Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) nedir?

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) nedir? İspanya’da Katalonya referandumu ve Kuzey Irak’ta Kürdistan referandumu UKKTH açısından nasıl değerlendirilmeli?

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH) nedir? katalonya ispanya kürdistan ırak

İspanya’dan ayrılmak ve bağımsız bir ulus devlet olmak isteyen özerk Katalonya ile Kuzey Irak’ta Barzani önderliğindeki IKBY‘nin bağımsız Kürdistan devleti kurmaya yönelik gerçekleştirdikleri referandum; bu konuda en bilgili ve duyarlı olan sol cenahta bazı tartışmalara ve ayrışmalara neden olmuş durumda.

Sol/sosyalist cenah söz konusu bağımsız ulus devlet olma arayışlarına ve yaşananlara sol literatürde yer aldığı şekliyle “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” (UKKTH)  argümanı ile bakmış ve genellikle bu terminoloji bağlamında değerlendirmeler yapmışlardır. Ama UKKTH argümanını değişen nesnel koşullara göre ve amaç ve işlevinin ne olması gerektiği konusunda çelişkilere düşmüşlerdir.


“Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ifadesi ile “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ifadeleri aynı anlamda kullanılsa da halk ve ulus kavramları aslında durumu farklılaştırmakta olsa da, esas itibariyle ortaya çıkış şekliyle “self determinasyon” yani özyönetim veya bağımsız devlet olma yaklaşımının sömürge ülkeleri için kullanılmış olduğunun altını çizmemiz gerekir. İşin sınıfsal ve sınıf mücadelesi boyutu ve bağlamı meselenin asıl temelini teşkil etmektedir.

Yazılan ve çizilenlere bakıldığında Türkiye’deki sosyalist sol, literatürde yer alan en anlaşılır konulardan birisi olması gereken “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” konusunda dahi aynı şeyi söyleyecek bir beraberlik sağlamayı başaramamışlardır. Diğer bir söylemle Türkiye’deki sosyalist solun bölünme nedenlerinden birisi daha somut olarak ortaya çıkmıştır.

Bu bağlamda Türkiye solunun geleceğin inşası konusunda nasıl bir beraberlik sağlayacakları bir yana; böylesi bir beraberliği sağlamalarının gerekmiyor oluşlarını da deklare etmiş bulunmaktadırlar.

Ayrılıkçı hareketleri niteliğine, amacına ve dünya düzenindeki işlevselliğine bakmadan, her ayrılıkçı hareketi “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” kapsamında değerlendirme öyle anlaşılmaktadır ki; birçok sosyalisti açıklanması zor bir duruma sokmaktadır. Örneğin bu bağlamda Yugoslavya’nın parçalanarak, birçok ulus devlete ayrışmasını savunma ve doğru bulma zorunluluğu gibi çelişkili bir durum ile karşı karşıya kalınabilmektedir.

Oysa sol/sosyalist formasyon açısından ayrışma ve bölünmelere sınıfsal boyut ve sömürü boyutu ile bakmak; ayrılmanın ve bölünmenin emekçi sınıf için ne ifade edeceği ve etmesi gerektiği değerlendirmesi yapmak; bir solcunun yapması gereken şey değil midir?

Solculuğun ve özellikle de sosyalistliğin belirleyiciliği politik kimliği “eşitlik” formasyonuna sahip olmaktır. Dolayısıyla etnik temelli özgürlük ve bağımsızlık hareketleri ve etnik temelli ulusçuluk ya da ulusalcılık hareketleri ve bu hareketin kişilerini sosyalist, hatta solcu yapmaz. Çünkü bu hareketlerin ve bu kişilerin varacakları yer, etnik temelli egemenliktir. Solculuk için sömürü düzeni ile mücadele ve eşitliğin inşası esas kimliktir. Yani bir solcu için temel sorun, eşitsizlik ve sömürü sorunudur. Eşitsizlerin ve sömürülenlerin kim oldukları değil..


Yine buradan hareketle örneğin dil, kültür ve hatta bazı biyolojik (renk, beden yapısı v.b) farklılıkları etnik farklılığa dayandırarak “ulus” olma özgürlüğüne ve oradan “ulus devlet” olma hakkına götürdüğünüzde; ulaşılacak olan sonuç tüm dünyanın küçük ulus devletçiklere dönüşmesi olacağına göre; böylesi bir sonucu ve süreci savunmak ve istemek olmaktadır.

Meseleyi sadece etnik problem olarak koymak veya üretim biçimleri ve ilişkileri ve asıl mesele olan mülkiyet sorunundan ve sömürüden yoksun bir değerlendirme yapmak; kendini Marksist olarak tanımlayanların yapacağı bir şey olmasa gerek.

İlk bakışta dil, kültür farklılıklarını öne alan ve özne haline getiren ve ayrılığın temel gerekçeleri olarak gören yaklaşım ilk bakışta hümanist bir yaklaşım gibi görünse de ulusların kendi kaderini tayin hakkını bu şekliye değerlendirmek ve savunmak emperyalizmi ve kapitalizmi görmezden gelmek demektir. Hatta ona hizmet etmek demektir.

Çünkü böylesi gerekçeler ile ayrışmayı ve bölünmeyi savunmak demek, dünya düzeninde tüm ezilen ve sömürülen sınıfları ilelebet ezilmek ve sömürülmek koşullarına terk etmek demektir.

Yok, eğer etnik bir toplum ayrıştığında ve birlikte yaşadığı diğer toplumlardan bölünerek bir ulus devlet olduğunda; emperyalizme karşı daha sağlam bir duruş, kapitalist sömürüye karşı önemli bir zafer ve emekçi sınıfın iktidarı koşulları için daha iyi bir durum ortaya çıkacaksa; ayrışsın ve bölünsün bütün dünya.

Ama öyle değil işte.. Ayrışma ve bölünme emekçi sınıf için daha berbat yaşam koşulları ve daha acımasız bir sömürü düzeni demektir.


Sadece teorik olarak değil, yaşayarak görüp öğrendiğimiz budur.

Türkiye Kürdistan konusunda kendi kuyusunu mu kazdı?