İstanbul Modern Sinema, sezonu 20 Eylül’de Anthony Cragg’in “İnsan Doğası” sergisinden esinlendiği Yakın Temas adlı programla açıyor.
Yaşayan en önemli heykel sanatçılarından Cragg’in İstanbul Modern’deki sergisine paralel hazırlanan programda, sinemanın insan veya insan olmayan bedeni öne çıkardığı, sesi, rengi veya kamerasıyla bedenselleştirdiği filmlerden bir seçki yer alıyor.
Yakın Temas adlı programdaki filmler ekranın sadece bakılan bir nesne değil, dokunan, canlı, çok duyulu bir organ gibi bir iletişim aracı olduğunu vurguluyor. Yakın Temas, 20-30 Eylül tarihleri arasında izleyiciyle buluşuyor
Kült filmler
Seçkideki filmler arasında videokaset furyasının başladığı dönemde çıkan David Cronenberg’in Videodrome’u (1983) teknoloji hastalığının bulaşıcı gücüne, bedenin bozulmasına dair bir uyarı niteliğinde.
Hayvan ile insan bedenlerinin kurduğu karmaşık ilişkiyi kamera aracılığıyla aktaran kült macera filmi Kükrediler’in (Roar, 1981) yapımında 150 vahşi hayvan olmasına rağmen, sadece insanlar zarar görmüştü. Beş yıllık süreçte aralarında Hitchcock’un Kuşlar’ında (The Birds) başrolü oynayan Tippi Hedren de olmak üzere film ekibinden 70 kişi yaralanmıştı.
Yine 1980’lerin sinemasında kült bir yere sahip Tetsuo (Tetsuo: The Iron Man,1989), metal fetişisti bir adamın geçirdiği kazadan sonra mutasyon geçiren bedeninin bir tür metal yaratığa dönüşümünü izliyor. 16mm, siyah beyaz çekilen bu filmdeki görsel dünya ve atmosfer izleyene farklı bir şekilde dokunuyor.
Denis Côté’nin Yumuşak bir Ten (Ta Peau Si Lisse, 2017) adlı belgeseli de bedensel sınırları aşmaya çalışan vücut geliştirici altı kişinin kasları, diyetleri ve spor salonlarındaki çalışmalarını inceliyor. Côté ressam gibi karakterlerinin teninde kamerasını gezdirirken kasları kaplayan o ten başka bir yüzeye dönüşüyor.
Peter Greenaway imzalı Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı’nda ise (The Cook, the Thief, His Wife and Her Lover, 1989) renkler filmin ana karakteri Georgina’nın metamorfozunu belirliyor, öyküdeki yeme ve cinsellik gibi temalar da filmin bedenine giren renk üzerinden işleniyor.
Yakın temas programı:
Ayin (Hereditary), 2018
Yönetmen: Ari Aster
Oyuncular: Toni Collette, Milly Shapiro, Gabriel Byrne
Prömiyerini bu yılki Sundance Film Festivali’nde yapan ve dikkatleri yılın en etkileyici korku filmi olarak çeken Ayin, genç yönetmen Ari Aster’in ilk uzun metrajı.
Pek de sevecen bir karakter olmadığını anladığımız ailenin reisi büyükanne Ellen’ın ölümünün ardından açıklayamadığı bir huzursuzluk hisseden kızı Annie, kendi anneliğini sorgulamaya ve ailesinin üzerine çöken kara bulutlar için kendisini suçlamaya başlar.
Yönetmenin hikaye anlatım şeklinden, izlediklerinizin gerçek mi yoksa karakterlerin hayal güçlerinin ürünü mü olduğunu sorgulayacağınız ve her saniyesinde koltuğunuzun ucunda tetikte kalacağınız çarpıcı bir gerilim.
Yumuşak Bir Ten (Ta Peau Si Lisse), 2017
Yönetmen: Denis Côté
Oyuncular: Jean-François Bouchard, Cédric Doyon, Benoit Lapierre
Filmlerinde odaklandığı konulara farklı pencerelerden bakmasıyla ve türlerin kalıplaşmış dilinin dışına çıkmasıyla bilinen Denis Côté’nin son filmi Yumuşak Bir Ten’de hayatlarını vücut geliştirmeye adamış altı sporcunun alışılmadık ancak bir o kadar da hakiki dünyasına tanık oluyoruz.
Film, bedensel sınırları aşmaya çalışan bu altı vücut geliştirme sporcusunun kasları, diyetleri ve spor salonlarındaki çalışmalarını inceliyor. Côté karakterlerinin teninde kamerasını bir ressam gibi gezdirirken kasları kaplayan o ten başka bir yüzeye dönüşüyor.
