Yazar, yönetmen, oyuncu ve hiciv ustası Müfit Can Saçıntı “Lafını Esirgemeyenler” isimli tek kişilik gösterisiyle Türkiye’yi ve Avrupa’yı dolaşıyor. Çocuklar Duymasın dizisinde yarattığı karakterin lakabı “Mandıra Filozofu” ismiyle de tanıdığımız sanatçıyla Almanya turnesi sırasında konuştuk.
Lafını Esirgemeyen
Müfit Can Saçıntı üç sezondur sahnelediği tek kişilik gösterisi “Lafını Esirgemeyenler” ile tarihe geçmiş kişilerin, güncelliğini hala koruyan ve kulağımıza küpe olacak sözlerini kendine has yorumuyla seyirciye aktarıyor. Tiyatradon ziyade bir meddah üslubuyla sunduğu gösterisine her gittiği şehirde o bölgeki yaşanmışlıkları da ekleyen sanatçı, seyircilerin bir kısmını gösterisine dahil ederek interaktif bir oyun sunuyor.
Gösterilerinin başında ise, yedi ay önce sendikalı oldukları için usulsüzce işten çıkartılan Flormar işçilerinin direnişinden kareler gösteren oyuncu, her gösterinin sonunda da seyircisiyle beraber Flormar işçilerine destek mesajı gönderiyor.
Mandıra Filozofu
Çocuklar Duymasın, Seksenler ve Doksanlar gibi TV dizileriyle yönetmen, senarist ve oyuncu olarak zaten hayatımıza girmişti. Ama biz O’nu ancak Çocuklar Duymasın dizisinde hayat verdiği Mandıra Filozofu tiplemesiyle tanıdık. Bu karakter sanatçıyla o kadar özdeşleşti ve verdiği mesajlar o kadar benimsendi ki, Müfit Can Saçıntı zamanla gerçekten bir bilir kişi ve filozof olarak da tanınmaya başladı. Gerçekten akademisyen bir felsefeci olmasa da, hayata ve politikaya bakış açısı ve bu bakış açısını en samimi şekilde aktarma becerisiyle günümüz modern insanının unuttuğu insani değerleri ve erdemleri hatırlatıyor bize Müfit Can Saçıntı.
Müfit Can Saçıntı bir süredir DİDF’in (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu) düzenlediği Almanya turnesi nedeniyle bir ayağı Almanya’da yaşıyor. Turnesinin Kassel ayağında kendisiyle kısa bir söyleşi yaptık:
Röportaj: Müfit Can Saçınıtı
Kısa bir zaman öncesine kadar çok uzun soluklu, popüler bir televizyon dizisi vardı: Çocuklar Duymasın. Siz bu dizinin senaristlerinden biriydiniz. Sizce o dizinin başarısının sebebi neydi?
Müfit Can Saçıntı: Televizyon dizilerinin hiçbiri gerçekçi değil. Çoğu ülke gerçekliğinden kopuk, kahramanlarının doğru düzgün bir mesleği yok, aşklar, entrikalar vs… Bir rüya alemini anlatıyorlar sanki. “Bir komedi dizisi daha gerçekçi” demek kulağa tuhaf geliyor ama, Çocuklar Duymasın’ın işlediği konulara ve kahramanlarına baktığımızda çok doğal ve bizden olduklarını görürüz. Sıradan insanların günlük hikayeleriyle bir yakınlık kurdu izleyici. Bazen o zamana kadar konuşulmayan bir konu dizide dile getirilince, dizinin hislerine tercuman olduğunu hissetti. Ben buna bağlıyorum o başarıyı.
Sonra o diziye Mustafa Ali diye bir karakter girdi ve çok sevildi. Bu karakterin diziye dahil edilmesi nasıl oldu?
Müfit Can Saçıntı: O diziyi dönüşümlü olarak üç kiş yazıyorduk: Rahmetli Metin Açıkgöz, Caner Güler ve ben. Birol Güven de projenin babası olarak editörlük yapıyordu. Birol Egeli dünürlerin entellektüel oğlu olarak yeni bir karakter sokmak istedi. Sinemacı olması düşünülmüştü önce. Sonra kim olsun diye araştırılırken benim oynamama karar verildi. Ben oynayınca da felsefeci olsun bu karakter dendi. Dizi olduğu için yavaş yavaş çıktı karakter ortaya.
