İzmir Marşı’nı edepsiz bir küfürle değiştirip, Atatürk ile ilgili kısmı ise çok sevdiği siyasetçi büyüğüne atfeden ve bu video ile gündeme gelen sözde “sinema sanatçısı” şahıs, son yılların komedyen profili prototiplerinden biridir.
Bir sanatçı tipi üzerinden sanatçı ve iktidar üzerine
Ona yancılık eden bir minibüs dolusu adamın hiçbiri, söz konusu marşın nerede, neden ve nasıl yazıldığına ilişkin iki cümleyi arka arkaya söyleyemez ya da yazamazlar.
Ama diğeri, yani “başoğlan” kendisini “sanatçı” kimliği üzerinden tarif eden ve etmekte olan biri. Dolayısıyla bağlayıcılığı ve sorumlulukları var.
Ebubekir Öztürk isimli bu kişi, yaptığı şeyle sadece ne olduğunu ve kim olduğunu değil; kendisinden olmayanlara, olmadığını düşündüklerine ilişkin yapılabilecek düzeysizliğin çıtasını daha yukarı çekmiştir. Özetle hepsi budur. Öznel ve yeni bir şey yoktur aslında. Bu konuda meydan o kadar boş ve uygundur ki; güya haklı gerekçelerden oluşmuş da olsa kin, nefret ve intikam davranışları ne kadar düzeysiz bir şekilde ifade edilirse o kadar önem arz eder hale gelmiş, getirilmiştir çünkü… Bu tür davranışlar bir şekilde teşvik edilerek, ödüllendirilerek ve son kertede yaptırımsız bırakılarak öyle veya böyle sürekli bir zorlama ve bir adım çekilme stratejisinin ayağa düşmüş kasabalılık halleridir.
Saray soytarılığı
Mesele Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk olunca zorlama ve geri çekilme ile ilgili düzeysizliklerin başroldeki aktörleri de kendi adap ve edep meşreplerine göre rol almaktadırlar. Örneğin bu adamın büyük bir olasılıkla sinemada yaptığı şeyler de buna benzer şeylerdir. Eskilerin deyimi ile “saray soytarılığı”… Esasen bu kişi üzerinden değil, benzer kalibre ve kategoride onlarca şarkıcı, türkücü, dizi tiplemeleri üzerinden gidilerek esas amacın ne olduğu kolayca ortaya dökülebilir.
Türkiye’de özellikle televizyon sektörüne ilişkin işler artık bu tipler ile dönmektedir.
Bu kategoriye girmeyenler özellikle televizyonlarda çalışamamaktadırlar. Yani iş bazı aktör ve aktrislerin hangi dizlerde oynayıp oynamayacağını denetleyen ve sorgulayan bir şebeke söz konudur.
Kısaca sanat ile iktidar ilişkisi bir sanat kimliği üzerinden yürür ve kolay kırılmaz, uzun ve içerikli bir konudur. Ama sanatçı ile iktidar ilişkisi son derece açıktır. Basitçe ifade edersek “sanat kişiliği” – iktidar ilişkisi anlamına gelmektedir ve yok edilebilirliği veya dönüştürülebilir oluşu son derece yüksektir.
Tüm sanat dalları elbette aynı şekilde değil. Özellikle kitleselliği ön planda olan sanat dallarının kolayca teslim alınması, dönüştürülmesi ve kullanılması “sanat kişiliğinin” yok edilmesi ile ilgilidir. Son yıllarda sanat alanlarının uygun görülen ve el atması görece kolay olanlarının birçoğunda giderek artan pespayelik, sakillik, fakirlik, sığlık ve çürüme, sanatın bağımlı hale getirilmesi çabalarının bir sonucudur.
Burada anahtar sözcük paradır.
Sanatın ticarileştirilmesinin sanatı üretim ilişkilerindeki rolünü sermaye, güç ve iktidardan yana koymasına neden olmaktadır ki ortaya çıkan figürlerden birisi de işte bu soytarı ve benzerler güruhudur.
Sanatı özgür kılan, öncelikle onun bağımsızlığıdır. Sanatın özgürlüğü ise sanatın gelişimi /niteliği demektir. Sanat gelişimi hiçbir zaman büyüme /nicelik peşinde olmamıştır ve olmaz da. Ama toplumsallık peşinde olur ve olmuştur. Ancak şimdilerde yaşadığımız, bu toplumsallığın çirkin ve olumsuz yüzünün nasıl olabildiğine ilişkin olanlarıdır.