Onur Gökşen: Küfür de bir ifade şeklidir

Sert, kaba ve eleştirel ama bir o kadar gerçek, dürüst ve net. Ortaya çıkan ürünler ise, nedense, mizah ya da yeraltı edebiyatı olarak adlandırılıyor. İnsan denilen varlık romantik, erdemli ya da güzel değil bence de. Bilakis Onur Gökşen’in anlattığı gibi bir şey: Manyak, zayıf ve kötü.

Onur Gökşen: Küfür de bir ifade şeklidir

Beş kitap, senaryolar, Ot Dergisi ve Ekşi Sözlük

45 yaşındaki yazar Onur Gökşen, 38-39 yaşlarında çıkardığı ilk iki kitabında Kadıköy’ü ve hatıralarını anlatıyor. O kadar ince detayları hatırlıyor ki; yetmişlerde doğup İstanbul’da yaşamış birisi geçmişe gidip güzel vakit geçirmeden geri gelmiyor kitapları okurken. O zamanlar şimdiye nazaran ne kadar zor şartlarda yaşamış olsak da, aslında ne kadar şanslı çocuklar olduğumuzu hatırlatıyor bir de. Ayrıca Kadıköy’ün İstanbul’un en müstesna semti olduğuna da ikna ediyor okuyucuyu Kadıköylü yazar.

Aşırı kilolarından mustarip ama kendine uygun bir diyet kitabı bulamıyor, “o zamanlar kilolu” yazar. Diyetisyen kontrolünde zayıflamaya çalışırken trajikomik kilo verme hikayesini de kitaplaştırıyor. Tabii ki kendi tarzı motivasyon yöntemleri kullanıyor şişmanları gaza getirmek için. Kendini kaybetmeden, mutsuz olmadan kilo vermek isteyenlerin ve kilolarıyla yüzleşmekten korkmayanların işine yarayabilir.


2014 yılında yazdığı ilk romanının üzerine “Artı 18” ibaresi konulmalı, zira çocukların ve gençlerin psikolojisi bozulabilir. Bu yazar için çok özel bir kitap, o yüzden Muazzam Bey‘i Gökşen’in kendisi anlatacak.

onur gökşen muazzam beyin değersiz hayatı

Bu ağır kitabın üzerine ise geçen yıl en masum kitabını yazmış. Babalığın aslında nasıl bir şey olduğunu ve kızını ne kadar çok sevdiğini anlatmış. Her anne babanın sadece kendisinin deneyimlediğini sandığı olayları, başka kimsenin aklına gelmez denilen “manyak ebeveyn” fikirlerini derlemiş, 4,5 yaşındaki İpek’in babası Onur.

Henüz filme çekilmediler ama Onur Gökşen senaryo da yazıyor. Ülkenin O’nun tarzına hazır hale gelmesi ve bu senaryoları çekmeye cesareti olan bir yönetmenin ortaya çıkması durumunda filmlerin Kaybedenler Klübü’nden daha fazla tutacağı kesin.

Düzenli olarak Ot Dergisi’ne de yazan Onur Gökşen aynı zamanda Ekşi Sözlük’teki “stevemcqueen” lakaplı sözlük yazarının da ta kendisi.

Herkesin kaldıramayacağı bir üslup

İyi bir yazarda olması gereken gözlem yeteneği, kuvvetli hafıza, net ve dürüst anlatım Onur Gökşen’de fazlasıyla var. Üstüne bir de her yazarda bulunmayan bir cesaret ve özgüven. Ortaya çıkan yazılar ise herkesin okuyamayacağı cinsten oluyor haliyle. Ya da “ben böyle şeyler okumam” diyenlerin gizli gizli okuduğu türden.

“Aldığımız kararların hiçbiri bize ait değildi. Çünkü kararlarımızın içine daima geçmiş karışırdı.”

Muazzam Bey’in Değersiz Hayatı – Onur Gökşen

Freud’un psikoanaliz teorilerini örneklendirircesine anlatıyor Gökşen, yıllardır gözlemleyip haritasını çıkardığı insanoğlunu. Öncelikle rahatsız etmek istiyor insanı, kendisi zaten rahatsız yazar. Muhtemelen rahatsız ederek daha net mesaj verelebildiğini düşünüyor. Gerçekten de insanın ikiyüzlülüğüyle yüzleşmesi gerekiyor, kendini toparlaması için.

