Kadına yönelik şiddet ve fotoğraf algısı

Sosyolojik bir sorun olan şiddet Türkiye’de, özellikle kadın söz konusuysa, magazinsel bir şekilde ele alınır. Günümüz modern kültüründe fotoğrafların yazıdan daha etkili olduğunu göz önüne alırsak; medyada özellikle kadına yönelik şiddet konulu haberlerde kullanılan görsellerin sorunu daha da derinleştirdiğini söyleyebiliriz.

Kadına yönelik şiddet ve fotoğraf algısı

Medyada fotoğrafın amacı

Günümüzde medya görsellik üzerine kurulu. Yazılı veya sözlü bir metin tek başına hiç bir mesaj veremiyor. Eskiden ciddiyeti ve siyah-beyaz olmasıyla bilinen Cumhuriyet gazetesi bile artık diğerleri kadar renkli, hatta magazinsel haberler yayınlıyor. Bugün artık ilişiğinde bir fotoğraf yoksa haber metni okunmuyor. Dahası; medya tüketicisi baktığı fotoğrafın sıradan değil hep daha çarpıcı olmasını talep ediyor.

Çalışmaktan okumaya vakit ayıramayan, teknolojinin nimetlerinden şımarmış olan modern toplum bireyleri de artık olayı ve haberi görsel olarak anlayıp yargılamayı tercih ediyor. Bu yüzden de medyada giderek daha çok fotoğraf, daha az yazı görüyoruz. Sonuç olarak; medya kullanımında asıl amacı habere dikkat çekip haber metnini okutmak olan fotoğrafa giderek daha farklı anlam ve görevler yükleniyor.


Fotoğraf estetik olmasa da olur

Normal şartlarda her gün tekrar eden bir olayın haber değeri düşüktür, çünkü olay sıradanlaşmış, sadece aktörleri değişmiştir. Mesela gazetelerde artık eskisi kadar trafik kazası haberi görmememiz daha az kaza olduğu anlamına gelmez. Zira bu tür kazalar o kadar çok olur ki, bir kişinin daha trafik kazasında can vermesi bizi fazla etkilemez artık. Böyle bir olay bazı özel şartlarda, mesela olay yerinden çarpıcı bir fotoğrafı yakalanmışsa, haber değeri kazanır.

Bu çarpıcı fotoğraflarda beklenilen şey ise estetik ya da teknik bir kriter değildir malesef. Günlük hayatta fazlaca görmediğimiz kan, çıplaklık ve parçalanmış veya deforme olmuş vücut görüntüleri ihtiva eden, basit ve başarısız fotoğraf kareleri insanların dikkatini daha çok cezbediyor. Ayrıca artık herkesin kullandığı akıllı telefonlar sayesinde de bu tür karelerin yakalanması olasılığı yüksek ve medyada tüketilmesi de çok hızlı.

Kadına şiddet sorununa farkındalık ne getirdi?

Türkiye’de kadınlar bugün olduğu kadar önceden de şiddet görüyordu. Fakat önceden görsellik bu kadar etkili ve çoğunluğa ulaşabilir olmadığı, ayrıca kadının dövülmesinin aile içi bir durum sayılması sebebiyle yaşanılan olayların ciddiyetinden ve fazlalığından pek haberdar değildik. Bugün özellikle bulvar gazetelerinin üçüncü sayfası dövülen ya da öldürülen kadınların fotoğrafları ve bu şiddet olayının magazinsel detaylarıyla dolu. Kısacası artık medyamız konuya ağırlık veriyor. Evet, sonuç olarak “kadına şiddet” sorununa farkındalık yaratıldı, fakat sorun kanıksandı ve magazinleşti.

Öte yandan; bu haberlere ve bireysel olaylara verilen büyük toplumsal tepkiler yetkililerin caydırıcı önlemler almasına, yeni kanunlar getirilmesine vesile oldu. Ne var ki; sonuç olarak ne kadına karşı uygulanan şiddette bir azalma kaydedildi, ne de kadını korumaya yönelik çıkarılan yeni kanunlar toplum tarafından benimsendi.

Medyanın bu sorunu sürekli gündeme getirmesi, bol bol çarpıcı fotoğraf yayınlaması medyanın ve toplumun soruna karşı bilinçlendiğini göstermiyor yani. Bu durum, aksine, erkek egemen medya ve toplumun kadın üzerinde kurduğu oteriteyi muhafaza etmek istemesinden kaynaklanıyor.

