Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda yaşanan nobranlık eminim çoğunuzu hayretler içinde bırakmıştır. Bu tavra hiç şaşırmayınız. 39 yıl önce bu ülkenin yaşadığı bir başka olay bugünkü galiz, hödük ve kaba tavrın ipuçlarını vermektedir. Yani anlayacağınız, avcı toplayıcılık döneminde kalmış bu kabile devleti 39 yıl önce de böyleydi, korkarım 39 yıl sonra da hala böyle kalacak.
Tüm İslam alemi 20 Kasım 1979 sabahına büyük bir şokla uyandı. O sabah Kabe, Suudi rejimine muhalif 500 kişilik bir terörist grup tarafından basılmıştı. Liderleri Cuheyman ibn Muhammed ibn Seyf el Oteybi idi. Bu İspanyol asilzadelerine rahmet okutan isim, bedevi kabilesine mensup eski bir askerdi. Aşağıda resmi bulunan bu “nur yüzlü” arkadaş, olaydan bir yıl önce de yönetim aleyhine gösteri düzenlemiş ancak sorgulanmasının ardından “zararsız” olduğu kanaatine varılarak serbest bırakılmıştı.
Soğuk geçen bir çöl gecesinin sabahına uyanmış olan Mekke halkı için bu baskın büyük bir sürpriz oldu. Kabe’nin kapıları kapatıldı, namaz kılanlar rehin alındı, aylar öncesinden dehlizlere saklanan silah ve teçhizatlar ortalığa çıkarıldı. Sonradan bunların saklanmasında Kabe’nin inşaatını yapan Bin Ladin ailesinin rolü olduğu ileri sürüldü. Oteybi, yanındaki kayınbiraderini mehdi olarak tanıttı ve ona biat edilmesini istedi.
Baskın yapanların talepleri; yabancı firmalarla iş yapan Suudi hanedanının üyelerinin yargılanması, dini esaslara dayalı devlet anlayışının tesisi, petrol üretiminin azaltılması, ülkedeki yabancı üslerin kapatılması, kültürel yozlaşmayı engellemek için batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesiydi.
İlk müdahaleyi baskının altıncı günü Suudiler yaptı. İlk ateşi yer yemez de bu işin kendilerinin harcı olmadığını anladılar. Bu sefer, ne de olsa Müslümandır diyerek Pakistan’dan yardım istediler. Pakistanlılar da gelip şöyle bir bakar bakmaz pabucun pahalı olduğunu hemen anladı ve bizi bu işe karıştırmayın deyip gittiler.
Müslümanlardan ümidi kesen Suudiler bu kez Hristiyan dünyasından arayışa gidiler ve Fransızları buldular. Ancak küçük bir pürüz vardı. Mekke’ye gayrimüslimlerin girmesi dinen yasaktı. Bu yasak hülle yoluyla aşıldı ve Fransız askerleri Mekke’ye varmadan, daha henüz havadayken kelime-i şehadet getirerek “Müslüman” yapıldı.
Uçağa Hristiyan binip Müslüman inen Fransızlar Kabe’ye gelir gelmez, Suudi yönetiminin zeka düzeyinin insan yaşamının değerini kavrayacak boyutta olmadığını hemen gördüler. Doğal olarak da kendileri açısından hiçbir risk içermeyen “harika” bir planı öneri olarak sundular… Dehlizleri gazla doldurmak!.. Suudi yönetimi bu eşsiz planın üstüne balıklama atladı ve hatta “Yahu biz bunu daha önce nasıl düşünemedik?” bile dediler.
Gaza gelen yönetim, bastı dehlizlere sarin gazını. Sarinin ulaşamadığı yerlerdeki insanların sağ kalma ihtimaline karşılık da dehlizlere önce şebeke suyunu pompalayıp ardından da elektriği verdiler. Artık geriye, ya sarinden zehirlenmiş yada cereyana kapılıp ölmüş bedenleri toplamak kalmıştı. İşgal eylemi 4 Aralık’ta, çoğu rehine 250 kişinin ölümü ile son buldu. Fransa’da bırakın uygulayıcısına, bunu düşünene bile ağır bedeller ödettirilecek böyle bir operasyon planı, Suudi Arabistan’da hiçbir soruna yol açmadan tereyağından kıl çeker gibi tamamlanmış oldu.
Liderleri Oteybi ile birlikte birkaç adamı sağ olarak ele geçirildi. Yakalananlar, verilen fetva ile önce kolları, sonra bacakları kesilerek adeta dilim dilim doğrandılar. İdam mahkumlarının canhıraş çığlıklarının şehrin en kenar mahallerinden bile duyulduğu söylenir.
Gelelim günümüze… İstanbul savcılığı Kaşıkçı cinayetiyle ilgili şu açıklamayı yaptı: “Kaşıkçı boğuldu, cesedi parçalanarak yok edildi.” Bu kabile devletinin dilim dilim adam doğrama adetinde gram değişiklik olmamış.