Örümcek ağında bir kelebek: Kadın

Basit ve masum aşkların yaşandığı gençlik yıllarıydı. Üniversitenin ilk günü başlayan not alışverişi kötü kaderin bir başlangıcı gibiydi.

Örümcek ağında bir kelebek: Kadın

Örümcek ağında bir kelebek: Kadın

Pencerenin önünde oturduğu ve sigarasının dumanını gecenin koyu karanlığına üflediği yine o her zamanki yalnız gecelerinden birinde daldığı düşüncelerden telefonunun titreşimi ile uyandı. Telefonuna uzandı, bilinmeyen bir numaradan mesaj gelmişti. Mesajda bir adres ve çok kısa bir not vardı:

“Ya hemen gel ya da sonsuza kadar beklemeye devam et.”


Tüyleri diken diken eden bu mesaj genç kadını bir an için anılarına götürdü.

Basit ve masum aşkların yaşandığı gençlik yıllarıydı. Üniversitenin ilk günü başlayan not alışverişi kötü kaderin bir başlangıcı gibiydi. Genç kızın, okulun en popüler genci ile arkadaşlığı zamanla ilerledi. Bir süre sonra aynı şeyleri düşündüklerini, aynı şeyleri hissettiklerini, aynı yöne baktıklarını fark ettiler. Çocuğun gözü ondan başkasını görmüyordu ve büyük bir güven hissi kaplamıştı kızın benliğini. Okulun bitmesini beklemek adeta çekilmez bir ızdıraba dönmüştü. Ailelerin karşı çıkmasına rağmen evlendiler. İşte o andan itibaren kader ağlarını ilmek ilmek örmeye başladı. Adeta örümcek sabrıyla…

Evlenir evlenmez genç kız hamile kaldı. Ancak doğumda sorun olmuş, bebek bir süre oksijensiz kalmıştı. Cerebral palsy denilen bir teşhis koydu doktorlar. Bebek, motor fonksiyonlarının hiçbirini yerine getiremiyor, kendi başına beslenemiyordu bile. Bir yandan derslerin yoğunluğu diğer yandan çocuğun durumu, okulu ihmal etmesine neden oldu genç kadının. Becerikliydi ama bir noktaya kadar. Nitekim okulu bırakmak zorunda kaldı. Artık tek hayatı oğlu olmuştu.


Epey zamandan beridir de kocasının artık o aynı yöne baktıkları eski sevgilisi olmadığını fark etti. Akıllı kadındı, hislerine güveniyordu. Hissetmişti bu soğukluğu. Aklına bazı şeyler geliyor ama bir türlü konduramıyordu.

Bunları aklından geçirirken cama vuran yağmur damlalarının tıkırtılarıyla kendine geldi.

Az önce telefonuna gelen mesaja bir kez daha dönüp baktı. İçeri gidip oğlunu kontrol etti. Mamasını yeni yedirmişti, bir sorunu görünmüyordu. Olacakları kabullenişle merak arasında gidip gidip geldi. Ayakları bir ileri, bir geri gidiyordu adeta. Dayanamadı, cebine duygularını doldurduğu pardösüsünü giyip yağmur damlalarının ıslattığı boş kaldırımlara attı kendini. Anılarına doğru koşmak istiyordu. O eskiden yaşadıkları güzel anılara… Ama gittiği yer koca bir belirsizlikti.

Verilen adrese koşar adım varması yarım saati bulmadı. Apartmana girdi, daire kapılarını kontrol ede ede merdivenlerden yukarı çıktı. Üçüncü kata geldiğinde kapıyı bulmuştu. Bir süre eli zilin üzerinde öylece bekledi. Çalmakla çalmamak arası gel gitler yaşasa da omuzlarındaki yükün ağırlığı parmak ucuna ulaştığında zile çoktan basmıştı bile. Birkaç saniye bekledi ama bu bekleyiş ona saatler gibi gelmişti. Kapının açılma sesi ile toparlandı.

Karşısında, okulu yarım bıraktığından beri hiç görmediği arkadaşını ince şifon gecelik içinde gördüğünde büyük bir şaşkınlık yaşadı. Manalı gülümseyen soğuk bir “merhaba” ile irkildi. Kapının aralığından karşıdaki portmantoda asılı duran kocasının bordo yakalı paltosunu fark etti. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü ve sadece “Bekleyemedim, geldim. Göreceğimi gördüm” deyip koşar adım merdivenlerden aşağı indi. Kendini sokağa attığında yüzüne vuran yağmurla karışık keskin ayaz az önce yediği tokadın ruhunda açtığı yarayı daha da derinleştirmişti.


Kalbinin gittiği yere götüren son otobüs onu bir uçurumun eşiğine getirip bırakmıştı.


Taner Erim
1966 yılında İstanbul'da doğan yazar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Hava Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde hekim olarak görev yaptıktan sonra 2010 yılında emekli olmuştur. Halen özel sektörde kulak burun boğaz uzmanı ve bir yüksek öğretim kurumunda öğretim görevlisi olarak çalışmakta olan yazarın ilgi alanları siyasi tarih, sinema ve motosiklettir.