Beden (Cialo), 2015
Yönetmen: Malgorzata Szumowska
Oyuncular: Janusz Gajos, Justyna Suwala, Maja Ostaszewska
Varşova’da yaşayan savcı Janusz ve kızı Olga yakın zamanda kaybettikleri eşinin ölümünü henüz atlatamamıştır. Olga’nın bu kayıp sonrasında baş gösteren bulimia hastalığı başarısız bir intihar girişimi ile sonlanınca Janusz kızını bir terapi merkezine yatırmaya karar verir.
Merkezdeki terapist Anna’nın ise Olga ve grubundaki kızları iyileştirmek için sıra dışı yöntemleri vardır. Mesleki hayatında bilimsellikten ayrılmayan mantıklı Janusz bile bu yöntemlere bir şans vermeye razı olacaktır. Yaşamaya, kayıplarla baş etme yollarına ve ölümden sonrasına dair bir kara komedi.
İçinde Yaşadığım Deri (The Skin I Live In), 2011
Yönetmen: Pedro Almodóvar
Oyuncular: Antonio Banderas, Elena Anaya, Jan Cornet
Estetik cerrah Dr. Ledgard, hayatındaki geçmiş travmaların yaralarını sarmak için yanmaya dayanıklı deri üretme çalışmaları yapmaktadır. Toledo’daki devasa malikanesinde bir odada kilit altında tuttuğu Vera üzerinde bu yeni derinin denemelerini yapar.
Her türlü lükse sahip olsa da odasında tutsak ve Dr. Ledgard tarafından sürekli izlenmekte olan Vera’nın özgürlüğüne kavuşması için iki seçeneği vardır; intihar etmek ya da doktoru kendine aşık etmek… Almodóvar sinemasında oldukça cüretkar bir yere sahip bu film, türler arasındaki oyunlu geçişlerle izleyiciyi karakterlerinin duygusal derinliklerine çekiyor.
Kaynak (The Fountain), 2006
Yönetmen: Darren Aronofsky
Oyuncular: Hugh Jackman, Rachel Weisz, Sean Patrick Thomas
16. yüzyılda Mayalı bir konkistador, esir düşmüş kraliçesini özgürlüğüne kavuşturabilmek için efsanevi Hayat Ağacı’nı aramaktadır. 21.yüzyılda çeşitli ağaçlar üzerinde araştırmalar yapan bir bilim adamı, kansere yakalanan eşini tedavi edebilmek için hayatı pahasına mücadele vermektedir.
26. yüzyılda uzayın derinliklerinde yaşlı bir ağaç ile ölmek üzere olan bir yıldıza doğru yolculuk eden bir astronot ise sonsuzluğun peşindedir. Darren Aronofsky’nin birbirine paralel üç hikayeyi alışılmışın dışında bir kurgu ile anlattığı film aşkı, ölümü, ölümsüzlüğü ve varoluşun kırılganlığını irdeleyerek izleyenleri etkileyici bir duyusal yolculuğa çıkarıyor.
İyi İş (Beau Travail), 1999
Yönetmen: Claire Denis
Oyuncular: Denis Lavant, Michel Subor, Grégoire Colin
Sinemanın kışkırtıcı, kalıplara kolay sığmayan yönetmeni Claire Denis imzalı bir askeri dram. Eski bir Fransız yabancı lejyon subayı olan Galoup, bir zamanlar Cibuti Körfezi’nde geçirdiği ihtişamlı günleri hatırlar. Bir yandan genç askerleri sert bir eğitimden geçirirken diğer yandan komutanına karşı sevgi ve hayranlık duyguları beslemektedir.
Birliğe yeni gelen başka bir askerin komutanın ilgisini çekmesi Galoup’da kıskançlık, kin ve nefret duyguları uyandırır. Adeta bir hapishaneye dönüşen uçsuz bucaksız bir çölde yaratılan bu maskülen dünya, kullanılan müzik ve baş döndürücü görüntülerin de etkisiyle şiirsel, mistik bir şölene dönüşüyor.
Tetsuo (Tetsuo, The Iron Man), 1989
Yönetmen: Shin’ya Tsukamoto
Oyuncular: Tomorô Taguchi, Kei Fujiwara, Nobu Kanaoka
1980’lerin sinemasında kült bir yere sahip Tetsuo, bir adamın metal fetişisti bir adama arabasıyla çarptıktan sonra bedeninin mutasyon geçirerek bir tür metal yaratığa dönüşümünü izliyor.
Zaman içerisinde maruz kaldığı şiddetli saldırılardan da hiç yara almadan kurtulmaya başlayan adam, intikam peşindeki kazanın kurbanı metal fetişistiyle Tokyo sokaklarında mücadele ediyor. 16mm çekilen bu filmdeki iç ürpertici görüntülere eşlik eden endüstriyel müzik de filmin sunduğu görsel dünya ve atmosferin etkisini perçinliyor.
