Yılmaz Özdil gençlere bir mektup yazarak seslendi: Cumhuriyet dediğin, ödlek yetişkinler tarafından kaybedilir, yürekli evlatlar tarafından geri alınır! Türkiye’nin gençliğini yaşayamamış tipler tarafından yönetilmesine dur deyin…
İşte Yılmaz Özdil’in o yazısı:
Sayın hükümetimiz 14 milyon gence mektup göndermiş, akp’nin nimetlerinden bahsedip, neden evet demeleri gerektiğini anlatmış.
Bence çok iyi yapılmış. Gençlerimiz o günleri bilmez çünkü.
Akp’den önce bu memleket müslüman değildi mesela! Haçlılar tarafından yönetiliyorduk.
Hepimiz patates dinindendik, bi tek türbanlı Lindsay Lohan müslümandı. Camiler ibadete kapalıydı, hepsi ahır yapılmıştı. Cuma namazı yasaktı, cuma namazına gitmek isteyenlere cehape zihniyeti tarafından eziyet ediliyordu, gözyaşları içinde abdest almaya çalışanlar hakarete uğruyor, belden üstleri çıplak deri pantolonlular tarafından kahkahalarla kırbaçlanıyordu, hatta sırf manevi işkence olsun diye takvimlerden cuma günleri çıkarılmıştı, perşembeden direkt cumartesiye geçiliyordu.
“1923’te Osmanlı’ya darbe yapıp Cumhuriyet’i kuran kanı bozuklar” yüzünden cenaze namazı bile kılınmazdı, başsağlığı dileyip dua edeceğimize, musalla başında vals yapardık, cenazelerimizi toprağa vermezdik, kimini yakardık, kimini denize atardık. Hacca gitmek ayıptı, kınanırdı, gizli gizli gidilirdi.
Hiç unutmam, rahmetli dedem Rio’ya karnavala gidiyorum ayaklarıyla evden çıkmış, kutsal topraklardan dönüşünde vaziyeti çaktırmamak için Medine uçağından samba yaparak inmişti. Kadınların hiçbiri başörtüsü takmıyordu, yemeni, tülbent, yazma gibi batı özentisi ecnebi kavramlar yoktu, sokakta bikiniyle dolaşıyorlardı, çarşıya pazara tek parça mayoyla gidenler “yobaz herhalde” diye yadırganırdı.
Çocuklarımıza Ludwig, Alfredo, Clara gibi geleneksel isimler verirdik, öyle Mehmettir Ayşedir Fatmadır filan yoktu. Ezan mezan bilinmezdi, duyulmuş şey değildi, yeni doğan bebelerimizin kulağına arya okurduk, oruç tutanlar zindana atılırdı. Sünnet olmazdık. Ben kendi payıma anca geçen sene Ümraniye belediyesinin toplu sünnet şöleninde kestirdim.
Kurban bayramlarında boğa güreşine gider, paskalya yumurtası tokuştururduk, ramazanlarda yılbaşı ağacı dikip noel baba’nın elini öperdik, kandillerde balkabağının içine mum yakıp, cadılar bayramını kutlardık.
Annelerimiz aşure yapmazdı, amarettolu tiramisu yapılırdı.
Sevgililer günü, nevruz ve hıdırellez mübarek üç aylardı.
Thanksgiving günlerinde türbe ziyaret ederdik. İmam hatip liseleri kapalıydı, illa din adamı olmak isteyenler Heybeliada ruhban okuluna gidiyordu, henüz türgev yurtları açılmamıştı, zavallı çocuklarımız manastırlarda barınıyordu, rahibeler tarafından tinerci olarak büyütülüyorlardı, teog sınavına girenler, zorla Aya Nikola kilisesine kaydediliyordu.
Diyanet işleri başkanlığı falan yoktu, din işlerimiz İsmet İnönü döneminde maalesef Vatikan’a bağlıydı, Adnan Menderes döneminde Fener Rum Patrikhanesi’ne devredilerek bu ayıba son verildi, ancak kindar Bülent Ecevit döneminde abidik kubidik yapılarak, başpiskopos Makarios’a bağlandı.
Üniversiteye sadece kaymak tabakanın, seçkincilerin, tuzu kuruların, belirli zümrelerin çocukları girebilirdi, ben şahsen ODTÜ elektroniği kazanmıştım ama, babam creme de la creme olmadığı için kaydımı yapmamışlardı, annesi elitist ve imtiyazlı çevreden olanları puanı tutmasa bile alıyorlardı, sene sonunda bahar şenliği filan gibi avam eğlenceler yapılmazdı, süslü şapkalar takılır, Ascot yarışları yapılırdı, kantinde petrus ve dom perignon satılıyordu, öğrenciler birinci sınıfa başlamadan önce sevişmeye hazırlık dersleri okurdu, akıcı sevişemeyen diploma alamazdı.
Anadolu’nun bağrından çıkmış başbakanlarımız yoktu, genellikle Saksonyalı ve Edinburghluydular, kilisede miting yaparlardı. Dindar cumhurbaşkanlarımız yoktu, öncekiler putperestti, bazıları taocuydu.
TBMM yoktu, lordlar kamarası vardı, milletvekillerimiz kont, dük, markiz, düşes’ti.
İstanbul’un adı Konstantinopolis’ti, papazın çayırı olarak biliniyordu, belediye başkanı bizans tekfuruydu, boğazda köprü yoktu, yüzerek geçiyorduk.
Değerli gençler,
Gençlik, insanın başına hayatta bir kere gelir. En vahim gençlik hatası, gençliğini yaşamamaktır. Gençliğini yaşamamış tipler tarafından yönetiliyor Türkiye. Temel sorun budur.
İyi yönetilen devlet, iyi yönetilen üniversite, iyi yönetilen holding, iyi yönetilen banka, iyi yönetilen gazete, hepsini inceleyin lütfen.
Hepsinin zirvesinde gençliğinin hakkını vermiş insanlar görürsünüz. Efsane ceo’ların ortak özelliği, telefon rehberi gibi kalın akademik kariyerleri değildir, içlerinde ukde, bilinçaltlarında kompleks kalmamış olmasıdır. Memleketi gururlandıran kadınlarımızın tamamı, fikri hür vicdanı hür babaların, özgür kızlarıdır.
Cumhuriyet dediğin…
Ödlek yetişkinler tarafından kaybedilir.
Yürekli evlatlar tarafından geri alınır.
Mustafa Kemal tarafından gençlere emanet edilen Türkiye’nin, gençliğini yaşamamış tipler tarafından yönetilmesine dur deyin! (Kaynak: Sözcü)