Türkiye toplumu olarak genel anlamda saygı ile ilgili sorunlu bir kültüre sahibiz. Saygı duymak ve saygı duyulmak meselesi Türkiye toplumunun neredeyse problematikler dizgesinde başat konumundadır.
Asıl mesele ve daha önemlisi saygı duymak ve çocuk ilişkisi bağlamında neredeyse “felaket” bir durumda olduğumuz kesindir. Çünkü çocuklar saygı duyulan değil, saygı duyan küçük, önemsiz ve birey olarak çok değerli olmayan insanlardır. Bu aslında toplumsal gelişim ve uygarlık açısından tam olarak bir “felakettir”.
Türkiye toplumsal kültüründe genel olarak saygı duymak ve duyulmak için:
1. Ya insanların yaş ve bedence büyümeleri gerekiyor,
2. Ya da insanların “başarılı”, “zengin”, “varlıklı”, “şöhretli” olmaları gerekiyor.
Özetle büyük olmak ve büyümek saygı duyuluyor olmanın neredeyse bir önkoşulu gibi duruyor.
Çocuğa saygı…
Çocuğa saygı duymak için onların büyümelerini beklersek, büyüdüklerinde kendilerine saygı duyulmamış büyükler olacaklarını bilmiyoruz.
Çocuğa saygı duymak için onların başarılı olmalarını beklersek, başarılı olduklarında saygı duymayı öğrenmemiş büyükler olacaklarını da pek bilmiyoruz.
Oysa çocuklar yaşları ve durumları ne olursa olsunlar birer “bireydirler”. Bireyler birey olmanın farkında olmak ve bu farkında olmaktan keyif almak isterler. Bu gelişimin doğası gereği böyledir.
Yani her canlı ve her birey yaşına ve durumuna bakılmaksızın anlayacağı ve hissedeceği biçimde saygı duyulmayı hak eder. Üstelik bunu bekler ve ister.
İnsanların “benlik” ve “kişilik” gelişimlerinde kendilerine saygı duyuluyor olunması, onların duygusal ve düşünsel olarak gerekli olan besinleridir.
Eğer çocuklar bazı zamanlarda yanlış veya olmaması gereken bir şeylerin peşinde koşuyorlar ise bilinmelidir ki, bu ya saygın olma beklentisi veya saygın olamama hırçınlığının bir sonucudur.
Hayata ve çocuk yetiştirmeye dair en büyük dertlerimizden birisi de budur.
Saygı duyulmayan insanlar, ilerleyen süreçlerde saygı duymayı bilmezler. Saygısız toplumlar ise böyle oluşur, böyle çoğalır ve böyle sorun oluştururlar.
Çocukluk ve ergenlik yıllarında saygı duyulmamış ve “saygınlık” hissi yaşamamış kişilerin bir çoğu itaatkar ve sürekli baş eğen bir kişilik sahibi olurken, ileride çocuklarını önemsemeyen ebeveyn olurlar. Bir çok kişi de imkan bulursa güçlü olmanın peşine düşer. Para, mal, mülk, paye, şan, şöhret vesaire… Bu şekilde kendilerini daha önemli ve daha değerli hissedeceklerini ve “saygınlık” kazanacaklarını umarlar. En azından bilinç altı dürtüleri bu yönde gerçekleşir.
Oysa hayat bu kadar zor değildir. Bu kadar çetrefilli ve zor olmamalıdır.
Çözüm ise basittir. Üstelik olması gerekendir. İnsana saygı göstermek… Kim olursa olsun yaşı, başı, coğrafyası, dili, inancı, rengi ne olursa olsun saygı duymak ve saygı görmek hayatı kolay, güzel ve mutlu kılacak biricik çözümdür.
Tüm canlılar ve doğa saygıyı hak eder. Var olmak saygı duyulmak için yeterlidir. Ama mesele insan olunca, buradaki saygı sadece varlığın kabulü ve nesne olarak var oluşa saygıyı değil, onu aşan şekilde onun duygu ve bilincine değer vermeyi içeren bir önemseyiştir.
Saygı duymak, saygı duyulan olmak, hayatı kolay, güzel ve verimli kılmanın yöntemlerinden birisidir. Veya olmalıdır.