Beklenen İstanbul depremi: Depreme kaderci yaklaşım

Ortada deprem yok, beklenenin üzerinde yağmur yok, yakınında kazılan bina yok. Bir bina kendi kendine çöküyor! Depreme kaderci yaklaşım: Beklenen İstanbul depremi…

Depreme kaderci yaklaşım: Beklenen İstanbul depremi

  • 27 Aralık 1939 Büyük Erzincan Depremi: 

Yaklaşık 33.000 ölüm, yaklaşık 100.000 yaralı ve yaklaşık 116.000 yıkılan bina,

  • 26 Kasım 1943 Ladik Depremi

Yaklaşık 2.300 ölüm, yaklaşık 5.000 yaralı ve toplam binalardan yaklaşık %75 yıkılan bina,


  • 19 Ağustos 1966 Varto Depremi

Yaklaşık 2.400 ölüm, yaklaşık 1.500 yaralı,

  • 24 Kasım 1976 Muradiye

Yaklaşık 4.000 ölüm, yaklaşık 500 yaralı ve yaklaşık 10.000 yıkılan bina,

Yukarıda bahsi geçen depremler “milat” olarak kabul edilen 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden önce olan ve ciddi zararlar gördüğümüz depremler. 17 Ağustos milattı bu ülke için. En azından öyle olmalıydı. 17 Ağustos’tan evvelki duruma baktığımızda, adı sanı duyulmayan yer bilimcilerin, sismologların dışında herkesin genel algısı büyük depremler kırsalda olur idi.

17 Ağustos 1999

Hiç kimsenin aklında 17 Ağustos gibi bir senaryo yoktu. Ama bir gece uykumuzdan uyandık 45 saniye sallanarak. 45 saniyenin sonunda resmi bilgilere göre 18.373 kişi bir daha uyanamadı. 23.781 kişi yaralandı, 505 kişi sakat kaldı, 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. Depremde sadece Kocaeli değil tüm Marmara etkilenirken, deprem Ankara’dan İzmir’e kadar geniş bir bölgede hissedildi.

Peki farkı neydi 17 Ağustos’un?

Ölen insanların, yıkılan evlerin yanı sıra başka bir yıkım daha vardı: Ekonomi! Marmara Bölgesi, sanayinin, endüstrinin ana bölgesi, ithalat-ihracat geçişlerinin ana koordinasyon noktası ve buna bağlı depremle beraber kimi zaman tamamen duran kimi zaman ciddi sekteye uğrayan bir ekonomi. Yedi bölgeli Türkiye’de neredeyse altı bölgeyi besleyen Marmara 45 saniyede sekteye uğrarsa varın ekonomiyi de geleceği de siz düşünün?

12 Kasım 1999 Düzce Depremi

17 Ağustos’un etkileri daha üzerinden atamayan Marmara, bu kez de 12 Kasım 1999’da Düzce’de 7.1 büyüklüğüyle 30 saniye sallandı. 30 saniyenin bilançosu; 710 kişi yaşamını yitirdi, 2679 kişi yaralandı, binlerce kişi evsiz kaldı. Artık anlaşılmıştı deprem denilen şey sadece kırsalda olmuyordu. Binalar kötüydü, zemin bilgisi yoktu. Binaların yenilenmesi gerekiyordu.

Kentsel Dönüşüm Süreci

2002 yılında ilk olarak düğmeye basıldığında, 7 milyon binanın incelemeden geçeceğinden bahsedildi. Kamu binaları yenilendi, birçoğu yıkıldı. Kentsel dönüşümde mal sahibinin rızası ön planda tutulacak, öncelik ise en riskli yerler olacak denildi. Sonra gördük ki gözde semtler hatta gözde semtlerin gözde caddeleri şantiye alanına dönerken kaçak göçek yapıların olduğu yere selam veren dahi çıkmadı.

İş döndü dolaştı müteahhidin kârı, mal sahibinin alacağı kat sayısına takıldı kaldı. Kimi bölgelerde “aman bina yenilensin yeter” mantığıyla zaten sıkıntılı olan zeminler hiç önemsenmeden bir değil 2 kat verelim denilerek, kat sayıları artırıldı. Fazla kazanma hırsı gün geçtikçe yapı stoğunu artırdı.