Fotoğraf yoluyla farkındalık yaratmak

Kadına yönelik şiddet ve fotoğraf algısı

Mağdur olmuş bir kişi ya da grubun mağduriyetine parmak basmak ve bu mağduriyete karşı farkındalık yaratarak, toplumun hareket ve davranışlarını sorunun çözümüne katkıda bulunacak yönde değiştirmek için yapılan çalışmalarda da en çok kullanılan malzeme gene “fotoğraf”. Fakat aynı amaçla yapılan medya haberlerindeki gibi, bu çalışmalarda da fotoğralar bilinçsizce kullanılıyor. Ünlü ve güçlü kadınların dayaktan deforme olduğu izlenimi veren makyajlarıyla, acı çekermiş gibi poz verdikleri fotoğrafların kullanıldığı kamu spotu da, diğer birçokları gibi, amaca hizmet etmeyen mesajlar veriyor.

Zira bu fotoğrafların mesajıyla, slogan olarak kullanılan “şiddete dur de” söylemi oldukça çelişkili. Kadını zayıf ve acınası durumda resmeden bu fotoğraflar kadının mağduriyetini güçlendirecek, onların kendilerini koruyamayan aciz varlıklar olduğunu izlenimini verecek ve dolayısıyla şiddet eğiliminde olan erkekleri daha da cesaretlendirecektir.

Eğer gerçekten “şiddete son” mesajı verilmek istenseydi; o fotoğraftaki kadınların güçlü ve kendinden emin bir şekilde resmedilmesi, aslında aciz olanın kadın değil, kendini çaresiz ve güçsüz hissettiği için şiddete başvuran erkek olduğu mesajını verilmeliydi.

Yapılan bunca farkındalık çalışmasına rağmen şiddet olaylarında bir azalma gözlenmiyorsa bir sorun var demektir. Görünen o ki; bu çalışmalar sadece bazı ünlülerin vicdanlarını rahatlatmaya, bazılarınınsa popülerliğini artırmaya yarıyor.

Bu tür yanlış söylem ve fotoğraf kullanımlarını, şu an gündemde olan çocuk tacizine karşı yürütülen çalışmalarda da görüyoruz. Bu çalışmalarda herhangi bir çocuk fotoğrafının kullanılmasının yanlış olduğu İletişim Fakültesi ilk sınıf öğrencileri tarafından bile bilinirken, çocuk tacizine karşı hazırlanan kamu spotlarında model olarak çocuklar kullanılıyor. Üstüne üstlük fotoğraf ve sloganlarla çocukların susması gereken güçsüz varlıklar olduğu mesajı veriliyor.

Halbuki burda öncelikle çocuğun cinsel tacizin ne olduğu konusunda, ailelerin de çocuklarını bu konuda nasıl eğitecekleri hakkında bilgilendirilmesi gerekirdi. Bu noktayı Bergüzer Korel hazırladığı bir sosyal medya iletisiyle anlattıp, sadece bilinçli bir anne duyarlılığıyla verdiği mesaj, muhakkak ki, çocuk tacizi sorununa farkındalık yaratmakta kamu spotu afişlerinden daha etkili oldu.

Taraflı haber metni

Genel olarak ülkemizin medyasına bakarsak; özellikle gazetelerde politika ve spor haberleri dışında kullanılan fotoğraflarda başaktör erkeklerden ziyade kadınlardır. Haberin konusu ne olursa olsun kadının eteğinin boyu, elbisesinin dekoltesi, rujunun ya da saçının rengi, surat ifadesi fotoğraf karesinin içindedir. Haber metni de sansasyon yaratabilecek bu detaylar üzerine kuruludur. Ki buna son örnek Berrak Tütünataç’ın ödül aldığı bir törende giydiği beyaz kıyafet hakkında atılan haber başlıkarıdır.

Çoğu “kadına şiddet” haberinin konusu; “karısını döven adam” değil, “kocası tarafından dövülen kadın”dır. Haber metnine göre; adamın biri gene bildiğimiz, kıskançlık, aldatma, ayrılmak isteme, evden kaçma gibi, klasik sebeplerden dolayı beraber olduğu kadına saldırmıştır. Hepsi de kadınından kaynaklanan ve kültürümüzde hoş karşılanmayan durumlar. Zira bizim kültürümüzde kadın edepli, kocasına ve evine bağlı olmalıdır. Yani bütün bunlar kadının cezalandırılması için birçok erkeğin, hatta kadının nazarında, haklı sebeplerdir. Hatta dayak olayını komik bir durum olarak algılayıp, haber başlığı olarak “nakavt” kelimesini uygun gören anaakım gazeteler bile mevcut. Sonuç olarak; sadece fotoğraflarla değil, haber metniyle de kadına karşı uygulanan şiddet meşrulaştırılmış olur.


