Borç batağında bir şehit

Milletin parasını hırsız müteahhide yedirenlerin, iş şehidin borcunu ödemeye gelince mi parası yok?

Borç batağında bir şehit

Geçenlerde Türkiye bir olayla çalkalandı. 2009 yılında iki kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan trafik kazası nedeniyle mahkemece tazminat cezasına çarptırılan Afrin şehidi Asb. Üçvş. Musa Özkalkan’ın ailesine ödenen ikramiyeye, alacağını tahsil etmek isteyen davacı tarafın avukatınca haciz koydurulduğu duyuldu. Bu olayın basına yansıması üzerine kamuoyunda tepki yükseldi ve davacı tarafın avukatının bürosu saldırıya uğradı.

Avukat, polis eşliğinde ilçeyi terk etti. Daha sonra basının karşısına geçen avukat, mahcubiyet içinde “Vallahi, billahi haberim yoktu!” diyerek kendini aklamaya çalıştı. Sonra, Mehmetçik Vakfı’na gitti, bağış yaptı. Mehmetçik Vakfı da bağışı kabul etmediğini sanki matah bir şey yapmış gibi basın açıklaması ile halka duyurdu; yani yangına körükle gitti. Avukat hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma, Yozgat Barosu da disiplin soruşturması başlattı.


Eğer burası bir hukuk devletiyse kimse alacağının peşinde koşan alacaklıyı, görevini yapan avukatı hedef gösteremez. Alacaklıdan alacağını bağışlamasını isteyemez. Bağışlamayan vatan haini ilan edilemez. Sonuçta alacaklı bir zarara uğramış ve mahkeme zarara uğrayan kişinin zararının tazminine karar vermiş. Eğer burası bir hukuk devletiyse herkes bu karara saygı duymak zorundadır. Duymayan da duymayı öğrenmek zorundadır.


Peki bu karara saygı duymak demek, şehidin geride bıraktığı ailesine sahip çıkılmayacak demek midir? Elbette hayır.

Mehmetçik Vakfı bağışı nasıl geri çevirdiğini böbürlene böbürlene millete ilan edeceğine, yapılan bağışı kabul eder ve şehidin borcunu üstlenerek bu meseleyi çözebilirdi. Hatta büyük gelirlere sahip olan böyle bir vakıf buna bile gerek kalmadan; borcu üstlenir, konuyu kapatırdı. Tabii amaç üzüm yemekse…

Ya da devlet, şehidine gazisine sahip çıkan devletse eğer, çıkarır yasayı; “Şehitlerin borçları devlet tarafından üstlenilir.” diye, kimseyi kimsenin üzerine kışkırtmadan meseleyi kalıcı olarak çözer. Ne yani; milletin parasını hırsız müteahhide peşkeş çekenlerin, iş şehidin borcunu ödemeye gelince mi parası yok?


Tabii bunları düşünebilmek için niyetin iyi, aklın yerinde, vatan sevgisinin de yürekte olması lazım. Konu linç olunca Türkiye’de eline taşı alan koşuyor, akıl yürütüp soruna çözüm önerisi getiren yok. Görüyorum ki; akıl gitmiş, ahmaklık bize miras kalmış bu gök kubbe altında. Basın dahil herkes tribünlere oynuyor.

Bir ‘şehit haberinin veriliş’ öyküsü: Yüreğindeki çığlık


Taner Erim
1966 yılında İstanbul'da doğan yazar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Hava Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde hekim olarak görev yaptıktan sonra 2010 yılında emekli olmuştur. Halen özel sektörde kulak burun boğaz uzmanı ve bir yüksek öğretim kurumunda öğretim görevlisi olarak çalışmakta olan yazarın ilgi alanları siyasi tarih, sinema ve motosiklettir.