Kültür çatışmasından bir komedi çıkartmak istiyorduk. Ölen senarist arkadaşımız Metin’in daha önce yazdığı bir dizide “Natürel Metin” diye bir karakter varmış, doğadan örnekler veriyormuş. Bu karakterden bazı özellikler eklendi Mustafa Ali’ye.
Biz bu karakteri iki bölüm düşünmüştük, sevilince devam etti. Sonra ben dedim ki; “devam edecekse hep doğadan mı örnekler verecek, her bölüm başka birşeye karşı olsun, o konuya başka bir açıdan bakmayı göstersin”. Yavaş yavaş gelişerek şekillendi bu karakter ve 103 bölüm oynadı dizide.
Mustafa Ali karakteri sizden esinlenildi diyebilir miyiz?
Müfit Can Saçıntı: Gençken tiyatro yaptım ama o zaman kadar genelde senaristlik, arada da yönetmenlik yapan biriydim. Oyuncu değildim yani. Bana çok uzak bir karakteri canlandıramam. Sonralardan da arkadaşlar “kendi sahneni kendin yaz” dediler, ben de karakterin konuşmalarını kendime yakın şekilde yazdım.
Peki hayat tarzı olarak benziyor musunuz Mustafa Ali’ye?
Müfit Can Saçıntı: Malesef, hayır. Ama pek çok kişinin olduğu gibi, öyle bir hayat benim de hayalim. Çünkü Mandıra Filozofu olmak da para istiyor bu sistemde. Kendime o şekilde yaşayacak bir arazi alacak bütçem yok şu anda.
Siz gerçek isminizden ziyade Mandıra Filozofu olarak tanınıyorsunuz artık. Nasıl bu kadar özdeşleşti bu karakter sizinle. Ben açıkçası sizi gerçek bir karakter zannetmiş, öyle olmadığını farkedince şaşırmıştım.
Müfit Can Saçıntı: O karakterde kendime yakın fikirleri kendimce ifade ettiğim için yakıştırılıyor bu sanırım. Kemal Sunal da bir çok filimde oynadı ama Şaban olarak akıllarda kaldı.
Peki size neden filozof diyorlar?
Müfit Can Saçıntı: İltifat ediyorlar, gerçek değil tabii ki. Bence her çocuk filozof doğuyor, sonra sistem ve aileler tarafından çocuğun filozof yanı törpüleniyor. Çocuk sürekli sorular soruyor; sürekli sorgulama halinde yani. Kötü değerlere, mülkiyet duygusuna sahip değil. Ben her insanın felsefi bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Felsefeyi belli bir kesimin sahip olduğu, halktan kopuk bir meziyet olarak görmüyorum yani.
Tabii kimisi hayatı sorgulama işini daha profesyonel anlamda yapıyor, kimisi de bizim gibi amatörce yapıyor. Ama bu işi amatörce yapmak bana daha anlamlı geliyor.
Hem size, hem Mandıra Filozofu’na ortak soruyorum: Herşeye karşısınız ama anarşist de değilsiniz. Nasıl oluyor bu?
Müfit Can Saçıntı: Anarşizim henüz yaşanmamış ileri bir hedef. Yaşım elliye geldi. Bu sistemin içinde ne yapabilirizin peşindeyim ben. Geleceğe yönelik hayalleri gençlere bırakıp, bu zamanda bu sistemin içindeki çarpıklıklar nasıl düzeltilebilir diye düşünüyorum. Kendimi “anarşist” diye etiketlemeyebilirim ama en umulmadık kişilerde olduğu gibi anarşizan taraflarım vardır. Bu arada “Anarşistim, Sosyalistim” demek de bir iddia gibi geliyor bana. Bunun altını doldurmak lazım.
Ben tavrınızı kastetmiştim. Herşeye karşısınız ama kimseyi eleştirmiyor, olumsuz söylemlerde bulunmuyorsunuz.
Müfit Can Saçıntı: Bence hem Türkiye’deki hem dünyadaki sorunların sebebinde herkes hemfikir. Mesela bir çarpıklığa işaret ettiğinde her kesimden taraftar bulabiliyorsun. Sadece “çözüm ne olsun” dediğimizde tartışmalar, kavgalar başlıyor. Mandıra Filozofu’nun hayatı bir öneri değil aslında. Orda ben bir sorunu gösteriyorum. Herkes o şekilde yaşasın gibi bir söylem yok orda. Zaten Mustafa Ali pasifist bir adam: Mücadeleyi seçmemiş, bireysel bir tavır koyup gitmiş oraya yerleşmiş. Bir lider, bir kahraman değil.
