Bu ülkenin ve toplumun tarihi kurtuluş savaşı ile başlamıyor elbette ama Kurtuluş savaşı ile yeniden yazıldığı bir gerçektir. Bunun böyle olduğu son 15 yılı bariz ve somut olmak üzere, yetmiş yıllık Cumhuriyet karşıtlığı hareketleri ile ortadadır.
Kut-ül Amare üzerinden kısa bir dokundurma
Son yıllarda tarihini Kut-ül Amare denilen kentteki aç susuz Hint askerlerin teslim alınmasını bir “zafere” bağlayanların, Kurtuluş Savaşı gibi dünya ölçeğinde örnek, tekil ve anti-emperyal bir zaferi görmezden gelmeye çalışmalarının anlaşılır olmaması bir yana, bu olsa olsa ihanet ile açıklanabilecek bir şey olsa gerek.
İdeolojik inanç ya da inancın ideolojisi denilen “siyasal din” ve bizdeki ifadesiyle “siyasal İslam” böyle bir şey işte. Yanı başında, içinde, ruhunda yaşadığın en büyük olay ve olgulara yabancı kılıyor insanı.
Ondan sonra gidiyorsun 1915’de İngilizlere bağlı aç Hint askerlerini esir almakla övünüyor, bu övünçle fakirleşiyor ve bu fakirlikle gülünç duruma düşüyorsun.
Memleketinde yerli ve milliyi ararken, Arap çöllerindeki zafer diye yeniden yazmaya çabaladığın tarihin içinde kayboluyorsun.
O zafer dediğin sözde savaşın sonrasında, daha aradan bir ay bile geçmeden, İngilizlerin cetvelle çizerek oluşturduğu ülkelerden gerisin geri dönerken, tıpkı şimdi olduğu gibi çöl serapları görmekten ne farkı vardır?
Üstelik zafer denilen o Kut-ül Amare komutanı da nefret edilen İttihatçı komutanlardan birisiydi. Adı asla ifade edilmeyen bir komutanın yönettiği bir ordunun savaşını “zafer” sarhoşluğu ile yâd etmek ikiyüzlülük değilse başka nedir? İdeolojik ve değerler fakirliği değilse, başka nedir?
Bu ülkenin tarihi Kurtuluş Savaşı ile yeniden yazıldı
Her neyse; Bu ülkenin ve toplumun tarihi Kurtuluş savaşıyla başlamadı belki ama Kurtuluş savaşı ile yeniden yazıldı. Bu gerçeği istesen de unutamaz ve yok kılamazsın. Ama yeniden kez daha yazılabilir. Ama bu yazmak önce yaşamakla mümkündür. Toplumsal devinim ve tarih böyle bir şeydir zaten.
Bu arada Türkiye’nin en aydın, en solcu geçinen bazı “devrimcilerine” bir çift söz söylemek bir zorunluluk olsa gerek.
Hadi bu siyasal İslamcıların dertleri belli, amaçları net. Liberallerin ve özellikle sol liberallerin içler acısı durumu zaten ortada. Peki, ya siz? Siz kendini sosyalist ve Marksist olarak niteleyenler, siz ne yapıyorsunuz?
Kut-ül Amare üzerinden değil elbette ama Kurtuluş Savaşı’nın anti-kapitalist olmadığı gerçeğini ters yüz edip bu savaşın anti-emperyalist olmadığını söyleyerek sözde “değersizleştiren” tutum ve tavırlarınızla hangi amaç ve hangi “solculuk” adına mücadele etmiş oluyorsunuz?
Solcu, sosyalist veya Marksist olmak illa ki Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapmaktan mı geçer? Yoksa eleştirel düşünce ile çözümleme ve önermeler yaparak çözümler üretmekten mi? Karşıtlık başka bir şey, düşmanlık başka bir şey, yabancılaşma ise bambaşka bir şeydir.