Endüstri tasarımcısı, heykeltraş ustası, büyük sanatçı Yılmaz Zenger bu ay İndigo Dergisi’nin konuğuydu. Mimari, resim, heykeltraş sanatı üzerine çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Röportaj: Yılmaz Zenger
Sizin çok büyük bir heykel ustası, endüstri tasarımcısı ve aynı zamanda çok başarılı bir mimar olduğunuzu bilmeyen yok… Heykel ustası olmak çocukluk hayaliniz miydi?
Yılmaz Zenger: Heykel benim en baştan beri içimde yaşattığım bir duyguydu… Mimari yaparken de ona dönük eğilimlerim vardı. Bu daha sonraki yıllarda mimari proje yarışmalarındaki başarılı çalışmalarıma da yansıdı. Üniversitede dördüncü sınıfa geçtiğimde, çok katı çizim kuralları olan mimarlık projesinde, bir bölü yüz, bir bölü elli, bir bölü yirmi, bir bölü bir detaylar çizilmesi gerekirken okul tarihinde ilk defa şehircilikle ilgili sadece bir rapor ve bir şemadan ibaret bir projeyle en yüksek notu aldım. Bu o kadar dikkati çekti ki birçok kişinin haberi oldu Menderes dönemi.
Beni henüz talebeyken 2000 lira maaşla uzman olarak Menderes döneminde İstanbul kent planlamaya çağırdılar. Menderes’in uygulamalarıyla büyük anlaşmazlık yaşadım. Eyüp’e o inen o asker tıraşı gibi yolu açtılar. Caminin önündeki üçgen yapı adasıni meydan yapacağız diye boşalttılar. Osmanlı kültüründe meydan yok, meydan caminin avlusu. Bunları kabullenip orada kalamazdım. Bu arada mezun olmuştum. 375 lira maaşla asistan olarak Doğan Kuban hocamın kürsüsünde doktoramı yapmak üzere çalışmaya başladım.
“Soyutlama yoğun bir akıl yürütme süreci gerektirir”
İlk serginizi Newyork’ta 1990’ların başında açmışsınız. Yurt dışında mobilyalarınız “sculpted furniture” olarak adlandırılmış. Bunun sebebi nedir?
Yılmaz Zenger: Aslına bakarsanız özellikle bazı mobilyalarım heykele daha yakın. Atölyemin girişinde “durgun göl dik yamaçlar” adlı doğayı kısmen soyutladığım bir kanepem var. Soyutlama yoğun bir akıl yürütme süreci gerektirir mobilyaya bir hikayeden bir ilişkilendirmeden başlarsanız, özgün olmak doğal bir sonuca dönüşür. Bir formdan yani biçimden başlarsanız biçimde kalırsınız. kısaca hikayeden başlamak, akıl sürecini yaşamak hikayeyi özgün bir yapıta dönüştürür.
Peki Apple’dan tam on yıl önce 1985’te bir okul bilgisayarı yapmışsınız. Dataları ve resimleri saklıyor musunuz hala?
Yılmaz Zenger: Elimde bazı bilgisayar çıktıları ve en önemlisi elimde dizayn ettiğim esnek klavye baskısının üç katmandan oluşan bir örneği var. Monitörü ise ilk hesap makinelerinde kullanılan. Karaköy’de 30 TL’ye satılan basit bir ekrandı. Gerisi içine silikon enjekte edilecek çok basit bir kalıp kalmıştı. Bu sadece bin sayfa yazı yazmaya yarayan not defteri işlevi gören bir okul bilgisayarıydı. Yeni kurulan bir Boston firması üretecekti, bir takım gelişmeler oldu altından kalkamadılar. Yüz doların altında satılacaktı, Böylesine alışılmadık bir ürün çok ciddi bir pazarlama maliyeti çıkardı, firma göze alamadı.
TRT’nin ilk altyazı yazma makinesini yapan sizmişsiniz. Elektronik ekipmanlar konusunda da ciddi bir geçmişiniz var…
Yılmaz Zenger: Evet, bazı elektronik tasarımlarım oldu. örneğin interneti çağrıştıran bir telefon ağı hayal etmiştim. “İletişimin uç noktası” adını verdiğim bu masa, The Marmara’da sergilendi. Milliyet Gazetesi’nde haber oldu. Monitöre dönüştürdüğüm bir televizyonu, videoya bilgisayara ve tümünü telefon hattına bağladım. Telefon, bilgisayar, video teyp ve monitörden oluşan haberleşmenin uç noktası…
Peki bunların sergilenmesi konusunda niye çok fazla üstünde durmadınız?
Yılmaz Zenger: Çünkü tasarladığım şeylerin kavranması kolay olmayan pratik bir değer taşımayan bir fantezi diye bakılıyor, başka bir şeylere geliyor sıra, o çöpe gidiyor.
Yılmaz Zenger: “Her yapıtın bir kaderi vardır”
“Her yapıtın bir kaderi vardır” diyorsunuz, peki bu kaderi ne belirliyor?
Yılmaz Zenger: Birincisi bizim gibi geri kalmış, gelişmekte olan ülkelerde; talep edilmesi için herkesin kullandığının benzeri bir şey olması lazım. O zaman önü açılıyor insanlar hep alışıldık şeylere bakıyorlar. örneğin objelerim sergilerde çok beğeniliyor ama evlerindeki nesnelerle uyumlu görmüyorlar, yabancı kalacağını zannedip satın almıyorlar.
Sanatın birçok alanında yeteneğiniz var… Ressam, heykel ustası, fotoğraf sanatçısı, endüstri mühendisliği. En çok sizi hangisi ifade ediyor?
Yılmaz Zenger: Her yeni teknolojiye yeni henüz tanımlanmamış bir problem çözebilir umuduyla aşırı ilgim olageldi. “endüstri mühendisliği” çok önemli bir alan ama beni ifade eden hocalığım ve heykellerim.
En sevdiğiniz heykeliniz hangisi?
Yılmaz Zenger: Birçok heykelimi çok seviyorum. On çocuğunuz ya da kırk çocuğunuz varsa hangisini çok seviyorsunuz diye sormazsınız. örneğin Mobius geçen yüzyılın başında yaşamış Alman bir Matematikçi. Bir bandı alıp, iki ucunu bir araya getirirsek bir çember oluşur. Bir ucunu yüz seksen derece çevirip birleştirirseniz bandın birinci yüzünden hiç ayrılmadan arka yüzünde devam edersiniz ve bantın iki yüzü tek bir yüze dönüşür. Buradan yola çıkarak birçok heykel yaptım.
En yalından başlayarak gittikçe karmaşıklaşan aşamalarını yonttum. En karmaşıklar “kaotik Mobius” ve “Mobius kadınları” ama en alt katmanına indiğiniz zaman, onların bir Mobius bandı olduğunu görüyorsunuz. bir teoriden yola çıkmayı seviyorum. , ayrıca birtakım yanlış yorumlarla karşılaştığımda ona karşılık gelen yeni şeyler yapmayı çok seviyorum. örneğin Marcel Duchamp’ın “merdivenden inen çıplak kadın” adlı resmini gördüğümde Kübizmi en doğru tanımlayan yapıt olduğunu düşündüm. Marcel Duchamp’ın yaptığı o resim Kübizmin arkasındaki gerçek kurguyu ve felsefeyi en öz şekilde ortaya koyduğu inancımla bu yapıtın ardını üçüncü boyutta yeniden kurgulamaya karar verdim. Bu yapıtımı benim için ayrıca özel yapan bu arka planıdır.