Gökşen’in anlattığı karakterler absürd gibi görünseler de biraz düşününce sıradan insanlar, hatta içimizde yaşattıklarımızdan olduklarını farkediyoruz. Maskelerimizi çıkarmamızı istiyor bizden  bankacı yazar. Bu da duyduğumuz, gördüğümüz ve yaşadığımız onca ikiyüzlülüğün yanında bize iyi geliyor.

Evet Onur Gökşen’in hayata dair yargıları, etrafındaki insanlar hakkında yaptığı yorumlar oldukça acımasız. Ama öncelikle kendini eleştirip, kendine küfrediyor özeleştiriye önem veren yazar.

onur gökşen kitapları yazıları

Okuyucu ne istiyor?

Günümüzde Yeraltı Edebiyatı ya da Kara Mizah ürünleri tahmin edilenden çok daha fazla tüketiliyor. Okuyucu ve seyirci daha fazla şiddet ve cinsellik istiyor, çünkü günümüz dünyasının politik ve sosyal koşulları altında insanın aklını daha ziyade bunlar meşgul ediyor. Yoksa Dövüş Klübü, Otomatik Portakal gibi filmler, Dexter ya da Taht Savaşları gibi diziler bu kadar seyredilmez, Haneke ve Trier gibi yönetmenler en zeki insanlara örnek olarak gösterilmez, Charles Bukowski’nin özlü sözleri sosyal medyada bu kadar çok beğeni almazdı.

Küreselleşmenin etkileri her topluma hızla tesir ediyor ve ister istemez bu özgür edebiyat türleri ülkemizde de yaygınlaşıyor. Yani; kitapları, Ot Dergisi yazıları ve sanal dünyadaki yorumlarıyla Onur Gökşen bizleri rahatsız etmeye devam edecek gibi duruyor. Çünkü okuyucu artık rahatsız olmak istiyor.

Röportaj: Onur Gökşen

Onur Gökşen
Onur Gökşen

Onur Bey, kendinizi tanıtır mısınız önce?

Onur Gökşen: 1972 İstanbul doğumluyum. İstanbullu, daha doğrusu Kadıköylü’yüm Annem de, babam da İstanbullu. Ailede İstanbullu olmayan bir babaannem var, o da Selanik doğumlu. Hepimiz hala Kadıköy’de yaşıyoruz. Ortadirek tabir edilen bir ailede büyüdüm. Özel bir bankada yöneticilik yapıyorum. Evliyim, 4,5 yaşında bir kızım var.

Nasıl yazar oldunuz?

Onur Gökşen: Bir Fenerbahçe portalında futbol yazıları yazıyordum eskiden. 2004’ten beri de Ekşi Sözlük yazarıyım. Stevemcqueen mahlasıyla yazıyorum. “Ergenlik döneminde yapılan salaklıklar” diye bir entry açmıştım. Sonra çocukluk anıları falan devam ettim ordan ve öyle popüler oldum.

Sonra Cem Mumcu (Okuyan Us Yayınevi yönetmeni) ile tanıştım, “yazar mısın bize?” dedi. 2011 yılında “Bizim de Renkli Televizyonumuz Vardı”yı yazdım. 9 baskı yaptı. Bir sene sonra devamı niteliğinde “Yedi Kere Sekiz”i çıkarttım. Bu iki kitap benim ve kardeşimin çocukluk ve gençlik anıları. 2013 yılında “Allah belanı versin brokoli”yi yazıp nasıl kilo verdiğimi anlattım.

2014 yılında ilk romanım “Muazzam Bey’in değersiz hayatı” basıldı. Bu kitabın senaryosunu da yazıp yapımcılara gönderdim ama çok sert buldular. Hakikaten sert bir kitap zaten. Senaryo eğitimi almıştım. Kendimce senaryolar yazıyorum. Çok seviyorum senaryo yazmayı. İlk olarak Gani Müjde teşvik etmişti beni senaryo yazmaya.

