemli amacı olmalıdır:
1- 1970’lerde tarihteki en düşük seviyesi ile %6 olan 80 yıl evvelki %14 seviyesini yakalayan %1 in gelirdeki payının son yıllarda aşırı yükselmesine karşı finansal ve coğrafik eşitsizliklerin düşürülmesi.
2- GFC’yi ortaya çıkaran egoistic davranış şeklinin sınırlanması için mali kural ve kanunlarda güvenliğin getirilmesi.
3- Kamu harcamalarını dahili ve harici şoklara karşı, EU dan ayrılma prosesi gibi, tampon olarak kullanmak.
Bu ekonomik düşünce Chamberlain ve Roosevelt’in 1920’ler ve erken 1930’lardaki tecrübelerinden doğrudan esinlenmekte, ahlaki kapitalizmi savunmakta ve 19 yüzyıl İngiltere paternalizmi hatırlatmaktadır”.
İngiltere’nin üç ana ekonomik imtihanı
2107 yılında Birleşik Krallık’ı üç an ekonomik sınavın beklediğini ifade eden Christopher Dembik, görüşlerine şöyle devam etti:
Therea May birçok umut vermekle beraber politikalarını yargılamak için henüz çok erken zira halen herhangi bir şey gerçekleştirmemiştir. Sert Brexitin seçilmesi İngiltere’nin ekonomik yapısının tamamını 2019’a kadar değiştirmesi anlamına gelmektedir.
Avrupa Birliği’nden efektif çıkış tarihi) bu da belli ki kısa bir zaman aralığıdır. İngiltere ekonomisi ikinci dünya savaşından bu yana yaşadığı en zorlayıcı döneme doğru ilerlemektedir. 2017 yılında ortaya çıkacak en fazla üç öncelikli konu vardır.
1- Enflasyonun tavan yapması: Kesin olarak kalıcı olan GBP’nin düşük kuru, ithalat yoluyla daha yüksek enflasyona yol açacak (tahminler 2017 %2.4ve 2018 %2.5)bu da ev halkının satın alma gücünü olumsuz etkileyecektir.
Enflasyondaki yükselme, yüksek emtia fiyatlarıyla daha da belirginleşmektedir (Kasım 2015’e kıyasla Kasım 2016’da + %4.70 ). Enflasyon artışını kısmi offset etmek üzere şu ana kadar ücret artışları yeteri kadar yüksek seviyededir (son verilere göre + %2.3). Ancak bu durum enflasyon tahminleri doğrulanırsa 2017’de geçerli olmayacaktır.
Orta vadede mümkün olduğu durumlarda düşük GBP ithal malların yerli üretim malları ile ikame edilmesinin tercih edilmesini sağlayacaktır. Yine de, satın alma gücü kazanımları önemli seviyelere gelmeyecektir.
2- Ücretler hakkındaki endişeler: Normal bir ekonomik dönemde, tam istihdamın daha yüksek ücretlere yol açacağı düşünülmektedir fakat bu geçerli olmayabilir. Zira İngiliz firmaları belirsiz ekonomik koşullarda işe alımları öteleyebilir.
50. maddenin yürürlüğe girmesi İngiliz firmalarında önemli bir psikolojik etki yaratacak ve muhtemelen işe alımların dondurulmasına yol açacaktır.
Bazı gözlemciler Brexit’in gerçek bir sonucunun olmayacağına yönelik olarak iş gücü piyasasının dayanıklılığına işaret etmektedir. Nitekim, İngiltere gibi esnek olanlarda dahi işgücü piyasalarının etkilenmesi için en az altı aya ihtiyaç vardır.
Birleşik Krallık (UK) iş gücü piyasasının gerçek durumunu değerlendirebilmek için Ocak 18 ve sonra Şubat ayında yayınlanacak işsizlik verilerinin beklenmesi gerekecektir.
3- Rekabetçilik Risk Altında: Teorik olarak Sterlin’in değer kaybı Britanya ekonomisine bu belirsizlik ortamında yarar sağlamalıdır ancak gerçek kazanç limitlidir zira ithal malları fiyat esnekliği düşüktür.
Gerçekten de Bütçe Sorumluğu Ofisinin yürüttüğü bir çalışmaya göre 9 çeyreğin sonunda görece fiyattaki %1′ lik düşüş%0.41 ihracat artışına karşılık gelmektedir (petrol ürünleri hariç). Karşılaştırmalı olarak benzer bir düşüş Fransa’da %0.8 ihracat artışına yol açmaktadır.
