İki profesör. Celal Şengör ve İlber Ortaylı. Her ikisi de çok okumuş ve bir o kadar da çok bilgili iyi bilim insanları. Ama asıl mesele şu ki; “Toplumcu” değiller. Burası önemli! Hem de çok önemli! Toplumcu olmayan insanlar eninde sonunda egemen sınıfın hizmetindedirler!
Prof. Dr. Celal Şengör ve Prof. Dr. İlber Ortaylı
Bu kişiler gerçekten çok okumuş ve bir o kadar da çok bilgili insanlar. Dahası iyi bilim insanları. Hem de uluslararası düzeyde. Çoğumuzun dinlerken keyif aldığı, hatta övünerek dinlediğimiz ve aynı ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duyduğumuz vatandaşlarımız.
Ama bakınız bilgiyi ve bilim insanlığını; popüler olmak, yaranmak, kendini sürekli görünür kılmak, en kötüsü de varlığını ve diğer tüm özelliklerini, ezilen ve sömürülen sınıflara karşı konumlandırarak kurgular ve yaşarsan; ortaya çıkan / çıkacak olan şey “egemen sınıfın kullanışlı aydını, aydın oynağı veya aydın şımarıklığı” olmaktadır.
Örneğin Hegel’i şarlatan diye nitelendiren, en iyi yönetim biçimi monarşidir diyebilen,
12 Eylül darbe sürecinde işkence olmamıştır diyen, 12 Eylül’ü doğal ve olağan sayan, dışkı yedirme işkence değildir lafını eden, Marksizm’i dünya felaketi olarak nitelendiren Celal Şengör başta olmak üzere alaycı, küçümseyici ve söyledikleri her şeyin “yargı” niteliği taşıması peşinde olan bu kişiler, özellikle tarihsel ve sosyal antropolojik alanlara ilişkin birçok konuda nesnel gerçekleri kendi yorumlarıyla o dönemi yaşamışlar gibi yeniden ifade etmenin öncüleridirler.
Oysa bilim, özellikle tarihsel gerçeklikler konusuna biraz mülkiyet ve üretim ilişkileri bağlamında bakmayı da gerektirir. Ama olay ve olgulara bu yönüyle de baksalar, farklı şeyler söylemek zorunda kalacaklarını da bilirler. Çözümlemelerinde farkında olarak ya da olmayarak diyalektik materyalizmi kullanırlar ama asla diyalektik materyalizmi bir yöntem olarak kabul etmezler.
Celal Şengör özellikle tam bir zengindir. Aileden gelen varsıllığı ile ciddi burjuva özelliği taşır. Her ikisi de “tuzu kuru” olmanın çok ötesinde varlıklı ve her zaman ve her koşulda kendilerini iyi yerlerde konumlandırma ustaları olan bu kişiler, doğal olarak hep iktidardan yana olmak durumundadırlar. Çatışır gibi görünmeleri yalancıdır ve çünkü sıradan olmamaları çok önemli ve gereklidir.
Türkiye’nin alanlarında iyi bilim insanları olmaları görüldüğü üzere onları, her hafta “evlendirme” programlar türevi olan bir program ile alanlarının dışında ahkam kesmeye, dedikodu yapar gibi ona buna dil uzatmaya ve toplumsal algı oluşturmaya dönük işler yapmaktan alıkoymamaktadır.
Çünkü onlar için “görünür” olmak ve görünür kalmak çok önemlidir.
Görünmek içinde sistemle mücadele etmek değil, sisteme aykırı/farklı konumlanarak sistemden yana olmak gerekir.
Bu bilim insanları her şeyden önce gerici değiller. Laik insanlar. Bunlar günümüz akademik dünyasında artık az şey değil… Zaten farkları ya da aykırılıkları da bundan ibaret..
Ama asıl mesele şu ki; “Toplumcu” değiller. Burası önemli… Hem de çok önemli…
Toplumcu olmayan insanlar eninde sonunda egemen sınıfın hizmetindedirler!
Örneğin bu değerli kişiler için ülkedeki açlık sınırı, yoksulluk sınırı, asgari ücret, işsizlik ve adaletsizlik dert değildir… Umurlarında dahi olmayabilir. Olsaydı bu konuda da bir şeyler söylemiş olmaları gerekirdi. Asla söylememişlerdir ve söylemezler. Çünkü eşitlik, sömürü kamusal üretim ve tüketim, kapitalizm eleştirisi ve benzeri kavramlar literatürlerinde yoktur. Olsaydı bir şekilde belli olurdu.
Alanları dışında neredeyse her şeyden konuşan ve her şeyi bilen bu insanların bu tür şeyleri bilmiyor olmaları mümkün mü? Ya da bu tür konu ve sorunlardan söz etmiyor olmaları tesadüf olabilir mi?
Kısaca liberal burjuva aydını, iktidar ve güçten yana olduğu sürece, aydınlığı asla yoksulları aydınlatmaz. Bilim, bilgi ve bilim insanlığı topluma ve halka dönük olmadığı sürece sadece kurulu sisteme ve egemenlere hizmet eder. Yoksul çoğunluk için çok şey ifade etmez.