Aşçı, Hırsız, Karısı Ve Aşığı (The Cook, The Thief, His Wife & Her Lover), 1989
Yönetmen: Peter Greenaway
Oyuncular: Richard Bohringer, Michael Gambon, Helen Mirren
Filmin ana mekânı Le Hollandais restoranının sahibi Albert, onun sürekli aşağılamalarından ve çirkinliklerinden tiksinen karısı Georgina, bu alımlı ve bıkkın kadının restoranın müdavimlerinden Michael ile kaçamaklarına göz yuman ve Albert’tan eşit derecede nefret eden aşçı Richard arasında geçen bir kara komedi.
Peter Greenaway, insan ruhundaki yozlaşmanın insan bedeninin en temel zayıflıklarında ve güçlü yönlerinde vücut bulması üzerine karakterleri tanımlayan, renk kullanımıyla ve zeki diyaloglarla bezenmiş bir başyapıt sunuyor.
Öyküdeki yeme ve cinsellik gibi temalar da filmin “bedenini” oluşturan mekânların renkleri üzerinden işleniyor. Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı modern zamanların açgözlülüğüne, sahtekârlığına, güçlünün zayıfı ezmesine de sembolik bir eleştiri getiriyor.
Videodrome, 1983
Yönetmen: David Cronenberg
Oyuncular: James Woods, Debbie Harry, Sonja Smits
Videokaset furyasının başladığı dönemde çıkan David Cronenberg’in Videodrome’u teknoloji hastalığının bulaşıcı gücüne, bedenin bozulmasına dair bir uyarı. Teknoloji insan bedeninin bir uzantısı, videodrome sinyalinin etkisiyle ekrana bakmak artık yetmiyor, başımızı ekrandan içeri sokmak istiyoruz, ekran dudak veya silaha dönüşerek organik bünyemizi değiştirmeye başlıyor.
Andy Warhol’un “1980’lerin Otomatik Portakal’ı” olarak tanımladığı film seks, şiddet, medya ve teknolojinin kesiştiği bir yerde kehanette bulunuyor. VHS döneminin kolektif bilinçaltına girerken, bugünkü internet çağında ekranlarla kurduğumuz içli dışlı ilişkiyi, korku ve arzularımızı da bize göstermiş oluyor.
Kükrediler (Roar),1981
Yönetmen: Noel Marshall
Oyuncular: Tippi Hedren, Noel Marshall, Melanie Griffith
Başrolleri Hank rolündeki yönetmen Noel Marshall, eşi ve çocuklarının eğitimsiz vahşi hayvanlarla paylaştığı bu sıra dışı film hayvan ile insan bedeninin kurduğu karmaşık ilişkiyi perdeye taşıyor.
Tippi Hedren ve kızı Melanie Griffith’in de rol aldığı bu kült macera filminde panterler, aslanlar, jaguarlar, çitalar, leoparlar ve dev fillerden oluşan 150 vahşi hayvan olmasına rağmen, tek bir hayvan bile zarar görmemiş, ancak ekipten oyuncular dahil 70 kişi yaralanmış.
Vahşi doğada yaşayan Hank ve onu ziyarete gelen ailesinin iki gününü konu alan bu şaşırtıcı filmin çekimlerinin tamamlanması beş yıl, vizyona girmesi ise 11 yıl sürmüş. Filmde dublörler ve bilgisayar efektleri yok, oyuncuların peşindeki vahşi hayvanlar ise tüm gerçeklikleriyle karşımızda.
Sonsuz Çöl (Walkabout), 1971
Yönetmen: Nicolas Roeg
Oyuncular: Jenny Agutter, David Gulpilil, Luc Roeg
Kariyerine görüntü yönetmeni olarak başladıktan sonra yönetmen olarak devam eden Nicolas Roeg’un tek başına yönettiği ilk, görüntü yönetmenliğini yaptığı son film Sonsuz Çöl, şehirli insan ile doğayla bir arada yaşayan insan arasındaki çeşitli zıtlıklara dikkat çekerken sömürgeciliği beden üzerinden işliyor.
Babaları Avustralya’da çölün ortasında arabasını ateşe verdikten sonra intihar eden iki kardeşin aborijin bir genç adam tarafından kurtarılışını izliyoruz. Sonsuz Çöl, Avustralya’nın uçsuz bucaksız vahşi doğasının fonunda, Roeg’un şiirsel anlatımıyla bezenmiş, tarifi güç bir sinema deneyimi yaşatıyor.