1938’den bu yana Cumhuriyet rejiminin kurucu felsefesi ve yapısının erozyonuyla başlayan süreç, 1950’ler itibariyle yıkıma dönüşmüş; 24 Haziran itibariyle final yaparak karşı zaferle sonlanmıştır.
Artık o kurucu felsefe yoktur.
Çünkü “çokluk” böyle istedi.
Çokluğun karar verilmiş tercihe yönlendirildiği ve çoğunluğun ikamesine dönüştürdüğü bir “seçim” durumudur bu.
Ama şunu da ilave etmek gerek;
Eğer çokluğun “çoğunluğa” dönüştürülerek ortaya çıkacak sonuca/karara dayalı bir seçime girmişsen, oy istemiş ve oy vermişsen, o düzeneğin içine girmişsin demektir, o halde sonucu/kararı da kabul edeceksin.
24 Haziran’da yapılan seçim esasen ve tam olarak başka bir rejime geçişin taşra burjuvazisi tarafından karar verilmiş bulunulan tercihin halk oyuna (çokluğa) onaylattırarak çoğunluğa dayalı temellendirilmiş olmasıydı….
Bu arada söz konusu “çokluğu” eleştirme ve aşağılama gibi şeyler çok aptalca ve düzeysizce bir tutum ve tavır olur.. Bunu da burada belirtelim.
Asıl mesele buraya kadar nasıl gelindiği ve çokluktan çoğulculuğa neden geçilemediği meselesidir çünkü.
Seçimin diğer adaylar ve partiler tarafından kazanılması da bir çözüm olmayacaktı elbette. Bunu biliyoruz…
Ama bir düşünme zamanı kazandıracak süreç yaratacaktı.. Bu süreçteki düşünce şu olacaktı; Şimdiye kadar kör topal giden parlamenter sistemimize tekrar dönelim ve onu uygar bir yapıya dönüştürelim mi? Yoksa başka bir şeyler mi yapalım?
Diğer aday ve partiler ile de şimdi olduğu gibi açlar, yoksullar, ezilmişler, işsizler, asgari ücretliler yine olacaktı… Lakin karşı zafer diye tecelli eden “başkanlık modeli” geriye dönüşü olan bir olasılığı olanağa çevirecek koşulları yaratacaktı.
Şimdi artık bu sürece dahi ihtiyaç duyulmayan bir çokluk tercihi söz konusudur. Şimdi artık düşünme süreci falan diye bir şey yoktur.
Rejim tamamen değişmiştir.
Bu şu demektir.
Rejim hızlı bir şekilde ücretlilerin ücreti sabitlemek başta olmak üzere, kıdem tazminatlarının kaldırılması gündeme gelmek üzere ve araziler dahil satılması gereken ne varsa ihtiyaca binaen en hızlı şekilde satılacak ve dünya piyasa koşulları ne gerektiriyorsa bu en hızlı şekilde yapılacak, bu yapılırken de yapılan ne varsa bunlar ideolojik düşünce tarzıyla süslenerek ve işlenerek durum kotarılacaktır.
Borçlanma mı? Enflasyon artışı mı? Ücretlerin düşmesi mi? Dışalımların artışı mı? Daha fazla tüketim mi? Hiç fark etmez, ne gerekiyorsa o yapılacaktır. Mecbur…
Rejim, keskinliklerin ve ekonomik acımasızlık çarkının, orta tabaka diye ifade edilenleri hızla alt tabakaya yaklaştıracak ve insanlardaki sıkışma ve boğulmayı milli ve dini duygular ile karşılayacak bir “tevekkül” içinde olmayı tek seçenek olarak sunabilecektir.
24 Haziran çokluğun kararı; halkı ve doğru olmanın kararı değil
Seçim sonuçlarına saygı nerede? Derseniz,
Elbette aldık kabul ettik.
Kabul etmek başka, saygı duymak başkadır.
Kabul ettik, çünkü “çokluğun” kararıdır.
Seçime giriyor ve seçmen oluyorsanız çokluğa dayalı bir seçim sonucunu da kabul edeceksiniz.
Biz de aldık ve kabul ettik.
Ama unutmayın çokluğun kararı “haklı olmanın”, “doğru olmanın” kararı değildir her zaman…
Ülkeler çokluğun seçim kararı, tekliğin yönetim tasarrufu ile değil, çoğulculuğun kararı ve temsilinin sağlandığı rejimler ile uygarlaşır ve gelişirler.
Son bir not
Sonuçlara bakarak istediği ve beklediğini bulamayanların sonucu üreten çokluğa ve seçimde çoğunluğa dönüştürülmüş halkı çeşitli sıfatlar ile küçümsemek, cehalet ve benzeri şeyler ile suçlamak, “millete müstahaktır” ve benzeri yaklaşımlar ile hareket etmek demek, esas olarak neye müstahak olunduğunun da gerekçelerinden birisidir.
Çünkü mesele birilerinin “cehaleti” değil, 70 yıllık parlamenter sistem sonunda oy veren 26 milyon insanın neye ihtiyaç olduğu veya ihtiyacın ne olduğu konusundaki tutumun ve tavrın koşullarının farklılaştırılmamış olmasıyla ilgilidir. Çünkü belirleyici olan nesnel koşullar, durumlar ve gerçekliktir.