Macron, hem ekonomiyi canlandırmak, hem de uluslararası arenada Fransa’ya eski konumunu geri kazandırmak ve bunu yaparken de hiç şüphesiz yardımına da ihtiyacı olduğu AB’yi toparlayıp hareketlendirmek için çok geniş çaplı bir reform hareketi başlattı.
Ekibindeki çalışanların muhtelif yerlerde belirttiğine göre hızla hayata geçirmek için ciddi çaba sarfettiği reformlar ve genel olarak kendi yönetim şekli çok detaylı. En küçük konulara bile bizzat kendisinin ele aldığı ve hızlı bir karar sürecinden geçirdiği belirtiliyor. Nitekim genç olmasının verdiği enerji göz önüne alındığında buna pek şaşırmamalı.
Fransız liderin reformları büyük bir şevkle gerçekleştirmeye çalıştığı düzenlemeler ve yeniliklerin özellikle hantal bir yapıya bürünmüş Fransa’daki iş dünyasına yönelik.
Açıklamalarına bakılırsa Fransız liderin En Marche adı verilen hareketinin ise esasında technolojik start-up adı verilen şirketlerin ekonomideki konumunu güçlendirmeyi ve payını arttırmayı hedeflemekte gibi. Avrupa’nın dijital ekonomi gibi birçok alanda gelişmiş ülkelerin gerisinde kaldığı gerçeği düşünüldüğünde bu oldukça makul ve görünen o ki Macron yeni dünyanın hızlı ve esnek dinamiklerini geleneksel ve hatta hantal denebilecek Fransız ekonomisine ve kültürüne adapte etmek derdinde.
Toplumsal açıdan bakılacak olursa bu reformlara birçok kesimden direnç söz konusu.
Bunun yanı sıra yapılan birçok araştırmaya göre Fransız toplumunun çok büyük bir çoğunluğu siyasi sınıfın kendi düşüncelerine ve beklentilerine önem vermediğini düşünmekte. Aynı güvensizlik, ülkenin elitlerine karşı da mevcut ve özellikle elitlere karşı bu olumsuz bakış açısı çok uzun zamandan beri devam etmekte olan bir olgu.
Macron’un yeni yönetiminin çok fazla merkezileştiğini düşünenler de var.
Bu anlamda yerel anlamda bir takım gelişmelerin gerçekleşmediği, bundan ziyade bir nevi ‘tek adam’ yönetiminin gerçekleşmeye başladığı düşünülüyor, çünkü parlamento ve bakanların ağırlıklarının çok azaldığı savunuluyor. Bununla birlikte yaygın olarak bilinen hızlı ve bireysel karar alma karakteri de bu iddiaları doğruluyor.
Fransa’nın Afrika ile tarihi bağları bulunmakta ve aslında bu bağlar hiç de iyi hatıraları barındırmamakta.
Afrika’lılar, diğer batılı olmayan birçok ülke ve medeniyet gibi, Fransa’nın geleneksel olarak sömürgecilik döneminden kalan ‘en iyisini ben bilirim’ küstahlığından bıkmış ve dolayısıyla bir süredir ‘Batılı olmayan’ yeni aktörlerle ticari ortaklık geliştirmeye çalışmakta. Bunların en başında her yerde etkisini artırmaya başlayan Çin geliyor.
Nitekim Macron bu gelişmeyi de değiştirmek arzusunda, çünkü finans geçmişi sayesinde kıtanın hem nüfus hem de doğal zenginlik açısından ne kadar değerli olduğunu biliyor. Elbette Fransa’nın baş ağrısı olan göçmen akınlarının da, iyi ilişkiler kurarak önüne geçmek istiyor. Afrika konusunda da askeriyenin konumunu konusuna pek vurgu yapmasa da yine de kimi askeri birlikleri Afrika’ya göndermekte. Bunun yanı sıra ticari bağları da tekrardan inşa etmeye çalışmakta.
Macron’un birçok konuda çelişkili olduğu iddia edilse de görünen o ki o bunu bir artı değer olarak görmekte.
Çünkü konuşmalarından birinde özgür olmak için çelişkili olmak gerektiğini dile getirmişti. Felsefi açıdan düşünülecek olduğunda bu bakış açısının gelişmeye açık olduğu söylenebilir, ancak mesele reel politikse daha ihtiyatlı bir siyaset izlemek gerekebilir.