Kimin gerçeği? Hangimizin gerçeğine kim karar veriyor?

Murathan Mungan’ın “Yedi Kapılı Kırk Oda” adlı kitabında; ” Herkesin, gerçeğin kendisine yetecek kadarıyla ilgilendiği bir dünyada, gerçek ne işe yarar ki? ” diye soruyor.

Kimin gerçeği? Hangimizin gerçeğine kim karar veriyor?

Ve beni alıyor bir düşünce.

İnsanoğlu varlığından bu yana gerçeğin peşinde. Belki de gerçek göreceli olduğu için kimse yakalayamıyor onu. Tam tuttum derken başka biri başka bir gerçekle çıkıyor ortaya. Zaten bu arayış biterse yaşamın anlamı da kalmıyor, o ayrı.


Hangimizin gerçeğine kim karar veriyor?

Dünyada bu kadar çok insan varken ve her birimiz bu kadar eşsiz ve benzersiz yaratılmışken hangimizin gerçekten aşık olduğuna, hangimizin gerçek acıyı yaşadığına ya da hangimizin gerçekten mutlu veya mutsuz olduğuna kim karar veriyor?

Paulo Coelho demiş; “Dünyanın bütün dağlarında, ormanlarında tek bir yaprağı bile başkasının tıpkısı olarak yaratmamıştır Tanrı. Oysa siz farklı olmayı delilik sayıyorsunuz” diye. Gerçeklerimiz de farklı olamaz mı? Böyle düşününce asıl imkansız olan, tek bir gerçeğin olması.

Her bir yaşımızın bile ayrı bir hikayesi, ayrı bir gerçeği var. ” Düne geri dönemem, o zaman farklı bir insandım. ” diyor Alice, harikalar diyarındayken bile.

Mesela uçan bir balonunuz olsaydı, ona binip dünya üzerinde 10 iyilikte bulunma hakkınız olsaydı, her birimizin yapacağı iyilikler farklı olurdu. Her birimiz kendi gerçekliklerimiz doğrultusunda iyilikler yapardık. Ama bu 10 iyiliği de değiştirmezdi.

Mesela bir kelebeğin kanatlarını renklendirmemiz istense her birimiz farklı şekilde renklendirirdik. Ama bu kelebeği kuşa döndürüp değiştirmezdi. İstiyorum ki kelebeğime renk verirken ” o maviyi orada oldurtmazlar şimdi bana ” demeyeyim.


Çünkü insanlar genellikle seni özne yapıp, kendilerinden bahsederler.

O maviyi orada oldurtmazlar, çünkü daha önce onun turuncusuna laf edilmiştir. Halbuki “en az benim turuncum kadar oldu o mavi orada” demek varken!

Ben elimden geldiğince baykuş bakış açısıyla bakmaya çalışıyorum hayata. Olabildiğince döndürüyorum kafamı diğer renkleri de görebilmek için.

Onun en büyük acısı, kedisinin ölmesidir. Benim en büyük mutluluğum dondurmadır diyorum.

O aşık olunca durulur, ben aşık olunca uçarım diyorum. Onun aşkı başka, benimki bambaşkadır diyorum.

Sonra mavi ve turuncuyu karıştırıp kelebeğini boyayana da “ne iyi ettin!” diyorum.


Kendi gerçeğimizde kör olmadan baykuş gibi gözlerimizi açacağımız bir gelecek diliyorum.

Yoko Ono’nun tavsiyesi: Durabilmek meselesi