Sonra en son geçen yıl, hiç ticari kaygım olmadan, kızıma hatıra bırakmak için “Eyvah, Babam Bir Manyak”ı yazdım. Kızım ilerde benim yokluğumu hissettiğinde açıp okusun diye. Son kısmında da bir veda mektubu yazdım O’na.

Her yıl bir kitap yazdınız yani. Peki ya OT Dergisi?

Onur Gökşen: OT Dergisi kurulduğunda benden yazı istemişlerdi ama beğenmemişlerdi gönderdiğim yazıyı. Altı ay sonra tekrar başka bir yazı gönderdim. Onu yayınladılar. O zamandan beri düzenli olarak OT’a yazıyorum. Oraya yazdığım 24-25 yazımı seçtim, kitaplaştırmayı düşünüyorum.

Zaman sorunum yok

9-6 çalışıyorsunuz, aileniz var. Bu kadar çok yazı yazmaya nasıl vakit buluyorsunuz?

Onur Gökşen: Zaman sorunum olmuyor. Bilgisayara oturduğumda yazacaklarım kafamda hazır oluyor zaten. Sabah işe bir saat erken gidip işe başlamadan yazıyorum yazılarımı. Yazma motivasyonum akşama doğru giderek azalıyor. Sabah kafamın içi daha boş oluyor çünkü.

Ne motive ediyor sizi yazmaya? Nereden ilham alıyorsunuz?

Onur Gökşen: Misal güzel kadınlara zaafım vardır benim eskiden beri. Hep reddedildim ama bu zaafım hala var ve bu durum duygusal anlamda oldukça etkiler yazdıklarımı. Bir de kurnazlıklara ve ikiyüzlüklere tahammülüm yok, bunları da çok yazıyorum.

Hep olumsuz şeyler düşünüyorum aslında. Gerçi bir yazar olarak daha edebi bir dille ifade etmeliyim düşüncelerimi ama şöyle: Yazarken içimde fişek gibi bir şey patlıyor. Arabada falan giderken mesela çıt diye bir fikir düşüyor aklıma. Araba sürerken hemen yazının matematiğini, başını sonunu kafamda tasarlıyorum. İstem dışı ortaya çıkıyor bunlar o an.

Bir haber okuduğum zaman olayı kendi kafamda canlandırırım hep. Mesela Emrah Serbes olayının haberini okurken o baba kızın en son ne konuşmuş olduklarını düşündüm ilk. Çok merak ettim bunu, kafamda bir sürü şey kurdum. Bir kız babası olmam da çok etkiliyor düşüncelerimi. Duygusal biriyim aslında. Başıma gelmemiş olsa bile içselleştiriyorum yazdığımı. İlk yazımı yazarken ağladığımı hatırlıyorum.

Size ne yazarı deniyor? Mizah yazarı? Yeraltı edebiyatçısı?

Onur Gökşen: Nihilist bir üslubum olduğunu söylüyorlar. Kara mizah diyorlar. İkisini de kabul ediyorum. Bazen de bir olayı alıp kendimce kurgulayıp yazıyorum. Hikaye yazarı da denilebilir sanırım bana. Muazzam Bey’den sonra kendime “yazar” demeye başladım. O zaman ikna oldum yazarlığıma.

Yazma yeteneğiniz ve dili bu kadar iyi kullanmanız nereden geliyor?

Onur Gökşen: Çocukken çok kitap okudum, ondandır. Halam alıştırdı beni okumaya. Lisedeyken Aziz Nesin, Muzaffer İzgü, Stephen King’in tüm kitaplarını okumuştum. Nihat Genç’in de tüm kitaplarını okudum. Çok çeşitli ve farklı yazarları değil, külliyat şeklinde okuyorum. Ama şimdilerde yazmaktan kitap okumaya pek vaktim kalmıyor.

Beyaz yakalı yazar

Onur Gökşen

Yazdıklarınız çalıştığınız bankada sorun yaratmıyor mu?

Onur Gökşen: Başta korkuyordum ama iş yerinde sorun olmadı yazılarım şimdiye kadar. İsmimi biraz değişik kullanıyorum yazılarımda zaten.

İş yerinde kendin gibi olabiliyor musunuz peki?

Onur Gökşen: Bazen oluyorum, bazen olamıyorum. Ama bu bana has bir özellik değil ki. Herkes öyle.