Peki; her şeye karşısınız ama politik de değilsiniz. Bu nasıl oluyor?
Müfit Can Saçıntı: Politikadan ne anladığınıza bağlı bu. “Karşıyım” ya da “Kapitalizim yıkılsın!” demekten daha büyük bir politika yok. Güncel politika gerçek politika değil. Ben filmlerde de televizyon programlarında da açık açık söylüyorum: “Kapitalizmin beyin ölümü gerçekleşti, bunu gömün, kokuyor” diyorum. Bence sanatıyla bu kadar büyük politika yapan pek kimse yok. Ben yaptığım filmlerin ya da karakterlerimin diğerlerinden çok daha fazla politik olduğunu düşünüyorum açıkçası.
Eskaza politikacı ya da milletvekili olsaydınız, nasıl önergeler sunardınız?
Müfit Can Saçıntı: Politikacı olmazdım. Türkiye’de milletvekilleri çok pasifize durumdalar. Kürsü dokunulmazlığı kalktı, artık özgürce de konuşamıyorlar. Bence sinemacıların, sanatçıların söz alanı milletvekillerininkinden daha büyük. Politikacı olmak istemezdim.
Peki politikacılara ne tavsiye ederdiniz?
Müfit Can Saçıntı: Öncelikle kendi partileri içindeki demokrasiyi geliştirsinler, delege sistemlerini düzeltsinler. Kendi partilerine demokrasi getirirlerse, belki peşinden Türkiye’ye de sirayet eder.
İki tane kelimem var. Sizin bunları nasıl tarif ettiğinizi, size ne anlama geldiklerini öğrenmek istiyorum. Birincisi; “para”.
Müfit Can Saçıntı: Borcu ve kelepçeyi çağrıştırıyor bu kelime bana. İnsanın esaretinin sebebi, özgürlüğünü kısıtlayan en büyük şey.
Toprak?
Müfit Can Saçıntı: Doğamız. Kelimeyi duyunca bile insanın içine bir rahatlama geliyor. Çağrıştırdığı şeyler hep güzel. Paranın çağrıştırdığı güzel bir şey yok gibi neredeyse bu sistemde. Ama toprağın adını duymak bile rahatlatıyor.
16 yaşında bir kızınız var. Nasıl bir babasınız?
Müfit Can Saçıntı: Çocuğumu olabildiğince özgür yetiştirmeye çalışıyorum. Kendi doğasına ve karakterine uygun ortamı yaratıp, onun dışında müdahale etmemeye çalışıyorum. Herkesin bir hayatı var. Kendi kızım bile olsa, benim değil onun hayatı. Kendi istediği gibi yaşamasını sağlamaya çalışıyorum. Ne dünya görüşü, ne dinler, ne inançlar konusunda hiç bir müdahalede bulunmuyorum. Buna rağmen bizi yıkıp geçiyor.
“Yaşamak güzel şey” filmindeki ana karakter sizdiniz sanırım. Kullanılan isimlerden öyle anlaşılıyor. Müfit karakteri filmin sonunda öldü ve siz bir nevi kendi cenaze sahnenizi çektiniz. Nasıl bir duyguydu bu?
Müfit Can Saçıntı: Ben Kanal D’ye film daha çekilmeden ön satışını yapmıştım. Yani parasını önceden aldık, üzerine önceki filmlerin getirisini ekleyip çektik. Ve battık.
Kanal yöneticileri “öldürme, sonu mutlu bitsin” demişlerdi. Ama o zaman filmin hiç bir anlamı kalmazdı. Çünkü hayatınıza anlam katan şey; ölümün varlığı. Hayat anlamlı çünkü ölüm var. O filme anlamını katan da ölümdü. Ölüm olmasaydı hayat diye bir kavram da olmayacaktı. Yaşadığımız şeyi değerli bulmayacaktık belki de. Hayata anlam katan da, hayatı anlamsız hale getiren de ölümün varlığı.
Dediğim gibi; ölüm hayatın değerini anlamama yol açıyor. Ölümü de yaşamış oldum işte; gayet doğal. Gerçekten karşılaştığımda bu sakinliği gösterir miyim bilmiyorum ama, ölümü doğal birşey olarak görüyorum.
Senaraistlik, yönetmenlik, tiyatro ve sinema oyunculuğu… En çok hangi işi yapmayı seviyorsunuz?
