Fed Komitesi Jerome Powell’ın başkanlığında bu hafta toplanıp faiz kararını verecek. Amerikan ekonomisi yavaş yavaş uzun bir süredir uyguladığı parasal genişlemeden çıkma aşamasında ciddi güçlüklerle karşı karşıya.
Fed Başkanı’nın yeni değiştiği şu dönemlerde işsizlik çok düşük ve ücretlerde de artışlar görülmeye başlandı. Borsa da uzun bir süredir oldukça yüksek seyrediyor. Dolayısıyla tüketici güveni de artış göstermekte. Bütün bu gelişmelerin yanı sıra Amerikan hükümeti ekonomiyi daha da canlandırmak için vergi kesintisi ve bir nebze de kamu harcamalarını artırma politikalarını – kaldı ki bu mali politikalara henüz genişlemeci para politikalarından tam olarak çıkılmadığı bir dönemde ihtiyaç olup olmadığı ayrıca bir tartışma konusu – izlemekte.
Öyleyse sorulması gereken soru şu: Fed bütün bu gelişmeler karşısında nasıl bir strateji izleyecek?
ABD’de Şubat ayı enflasyon verisi de beklendiği üzere yüksek geldi. Şimdilik tüketici talebi enflasyonu arttırmakta ve kimileri için önümüzdeki süreçte artmaya devam edecek olmasının başlıca sebebi de bu tüketici talebindeki artış. Fed için ise şu sıralar asıl önemli olan ekonominin aşırı ısınmasına izin vermeden faiz artışlarını gerçekleştirmek, bunu da ekonominin küçülmeye, resesyona girmesine izin vermeden yapabilmek. Yani Fed’in büyüme hızını kesmeden faiz arttırımına gidebilmesi, bunu da yumuşak iniş ile (soft landing) yapması gerekiyor.
Yüksek faizler yatırımcıların borç yükünü, kredilerin geri ödenememe riskini arttırıyor. Hem tüketiciler üzerinde, hem şirketler üzerinde hem de finansal piyasalar üzerinde işlem hacmini azaltıcı etki yapıyor. Bir diğer tabirle sermaye akışlarında yavaşlamalar görülüyor. Dolayısıyla dolar ile ekonomik faaliyette bulunan bütün işlemler de haliyle Fed’in bu kararından etkilenmiş oluyor.
Verimliliğin büyümenin artması ve enflasyon artışı üzerinde önemli bir rolü var. Günümüzde yaşanan ciddi teknolojik gelişmelere rağmen yine de verimlilikte artışın yeterli olmadığı kanısı yaygın. Bu noktada belli başlı kriterleri göz önünde bulundurmalı ki bunlardan biri teknolojideki gelişmelerin ekonomiye etkisinin kısa vadede değil uzun vadede görüldüğü. Bu çıkarıma dair bir çok akademik çalışma da mevcut. Teknolojik gelişmelerin işsizlik rakamlarında artışa sebep olacağı ancak büyümeye uzun vadede bir katkısı olacağı düşünüldüğünde, bu teknolojik gelişmeler, en azından kısa vadede büyüme üzerinde negatif etkisi olacağı beklenebilir. Öte yandan Amerika, Japonya, İngiltere gibi bir çok gelişmiş ekonominin enflasyon hedeflerinin tutmaması da, teknolojinin enflasyon üzerinde etkilerinin sonucu olarak görülmekte.
İşgücü piyasasından gelen veriler de bilindiği üzere Fed’in politikaları için çok büyük önem arz ediyor.
İşsizliğin şu günlerde çok düşük olması enflasyonda ani bir yükseliş gerçekleşme riskini arttırıyor. Nitekim işgücü piyasasındaki bu sıkılık artarsa, ücretlerde ve dolayısıyla fiyatlarda birbirini besleyen artışlara sebep olur. Yani yükselen ücretler fiyatları da yukarı çeker, yükselen fiyatlar ücretlerde tekrar artışa sebep olur, bu da yeniden fiyatları yukarı çeker vs.
En nihayetinde Fed, aşırı ısınan ekonomideki enflasyonu kontrol altına almak için faizleri yükseltme kararı alır. Ancak belirtmek gerekir ki Phillip Eğrisi halen daha merkez bankacılar tarafından kullanılsa da ‘yassılaştığına’ dair bir çok tartışma yaşanmakta – Milton Friedman yaklaşık 50 sene önce ilk defa bu eğriye karşı çıkmıştı -. Phillips Eğrisi esasen işsizlik oranının ve enflasyonun ters yönlü ilişkisini gösterir. Son dönemlerde yapılan bir çok çalışma, özellikle gelişmiş ekonomiler düşük işsizlik oranlarına sahip olsa da enflasyonun buna stabil olarak artmadığını göstermekte. Bu açıdan aslında işgücündeki aylık değişimlerin enflasyona etkisinin olamayacağı iddia ediliyor.
Hisse senedi ve tahvil piyasasında aşırı fiyatlanmalar
Bir diğer önemli mesele de hisse senedi ve tahvil piyasasında uzun zamandır görülen aşırı fiyatlanmalar. Varlık fiyatlarındaki bu yükselişlerin nedenlerinden biri, yalnızca bu olmasa da, faiz oranlarının uzun bir süredir çok düşük seyretmesi. Dolayısıyla faizlerin tekrar yükselmeye başlamasıyla özellikle hisse senedi ve tahvil piyasalarında yıkıcı sonuçlarla karşı karşıya kalınabilir. Son zamanlarda özellikle özel sektör tahvil piyasalarında bir tedirginlik görülmekte. Bu nedenle varlık fiyatlarındaki bu şişkinliğin azaltılması (dolayısıyla enflasyondaki artışın dengeli olması ve buna faizlerde kademeli artışlarla yanıt vermek) gerekmekte.
2018’in başlarında enflasyondaki verilerin beklenenin üstünde gelmesi ve bu nedenle yeni Fed Başkanı Powell’ın 2018 için 3 değil de 4 kez faiz arttırımına gidilmesi gerekebileceğine dair açıklamaları, önümüzdeki dönem enflasyon öngörülerindeki artış olasılığını güçlendiriyor. Ancak şimdilik piyasaların temennisi Fed’in ekonominin aşırı ısınmasını engellemesi ve bunu da – kredibilitesine zarar vermeden – taahhüdüne bağlı kalarak faizleri kademeli olarak arttırması yönünde.