Onur Gökşen: Küfür de bir ifade şeklidir

Yazılarınızda oldukça fazla argo ve küfür kullanıyorsunuz. Neden?

Onur Gökşen: Çok küfürlü yazdığıma inanmıyorum ben. Evet yazılarımda küfür var ama her paragrafta değil. Abartıyorsun bence biraz. İnsanlar okudukları metinde bir iki küfür varsa, yazının genelini küfürlü olarak algılıyor. O kelimeleri herkes kullanıyor günlük hayatta.


Bu benim üslubum olmuş sanırım ama bilinçli olarak yapmıyorum. Bilinçli olarak küfredersem okura terbiyesizlik etmiş olurum aslında. Bir de şahsa küfretmem ben pek. Tercih meselesi de değil bu, yazarken kendi kendime konuşuyorum. O yüzden rahat okunuyor kitaplarım bence.

Yani küfür ve argo sizin için bir ifade şekli mi?

Onur Gökşen: Sağlıklı değil belki ama benim için öyle sanırım. Düşündüğüm ve konuştuğum gibi yazıyorum. Norveç’te yaşasam böyle yazmazdım herhalde. İçimdeki yazma şevki ve duygusal yapımla çok daha farklı metinler çıkartırdım ortaya muhtemelen.

Bu ülkenin bana kattığı en büyük şey bu korkunç karamsarlık. Bu vıcık vıcık insan ve aile ilişkileri, herkesin herkesle samimi olmak istemesi vs. Küfretmeyip de ne yapayım. Kendimize ait bir hayatımız var ve çok değerli bu hayat. Ve bu toplumda baskın değer yargılarıyla yaşayarak mahvediyoruz hayatımızı.

Olumsuz kelimeler kullanmak sizi olumsuz etkilemiyor mu? Küfredince rahatlıyor musunuz mesela?

Onur Gökşen: Yoo, küfürlü yazınca ya da konuşunca rahatlıyorum diye bir şey yok. Maça gidip küfrederek bağırınca işe yarıyor bu aslında ama onun dışında böyle konuşma ya da yazma tarzının bana bir etkisi yok. Tam olarak duygunun karşılığı değil belki ama o an ağızdan öyle çıkıyor.

Evet, seksist ve eril bir dil kullanıyorum

Türkçedeki küfürler çoğunlukla eril. Kadınları rencide ettiğinizi düşünmüyor musunuz? Tepki alıyor musunuz kadınlardan?

Onur Gökşen: Evet tepki alıyorum. Farkındayım eril bir dil kullanıyorum ama bunu pek önemsemiyorum. Bu eril dil konusunu çözmek şimdilik o kadar elzem değil bence.

Diğer yandan kadın erkek eşitliğine son derece inanıyorum. İş hayatında daha çok kadın olsun isterim. Hatta tüm elemanlarım kadın olsun isterim. Çünkü bir kadına iş verdin mi daha dönüp bakmazsın o işe. Mükemmel iş yaparlar. Sorumluluk duyguları yüksektir ve erkeklere göre daha rekabetçidirler. Ama kadın yöneticim veya patronum olsun istemem, çünkü ben tembelim, yaptığım işi beğenmezler, anlaşamayız. Kadın yönetici bu durumda beni ya öldürür, ya başka bir yere sürer.

Sosyal medya

Sosyal medya hakkında ne düşünüyorsunuz, ne kadar kullanıyorsunuz?

Onur Gökşen: Sosyal Medya’nın tam içindeyim, kullanıyorum da, ancak toplumları pasifize ettiğini düşünüyorum. Burada yazan çoğu kişi delirmemek için yazıyor, içini boşaltmak için. Burda yazmasa belki sokaklara çıkacak, eyleme geçecek, örgütlenecek. Sosyal Medya’nın faydalı yönlerini yadsıyamam ama ben toplumun muhalif gücünü yok ettiğini düşünüyorum.

Fotoğraf çekmek ve yazı yazmak

Aynı zamanda fotoğraf da çekiyorsunuz. Hangisi daha tatmin edici?