Müfit Can Saçıntı: Yazarlık ömür törpüsü. Sıfırdan boş kağıtları doldurmak zorundasın. Uzaktan keyifli ve basit birşeymiş gibi görünüyor ama bu saydığın işler içinde en yıpratıcı olanı yazarlık. Tabii finali istediğin gibi çıkartabilmişsen tatmin edici bir şey, o ayrı. Lafta çok önemliymiş gibi gösterilse de aslında Türkiye’de yazarlık hiç takdir ve değer gören bir iş olmadı.
Oyunculuk keyifli benim için. Ben kendimi oyuncu gibi görmediğim için çok kasmıyorum, kendimi yıpratmıyorum. Çünkü sadece kendime yakın gördüğüm karakterleri oynuyorum. Ben oyunculuktan bir çocuğun evcilik oynarken aldığı keyfi alıyorum.
En tatmin edici olanı hangisi dersen; yönetmenlik. Bir de “Lafını Esirgemeyenler” gibi gösterilerle sahneye çıkmayı seviyorum. Ya böyle bir gösteriyle ya da yönetmenlik yaparak devam etmek isterim. Yazarlık ya da oyunculuğu tercih etmem. Hele hele dizi oyunculuğunu mecbur kalmadıkça yapmam.
En son Babamın Ceketi filmini yaptınız. Nasıl tepkiler aldınız bu filme?
Müfit Can Saçıntı: Babamın Ceketi oynadı ve bitti. Açıkçası bizi hayal kırıklığına uğtrattı. Seyirci sayısı çok düşüktü.
Mandıra Filozofu 3’ü çekmeği düşünüyor musunuz?
Müfit Can Saçıntı: Hayır ama aynı türden filmler çekmeyi düşünüyorum. Mandıra Filozofu bir film kahramanıydı. Başka film kahramanlarıyla gene sistemi eleştiren, güldürürken düşündüren filmler çekmeye devam etmek istiyorum.
Genelde insanlar hep bir şeylerden şikayet ediyor. Sizce insanoğlunun en büyük sorunu ne?
Müfit Can Saçıntı: İnsanlık tarihine de bakınca da görüyoruz ki; insanların sorunlarının en büyük sebebi “mülkiyet” kavramı. Sorunlar ve savaşlar mülkiyet kavramını ortaya çıkmasıyla başlamış. Savaşın olmadığı tek dönem, mülkiyetin olmadığı, avcı/toplayıcı dediğimiz komünal toplumun süregeldiği dönem. Mülkiyet duygusu yok, kabileler halinde kolektif bir yaşam var o zaman. Savaşın, kavganın olmadığı tek dönem bu. Şu anda hala süren sorunlar da mülkiyetle ilgili. Sanki bütün sorunların atomu gibi mülkiyet.
Mülkiyeti kaldıramayacağımıza göre, çözüm ne olabilir?
Müfit Can Saçıntı: Tam olarak kaç yıl olduğunu şu an bilimeyorum ama mülkiyetin olmadığı dönem oldukça uzun bir süreç. Mülkiyet kavramı yeni sayılır. Onca yıldır mülkiyet kavramı olmadan yaşamış insanoğlu. Para icad edileli topu topu 2000 küsür yıl olmuş. Ben 70’li yıllarada köylerde gördüm, takas sistemi hala devam ediyordu. Sadece önyargılarımız var bizim. İçine doğduğumuz dünyanın kurallarını, sanki doğanın kurallarıymış gibi, değişmez sanıyoruz. Halbuki kendi icad ettiğimiz kurallar bunlar. İnsanoğlu bunu icad ettiği gibi yıkabilir de.
Doğru; mülkiyeti, parayı ortadan kaldıramayız. 80 miyonluk bir ülke, ya da 17 milyonluk İstanbul’u nasıl bir anda değiştirip, para ve mülkiyet olmadan idare edebiliriz?
Bizi bir arada yaşamaya zorlayan şey Sanayi Devrimi idi. Fabrikalar şehirlerde olduğu için, doluştuk şehirlere ve bir takım organizasyon sorunları gelişti, mülkiyetle ve parayla da ilgili. Şimdi Endüstri 4.0 dedikleri projeyle birlikte insanlar artık bu kadar kalabalık yaşamak zorunluluğundan kurtulabilirler. Tekrar doğaya döneceğiz, tekrar kabileler halinde yaşayacağız belki de. Eskiden din ve mezhep birliğine göre köyler oluşturulmuş, belki gelecekte aynı fikirde olanlar köyler kurup bir arada yaşayacak.
Teşekkür ederim Müfit Bey.
Müfit Can Saçıntı: Ben teşekkür edrim.