GBP’nin değer kaybı neticesinde İngiliz firmalarının beklenen fiyat rekabeti avantajının çoğu zaman iddia edildiği gibi belirleyici olmayacağı söylenebilir. Düşük kurumlar vergisi kısa vadede İngiliz firmalarının yatırım yapmasını teşvik edebilir.
Ancak orta vadede, EU ile faydalı bir ortaklık anlaşması yapılmaması halinde İngiltere’nin iddialı bir yeniden endüstriyelleşme planını devreye alması gerekir.
Bu plan kontrol dışı bütçe açığı harcamaları demektir ve bunun tahvil piyasalarında yaratacağı baskı neticesinde borçlanma yükünü artacak ve (İngiltere’de 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisi yıllık en düşük noktasının 2.3 mislidir) ülke için yeni bir kredi notu düşümü anlamına gelecektir”.
CEE (Orta ve Doğu avrupa Ülkeleri) İngiltere’nin en iyi müttefiğidir
EU ile yapılacak olan görüşmelerde, İngiltere, her ne kadar Nisan ayında yaklaşan başkanlık seçimleri dolayısıyla mevcut hükümetin Avrupa seviyesinde daha az etkisi olacaksa da özellikle Fransa gibi bir çok ülkenin kuvvetli itirazlarıyla karşı karşıya kalacaktır.
İlk bakışta kuvvetler dengesinde EU, İngiltere’den daha güçlüdür zira EU’nun İngiltere’ye ihracatı GDP’ nin %3’ünü ve İngiltere’nin EU ya ihracatı GDP’nin yaklaşık %13’ünü oluşturmaktadır.
Yine de May orta ve doğu Avrupa ülkelerinin desteğine güvenebilecektir. Onlar bu çeyrekte iki önemli konuyla karşı karşıya kalacaklardır. İlki daha güçlü bir USD, ki bizim görüş açımızdan bu bölge için önemli bir risk değildir.
Gerçekten de CEE de GDP’ nin yüzdesi olarak US dolar bazlı borç epey düşüktür. En fazla açığı olan Polonya ve Çek Cumhuriyeti’dir zira buralarda GDP’nin yaklaşık %10 una denk gelmektedir, bu da Şile (GDP nin %35 i) ve Türkiye (GDP nin %25 i) ile kıyaslandığında yönetilebilir seviyededir.
İkinci konu Brexit’in CEE üzerindeki potansiyel ekonomik etkisi ile alakalıdır. Çek Cumhuriyeti ve Slovakya İngiliz yatırımlarının bölgedeki en önemli alıcıları konumundadır ve dolayısıyla sert Brexit durumda en çok cezalandırılacak olanlardır.
Kısa dönemde EU’dan çıkma kararı yatırım akışlarını önemli miktarlarda etkilememiştir. 2018 yılında üretime başlaması beklenen ve GDP büyümesine ve istihdama kuvvetli bir katkı sağlayacak Batı Slovakya’daki Jaguar Rover fabrikası planı, plana göre ilerlemektedir.
Yine de orta dönemde bölgedeki İngiliz firmalarının devam eden varlıkları konusunda belirsizlik sürmektedir. (Komşu ülkeleri penetre etmek için kullanılan Çek Cumhuriyeti’nde 300 den fazla İngiliz firması faaliyetlerine devam etmektedir).
Bu ekonomik bağımlılık İngiltere hükümeti açısından önemli bir avantaj sağlamakta ve görüşmeler sırasında mevcut İngiltere yatırımlarının sürekliliği karşılığında (mesela pasaportlama hakları) CEE ülkelerinin desteği için pazarlık yapmasına imkan verecektir.
Bir yandan İngiliz diplomasisi 1973 yılından beri herhangi önemli ticari anlaşma yapmamış olup bunu yapacak kadroları da yoktur.
Diğer taraftan bölerek yönetmek konusunu iyi bilmektedir, bu da günün sonunda müttefiki olan Avrupa ülkelerinden önemli kazanımlar elde ederek beklenenden daha başarılı olabilir tabiki eğer Brexit gerçekleşirse, ki buda kesin olmaktan epey uzaktır.