İmar Affı Dönemi

Kaçakla mücadele yerini “İmar Affına” ya da diğer ismiyle “İmar Barışı”na bıraktı. Başvuran binalarda ki beton sınıfı C15’in altındaysa direkt yıkılacak denildi. Sadece beton sınıfına göre binaların yasallaşmasının önü açıldı. Şimdi bu fotoğraflara iyi bakın:

beklenen istanbul depremi

istanbul depremi

Bakın bu binaların da ölçülseydi beton sınıfları yüksek çıkabilirdi. Ama biri toprağın altına gömüldü, diğeri olduğu gibi yan yattı. Önümüzde deprem için laboratuvar niteliğinde bir 17 Ağustos varken hâlâ işin betondan, demirden ibaret olduğunu düşünmek ne kadar akla yatkındır?

Bunlar var olan yapılarla ilgili olanlar ya yeni yapılanlar?

Onlardaki tehlikeyi ne yapacağız? Hâlâ depremden depreme hatırlanırken yer bilimciler, hâlâ prosedür olarak görülürken zemin etüt çalışmaları, kamuda yeterli eleman olmadığı için çoğu yerde hâlâ yerinde kontrol yapılmazken yeni binalar gerçekten sağlıklı mı?

Binalar depreme dayanırdı dayanmazdı derken, tehlikenin boyutunu anlayabilmek adına bu iki olayı iyi okumak gerek? Depremsiz yıkılan iki örnek. İlki Sütlüce’den:

Hatırladınız değil mi? Beklenilenin üstünde(?) yağan yağmur sebebiyle dayanamayan istinat duvarı(!) ile beraber kayan toprak ve yıkılan yapı. İlk açıklama binanın kaçak olduğu. Peki yetiştirselerdi imar barışından faydalanabilir miydi?

Mühendisler günlerce durumun vahameti üzerine konuştu. Yeni yapılan inşaatın güvenlik önlemleri almadığından tutun da, zemin etütlerinin ne kadar önemli olduğuna; imar affının felakete yol açabileceğine kadar ama malesef bir ilerleme olmadı. Bu fotoğraflar ise hâlâ canhıraş enkazı kaldırılmaya çalışan Kartal’dan:

İlk fotoğraf binanın yıkılmadan önceki hali, alttaki ise yıkıldıktan sonraki hali. Şu ana kadar yapılan açıklamalara göre 17 kişi öldü. Ortada deprem yok, beklenenin üzerinde(?) yağan yağmur yok, yakınında kazılan bina yok ve bir bina kendi kendine çöküyor!

Bu arada imar affına başvuruda da bulunulmuş bir bina! Şimdi üstteki fotoğrafa iyice bakın, bakınca anlaşılıyor mu çöküp çökmeyeceği? Bakınca ne dandik bina der misiniz? Demezsiniz ama 3 gündür enkazı kaldırılmaya çalışılıyor. En son kurtarılan 16 kişiden bahsediliyordu ve bugün hâlâ tek bir binanın göçüğü kaldırılmaya çalışılıyor!

Beklenen İstanbul Depremi

Tek bir bina. Deprem yok, afet yok peki o beklenen İstanbul depremi? O zaman kaç bina yıkılacak? Kaç ekip olacak? Kaç yol açık kalacak? Peki biz “Beklenen İstanbul Depremi”ni binalar tek tek yıkılana kadar bekleyecek miyiz?


Oysa çözüm basit, tek çıkış yolumuz var o da: BİLİM. UNUTMAYALIM Kİ; DEPREM DOĞAL OLAYDIR VE BİR YERDE DEPREM AFETE DÖNÜŞÜYORSA ORADA BİLİMİN IŞIĞI AZALMIŞTIR!

Kartal’da çöken bina için yıkım kararı yok, imar barışı var!


Elif Aver
Elif Aver; 1987 yılında İstanbul'da doğdu. Cumhuriyet Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği bölümünden 2010 yılında mezun oldu. Özel sektörde mesleğini yapmakta, ayrıca TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi yönetim kurulu üyesi. Yazmak, çizmek ve okumak çocukluğundan beri en büyük tutkusu. Ondan sebep söz yitene kalem bitene kadar yazanlardan.