Onur Gökşen: Fotoğraf çekmeyi yazı yazmaktan daha çok seviyorum bir kere. Çektiği fotoğrafın güzel olduğunu “çıt” sesini duyup o kare donunca anlıyor insan ve bu bana büyük bir haz veriyor. Fotoğraf çekerken aldığım hazzı başka bir şeyde almadım.

Hangisinde kendinizi daha iyi ifade ediyorsunuz? Yazarak mı, fotoğraf çekerek mi?

Onur Gökşen: Yazı yazarken kendimi ifade edebiliyorum. Fotoğraf bir durum tespiti. Fotoğrafı kurgulayamıyorsun ki. O anın tespitini yapıyorsun. O anı da tesadüfen yakalıyorsun. Fotoğrafçılık konusunda akademik bir eğitimim yok, o yüzden tam anlatamıyorum şimdi durumu. Beş yıldır fotoğraf çekiyorum

Fotoğraflarınızda hep yanlız insanlar, monotan hayatlar, ayrılıp giden gemiler var. Yumuşak ve hüzünlü temalar yani. Yazdıklarınız ise tamamen tezat. Neden öyle?

Onur Gökşen: Zıtlık olması iyidir. Hayatın her alanında kendimizi aynı şekilde ifade edemeyiz ki. Yazıda içimi döküyorum, fotoğrafta bunu yapmıyorum. Estetik tatmin de çok önemli benim için. Estetik duygumu tatmin ediyorum fotoğrafta.

Yazılarımı okuyanlar benim kaba saba bir adam olduğumu düşünüyor. Evet, onlar da kişiliğim bir parçası ama yazılarımdan kaba ve ruhsuz bir adam olduğumun düşünülmesi önyargı. Öyle çok sosyal bir adam değilim ben. Yalnız bir adamım ve bunu ben seçtim. İnsan ilişkilerini pek sevmiyorum. Bir yerden sonra boka sarıyor tüm ilişkiler.

O hüzünlü fotoğrafların çoğunu baba olmadan önce çektim aslında. Kızım doğduktan sonra çok değişti çektiklerim. Kızıma yöneldi fotoğrafçılığım. Onun adına Instagram hesabı da açtım. Maliyetsiz model oldu benim için yani.

Fotoğraf sergisi açmak ister misiniz?

Onur Gökşen: Evet çok isterim.

Muazzam Bey’in Değersiz Hayatı

En çok sevdiğiniz kitabınız hangisi? Neden?

Onur Gökşen: “Muazzam Bey’in değersiz hayatı” benim en sevdiğim kitabım. Benim bilinçaltım biraz bu kitap. İçimi döktüm. İnsanları rahatsız etmek istedim bu kitapta ve rahatsız etmekten de çok keyif aldım. Muazzam Bey’in kitabını o kadar çok sevdim ki ondan sonraki iki yıl pek bir şey yazamadım. Çok özel bir kitap bence. Yeraltı edebiyatı ama güzel bir yeraltı edebiyatıdır.

Kitabı hangi ruh haliyle ve nereden ilham alarak yazdınız?

Onur Gökşen: Kitabı çok olumlu bir ruh haliyle yazdığımı söyleyemem, bankadan çok sıkılmıştım, ama işten çıkamıyordum da, hala da öyle. O çaresizlik, kapana kısılmışlığın verdiği öfke ile yazdım. Nereden ilham aldığıma gelirsek, bence bu çok açık; belki de bana öyle geliyor, kendimden ilham aldım, kendime benim dünyama çok bezeyen bir dünya yarattım, içine korkularımı, komplekslerimi koydum (evlat kaybetme korkusu, terfi alamayan memur ezikliği) ve ortaya Muazzam Bey çıktı.

Sizce Muazzam gibi insanlar çokça var mı etrafımızda?

Onur Gökşen: Ben herkesin içinde bir Muazzam Bey yaşadığına inanıyorum. Her insan özünde kötüdür. Kötü demek ağır oldu, rekabetçidir. Zaten kitabın çatısı rekabet edemeyen, bunu beceremeyen bir insanın buhranı üzerine. Diğer yandan evlilik hakkındaki görüşleri olsun, aile yapısı hakkındaki fikirleri olsun, bence herkesin içten içe bildiği ama toplumsal baskılardan dolayı bir türlü dile getiremediği gerçekler. Bire bir olmasa bile insanların Muazzam Bey’de kendilerinden bir parça bulacaklarına inanıyorum.

