Bir olmak, ait hissetmek insanın cennetiyken, yabancı olmak bir sürgün gibi. Ama yok mudur çaresi? Yakınmaktan mı ibarettir merhem? Hiç öyle olur mu!
Yabancı nedir? Kimdir?
Yabancılık çekmek.
Tanıdığın bir yerde, bağlantısız kalmak.
Korunup kollanmayan, hali merak edilmeyen, gözetilmeyen.
Dışlanmasa da, içlenmediği için doğal olarak dışta kalan. İçeride olmadığı için öteki olan.
Kolay vazgeçilir, sevgi uyandırmaz, tanınmaz, anlaşılmaz.
Hepsinden çok o mu koyuyor acaba, anlaşılmaz olmak?
Kendi öykümüz içeride bambaşka iken, dışarıdan bakanın bihaber olması. Önemsiz bulması. Kendi hikayemizi sorgulatmıyor mu bu? Kendimize olan inancı zayıflatmıyor mu?
Yabancı olmak, bizi kendimizden de uzağa itmiyor mu?
Ait olmayışınla tanımlı olma hali yabancı olmak. Uyum içinde olmadığını anlatan bir kelime. Neredeyse bir problem der gibi.
Yabancılık çekmek.
Çekmek işte ya bildiğin. Acı gibi, çile gibi, çekmek.
Bir olmak, ait hissetmek insanın cennetiyken, yabancı olmak bir sürgün gibi.
Anlaşılmadığın bir yer, değerli olduğunun hissedilmediği, ya da yanlış sebeplerden öyle zannedildiği.
Koparılmış gibi yurdundan, yuvan olan mutluluktan. Hiç yer değiştirmeden, hatta bazen can dediğin insanlar arasında, birden yabancı oluvermek. Tanınmayan, bilinmeyen olarak kalakalmak. Bilinmediğinden, yabancı olarak kalmak. Bilinmediğinden, asla kendisi olarak sevilememek.
Bilinmek mümkün mü ki? Bir hayal mi kovalıyoruz? Ait hissettiğimiz yerde dahi aslında küçük çentiklere mi tutunuyoruz? Ama hepsi yalan diyemeyiz, özlüyorsak bir şeyi, vardır bir gerçeği.
Yabancılık uçsuz bucaksız bir mekan. Dilinin anlaşılmadığı bir yer hatta. Kendini çok güzel ifade ettiğin dilin, kimseye bir şey ifade etmediği yer. Yüzüne vurmadan kibarca söylediğin, gözüne sokmadan asilce eylediğinde duyulmadığın, anlaşılmadığın, takdir edilmediğin yer mesela.
Ne söylenmemiştir ki yalnızlık hakkında, ne yazabilirim hiç fark edilmemiş. Yabancılık diyordum, aklım sürçmüş, yalnızlık demişim. Öyle hemzeminler ki. Her insanın boğuştuğu bir duygu, bazılarının yaşamını içinde geçirdiği bir kanyon.
Ama yok mudur çaresi? Yakınmaktan mı ibarettir merhem? Hiç öyle olur mu!
Öyle geliyor ki bu yabancılık illeti aidiyeti yanlış yerde aramaktan geliyor. Sevdiğine dokunmayı bir yansımada ararken düşüp boğulan, halbuki sevdiği kendine özü kadar yakın olan Narsisus misali. Varoluşla bir olmaya hasret duyarken, O, can damarınızdan yakınız diyor. Daha neyin yabancılığı?
Tabi ne derdi, ne devayı tespit etmekle bitmiyor. Mesele, o kavuşmaya, bir hissetmeye, aidiyet duymaya hasret kaldığımız özümüzle temas kurabilecek miyiz? Yoksa kendimize yabancı kalmayı sürdürürken çareyi bizim kadar çaresiz insanlarda mı arayacağız? Devamlı düştüğümüz hata da cevap kadar aşikar.
Merkezimizle baş başa kalmak dileğiyle.