Bunun dışında; saldırıyı gerçekleştiren adamın isminin sadece başharfleri verilip fotoğraftaki yüzü buzlanırken, şiddete uğrayan kadının yüzü ve kimlik bilgilerinin yayınlamasında bir sorun görülmez. Ayrıca haber metni anlamlı, anlamsız bir çok sıfat ile doludur ki, bu bile tek başına haberin taraflı olarak yazıldığının ya da sadece sansasyon yaratmak için haber yapıldığının ispatıdır.

Dolayısıyla kadınlarla ilgili haberlerin metinlerinin de bir erkek tarafından, empati yoksunluğuyla yazıldığını söylememiz yanlış olmaz. Zira Türkiye’deki erkek egemen anaakım medya, fotoğraflar kadar haber metinlerini de de erkek egosunu tatmin edecek şekilde hazırlar.

Fotoğraf ve medya etiği

Fotoğraf çektirmek, özellikle sosyal medyada fotoğrafların fütursuzca ve etik kurallarına uymadan yayılabildiği günümüzde, kişisel izne tabii bir eylem olmalıdır. Gazetecinin görevi, her ne kadar kamuyu görsel olarak da bilgilendirmek olsa da, fotoğrafını çektiği kişinin kişisel haklarına saygı duymalı, onay almadan fotoğraf çekmemelidir. Ne var ki, gene şiddet ve kaza haberlerinde, muhtemelen otatntikliği bozmamak adına, izinsiz ya da onaysız fotoğraflar çekilir ve yayınlanır.

Şiddete uğramış kişinin en çirkin, en zayıf halini fotoğraflamak, bilinçsiz ya da ölüm döşeğinde olduğu için onayı alınamayacak birini kimliği belli olacak şekilde resmetmek, hatta eliyle hayır işareti yapan kişiyi bile fotoğraf objesi yapmak medya ahlakının kabul edemeyeceği şeylerdir.

En güçlü ve en kolay manipule edilebilen duyu organımız olan gözlerimizle aldığımız mesajlar, çok daha hassas ve bilinçli bir şekilde işlenmeli, amacına uygun şekilde kullanılmalıdır. Hedef kitlesi ve özellikleri doğru belirlenmeli, mesaj net anlatılmalıdır. Haber ancak bu şekilde evrensel medya ahlakına uygun olur.

Şiddet fotoğraflarının kadınlara verdiği mesajlar

Baktığımız fotoğrafta eğer kendi hayatımızdan ya da kişiliğimizden ortak bir nokta görürsek bu bizi fotoğrafa daha da yaklaştırır ve kendi hayatımızı düşündürtür. “Bu benim de başıma gelebilir” düşüncesi birçok kaza haberinde aklımıza gelen ilk şeydir mesela. Bu yüzden trafik kazaları ve insanların o kazalarda nasıl ezildiklerini gösteren fotoğraflar birçoğumuzun emniyet kemeri kullanmaya başlamasına sebep olmuştur. “Ya ben de kaza yapıp böyle arabadan fırlarsam” düşüncesi trafik kazalarına karşı farkındalık yaratır.

Aynı şekilde; dayak yiyen kadınlar da kendileriyle aynı kaderi paylaşan hemcinslerinin aciz hallerinin olduğu fotoğraflarda kendilerini görürler ve muhtemelen aldıkları mesajlar şöyle olacaktır:

“Bu fotoğraftaki kadının başına gelen benim başıma da gelebilir. O zaman ayağımı denk alsam kocamı daha fazla kızdırmasam iyi olur. Adam sığınma evinde bile bulup kadını bıçaklamış. Ya kocam cinnet geçirip beni böyle bıçaklarsa… Ben mezara kocam hapse… Çocuklar ne olur? Ya bu halimi birisi ezkaza fotoğraflarsa ve resmim manşet olursa… Çocuklarım, ailem ne duruma düşer? Ben en iyisi dizimi kırıp oturayım, yediğim dayaklardan kimseye bahsetmeyeyim.”