Bu tarzda başka kitaplar yazma planınız var mı?

Onur Gökşen: Evet var, ama tam olarak bilemiyorum ne zaman. Galiba içimdeki öfkenin çoğunu Muazzam Bey’i yazarken tükettim. Şimdi şarj olan bir pil gibi tekrar öfke dolmayı bekliyorum. Duygularım olmadan yazamıyorum, kendimden, ruh halimden yazdığım metne bir şey katmazsam, o metni tekrar okuduğumda tadı saman gibi geliyor. Dikkatli okurun da bunu hissettiğini düşündüğümden, kendimi hazır hissetmeden bir şeyler yazmayı tasvip ettiğim söylenemez.

“En önemli tepki Cem Yılmaz’dan geldi”

Kitapla ilgili aldığınız eleştiri ve yorumlar nasıldı?

Onur Gökşen: En önemli tepki Cem Yılmaz’dan geldi; kitabımı okumuş, kitaptaki karanlık atmosfer hoşuna gitmiş olacak ki; senaryosunu görmek istedi. Yayıncım Cem Mumcu da okuduktan sonra arayıp tebrik etti, “Chuck Palahniuk gibi yazmışsın” dedi. Ailem çok şaşırdı, babam aradı “Evladım, sen sapık mısın?” dedi. Tepkiler olumluydu ama insanlar çok şaşırmıştı, daha önce hep mizah yazan birinin böyle yazması herkese ufak çaplı bir şok geçirtmişti benim anladığım.

Peki bundan sonrası için ne gibi planlarınız var?

Onur Gökşen: Bir yazarlık atölyesi fikrim var. Pek okul gibi değil de biraz butik gibi yapmaya çalışacağım, notları hazırlıyorum, ne yapacağımı bilmem lazım. Biraz “yazılarınızı getirin değerlendirelim” tadında olacak, teoriden çok pratiğe yönelik, insanları sıkmayacak ve maliyet olarak da onlara pek yük getirmeyecek bir şeyler düşünüyorum. Bakalım.

Kolay gelsin o zaman size.

Onur Gökşen: Teşekkürler, sevgiler.

“Biz kendi sıradan yaşantılarımızdan şikayet ederken, hepimize ibret olacak sıkıcılıktaki bir işe, dünyanın sevilesi olmaktan en uzak sevgilisine ve kendi başarısızlığı ve önemsizliğine dair sarsılmaz bir inanca sahip Muazzam Bey’in adıyla alay edercesine vasat ve sönük hayatı ise bambaşka bir yöne gitmek üzereydi.” — Onur Gökşen


Fotoğraflar: Onur Gökşen (Kitapları için tıklayın)

Röportaj: Yekta Kopan ile bir hikayeler klasiği


Deniz Alan Held
1974 Ankara doğumlu ama 2 yaşından beri Istanbullu. Çocukluk ve gençliği cimnastik ve dans çalışmalarıyla geçti. 2000 yılından beri yoga yapıyor. 2002 yılında evlenip yurtdışına yerleşti ama bir ayağı hep Istanbul'da oldu. Çocuklardan sonra, Norveç'te hayalindeki işin eğitimini alma fırsatı geçti eline. Trondheim Üniversitesi'nde Medya Bilimi ve Görsel Kültür dalında lisans ve yüksek lisans okudu. İki yıl Zürih, 10 yıl Trondheim'da yaşadıktan sonra 2014 yazında eşinin memleketi Almanya'ya yerleşti. Şİmdi iki oğlu ve eşi ile sakin bir hayat sürmekte, ve Türkiye'nin Gezi Gençleri'nce yönetileceği çağdaş bir ülke olduğu hayalini kurmakta. // ENGLISH: Born in Ankara in 1974, moved to Istanbul at age 2. Spent lots of time with gymnastic and contemporary dance at early ages. since 2000 practices rather yoga. Married to a German in 2002 and move to Zurich. Later lived 10 years in Norway/Trondheim and eventually settled down in Germany. Studied Media Science in Trondheim and finished master degree in 2012. Has two sons. Looking forward to the days that Turkey is eventually led democratically by the Gezi youth.