Hayatımızın ilk yarısı koşturmacayla geçiyor. Okul, evlilik, kariyer, iş, çocuk derken hayatımızı kurduğumuz, istediğimiz şekli verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız ve nasıl geçtiğini anlamadığımız bir ilk yarı. Sonra durup sahi neyi severdim dediğimiz bir dönem…
İşte ikinci yarı tam da bunu fark ettiğimiz zaman başlıyor. Bunun yaşla değil yaşananlarla ilgisi var.
Hadi gelin baştan bakalım. Bir çoğumuz bir çok okul bitirdik, işimiz oldu, çalıştık, çabaladık sonra ilk göz ağrımız doğdu. Bazılarımız çalışmaya devam etti. Bazılarımız hayatının bu döneminde çocuklara bakmayı tercih etti. Bazılarımız ikinci çocuk dedi. Her nasıl olursa olsun. Hoşgeldiler. Güldüler, yürüdüler, hastalandılar, dişleri çıktı, beslendiler, uyudular, uyumadılar, okullar seçildi, alıştılar, alışmadılar derken zaman hızla akıp geçti.
Bir gün fark ettik ki uzun zamandır alışmadığımız bir boşluk oluştu evin içinde. Eş, iş yerinde, çocuklar okulda… Eee ne olacak şimdi diye durduk belki… Belki kurslara daldık, denedik. O kurs senin, bu kurs benim. Ev sorumluluklarını çıkartırsak hayatımızdan ne yapacağız şimdi diye düşünür olduk.
Sahi biz kimdik aslında?
Hatırlıyor musun eski ben ne severdi? Çocuklardan sonra ne kadar değiştiğinin farkında mısın? Artık eskisi kadar cesaretli değilsin belki? Eskiden sevdiğin şeylere gülüyorsun belki de. Sevdiklerinin arasına neyi koyabiliyorsun mesela?
Ya nereden başlayacağını biliyor musun? Neresinde kalmıştın hayatının? Yaş 35’i geçti. Eskisi gibi olabilir mi herşey? Ya da olmasını istiyor musun aslında? Yine aynı işi yapabilir misin çalışsan? Ama üstüne bu sefer bir ya da belki iki çocuk sorumluluğu daha eklenmiş olarak. Kursa mı gitsem acaba? İstiyor muyum? Peki hangisini?
Sahi neyi severdim ben?
Peki eskiden ayaklarımın üstünde durmak önemliydi benim için? Kendi paramı kazanamayacak mıyım? Bu aynadaki yüz kimin acaba? Biraz dağılmış mı? Yönünü mü kaybetmiş kendisi için? Benim hayatımda bana yer kalmamış mı yoksa? Ne seviyorum ben? Bundan sonra böyle mi yaşayacağım? Mutlu, doyumlu, sevdiği işi yaparak ayakları üzerinde duran; kendine, çocuklarına ve sevdiklerine vakit ayırarak hayatını düzenleyebilen; önceliklerinin farkında ama kendi hayatını da önceliklendirebilen ve buna göre hayatını planlayabilen ve yaşayan bir kadın olabilecek miyim?
Peki ya çocuktan sonra çalışma hayatına devam edenler için nasıl durum? Uykusuz geceler, ev ve iş arasında denge kurmaya çalışmalar, toplantılar, seyahatler uzun mesailer… Derken bir kırılma dönemi. İşimi yapıyorum, toplantılara giriyorum, ailem ve çocuklarıma zaman ayırıyorum, kendi ayaklarımın üstünde duruyorum. Çalıştım, başardım, hedefime ulaştım. Şimdi ne var?
Sahi benim başarı tanımım neydi?
Sorumluluklarım dışında kalan zamanlarda, bir yerden bir yere yetişirken gittiğim kuaför ya da alışveriş haricinde en son ne zaman kendime sadece ‘ben istediğim’ için zaman ayırdım? Sahi neyi severdim ben?
Aslında bu sorular bir çok kadının sorusu. Ve yalnız değilsiniz… O kadar çok duyuyorum ki bu soruları. Yaşınız kaç olursa olsun, aslında daha yolun yarısı. Ortalama yaşadığınız kadarlık bir ömürden daha bahsediyoruz. Ve içinde kendimize yer açmadan yaşamak için çok uzun bir süre bu. Sevdiğimiz şekilde, mutlu, doyumlu ve üreterek geçirilecek bir ikinci yarı. İşte o zaman ikinci bahar. İliklerimize kadar hissettiğimiz güneş, huzur ve bahar kokusu. Bu sefer daha farkında, daha zengin, daha bilgili, daha bilinçli… Her birimizin hikayesi ve yaşam deneyimi ayrı ama yaşadıklarımız çok benzer.
Ben kadınların değişimi yaratabilecek güçleri olduğunu biliyorum. Hayatlarında neyi isteyip neyi istemediklerini bulacak cesaretin içlerinde olduğunu. Yeter ki korkmadan sabırla hayatlarına sahip çıkıp, daha mutlu bir resim çizebilmek için puzzle’ın eksik kısmını değiştirebilecek cesareti göstersinler.
“Herkes kalbinin renginde yaşar hayatı
Ve herkes kalbinin rengini bulaştırır etrafındakilere…
Herkes için sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz. Eşimiz, işimiz, çocuklarımız, ailemiz ve tüm sevdiklerimiz için. Peki ya kendimiz için?
İki insan henüz büyümemiştir;
Hayatlarını anne babasını memnun etmek için yaşayanlar,
Ve anne babasına karşı gelmek için yaşayanlar!
Biz ne okuldan mezun olduğumuz,
Ne evlendiğimiz…
Ne çocuk yaptığımız,
Ne de anne – babamızı kaybettiğimiz gün büyüyoruz.
Tam olarak seçimlerimizi,
Bizde hayat yolu kırıklarına yol açmış
Çocukluk şablonlarından,
Bağımsız hale getirebildiğimiz gün büyümeye başlıyoruz.
Böyle olması kimsenin suçu değil!
Ama bu bizim kendimize karşı sorumluluğumuz…” Juno