Ayşe Paşalı’yı hatırlarız. Habertürk’te yayınlanan ve her yerde tekrarlanan o fotoğrafı ne kadar masum ve empatikti. Kendisini o hale getiren ve sonradan katili olacak kocasının yanında sessiz ve tepkisiz oturuyordu Ayşe. Herkesin kafasına yer eden ve fotoğrafı görmüş bir çok kadın muhtemelen şunları düşünmüştü:

“Kocasından şikayetçi olmuş, mahkemeye vermiş. Sonuç ne? Koca serbestçe gelip sokak ortasında Ayşe’yi bıçaklayıp öldürmüş. Demek ki Devlet de beni koruyamayabilir. O zaman kanunlara başvurmak da bana fayda etmez, ben kimseye anlatmayayım kocamdan şiddet gördüğümü en iyisi.”

Meral Tahta’nın durumu biraz farklıydı. Bekardı ve erkek arkadaşı tarafından komaya sokulmuştu. Meral otobüs durağının bankında göğüs dekolteli elbisesi ve ıslak saçlarıyla sanki kendi evinin koltuğundaymış gibi yatıyordu. Kolunda dövmesi vardı ve gazetenin yazdığına göre bir barda çalışıyordu: “E o zaman, zaten pek de edepli bir kadın değilmiş, hak etmiş başına geleni.”

Medya ve toplum

Her ne kadar etkili ve baskın olsa da bir ülkenin medyası bireyin yaşadığı toplumun genel düşünce tarzından farklı hareket etmesini sağlayamaz. Çünkü birey ve medya arasında dinamik bir ilişki vardır ve her iki taraf da birbirini etkiler. Yani medyadaki kadın temsili o toplumun kadına bakış açısından bağımsız değildir.

Peki, 21. yüzyıl Türkiyesi’nde kendini topluma ispatlamaya, imkan bulabilse neler yapabileceğini göstermeye, en önemlisi birçok kişi tarafından erkeğe nazaran zayıf, güçsüz ve kapasitesiz bir varlık olarak algılanan imajını değiştirmeye çalışan kadın, her gün gazete haberlerinde gördüğümüz gözü morarmış, kanlar içinde, zavallı ve yardıma muhtaç hallerini gösteren bu fotoğraflarla bunu nasıl başarabilir?

Şiddet; sorunlarını barışçıl yollarla çözemeyenlerin çaresizce başvurduğu bir yöntemdir. Şiddet görmüş kadının deforme olmuş bedenine bakmak ise daha ziyade hasta fikirlilere sahip bazı insanların sapık fantezilerini tatmin eder ve şiddet görmekte olan diğer kadınları korkutarak daha zayıf hale gelmesine neden olur. Kadına şiddet uygulanması sosyolojik bir sorundur ve çözümü toplumsal eğitimden geçmektedir. Başka bir yol da; toplumda giderek daha da görünür hale gelen sapık fikirlere sahip şiddetsever bireylerin tedavi edilmesidir.


Kaynak: Alan Held, Deniz. “Use of images depicting violence on women in Turkish popular newspapers.” Yüksek Lisanas Tezi/NTNU, Trondheim, Norway, 2012.

Sen Anlat Karadeniz dizisinde ‘kadına şiddet’ görüntülerine tepki


Deniz Alan Held
1974 Ankara doğumlu ama 2 yaşından beri Istanbullu. Çocukluk ve gençliği cimnastik ve dans çalışmalarıyla geçti. 2000 yılından beri yoga yapıyor. 2002 yılında evlenip yurtdışına yerleşti ama bir ayağı hep Istanbul'da oldu. Çocuklardan sonra, Norveç'te hayalindeki işin eğitimini alma fırsatı geçti eline. Trondheim Üniversitesi'nde Medya Bilimi ve Görsel Kültür dalında lisans ve yüksek lisans okudu. İki yıl Zürih, 10 yıl Trondheim'da yaşadıktan sonra 2014 yazında eşinin memleketi Almanya'ya yerleşti. Şİmdi iki oğlu ve eşi ile sakin bir hayat sürmekte, ve Türkiye'nin Gezi Gençleri'nce yönetileceği çağdaş bir ülke olduğu hayalini kurmakta. // ENGLISH: Born in Ankara in 1974, moved to Istanbul at age 2. Spent lots of time with gymnastic and contemporary dance at early ages. since 2000 practices rather yoga. Married to a German in 2002 and move to Zurich. Later lived 10 years in Norway/Trondheim and eventually settled down in Germany. Studied Media Science in Trondheim and finished master degree in 2012. Has two sons. Looking forward to the days that Turkey is eventually led democratically by the Gezi youth.