Kapitalist düzenin iki yanılgısı

Başlarken belirtelim ki, bu yazının amacı çoğu zaman içi boş ve yetersiz kalan “kapitalist sistemin oyunları” konulu konuşma ve tenkitlerin aksine, tutarlı bir eleştiri yapmaktır.

Kapitalist sistemin iki yanılgısı
Kapitalist sistemin iki yanılgısı

Bu nedenle ilk olarak; liberal ekonominin, diğer adıyla kapitalist ekolün öne sürdüğü görüşü özetlemek gerekir:

Kapitalist anlayış, piyasaya herhangi bir nedenle devletin müdahale etmesine şiddetle karşıdır. Her tür girişim ve her girişimci, gerek ülke içi ticarette ve gerekse uluslararası ithalat ve ihracat faaliyetlerinde tümüyle serbest bırakılmalıdır. Böylelikle, bireysel kâr ve menfaati için çalışan birçok girişimci doğacak ve bu girişimciler bireysel kârları için uğraşırken fark etmeden bile olsa toplumsal bir kar, toplumsal bir kalkınma gerçekleşecektir.


adam smith kapitalizmin kuramcısı
Kapitalist öğretinin kuramcısı: Adam Smith.

Liberal ekonomide, arz-talep dengesi de kendiliğinden doğal bir dengeye sahip olacaktır. Girişimci, ancak “talep” olan mal ve metaları üretip “arz” ederek, doğal bir arz-talep dengesi yaratmış olacaktır. Devlet, hiçbir ekonomik-iktisadi alana müdahale etmeyip, adeta bir “saha dışı oyuncu” olarak kalacak ve giderek her tür sektörden (adalet ve güvenlik dışında) elini eteğini çekecektir.

Türkiye, 24 Ocak 1980‘den itibaren, yukarıda çok kısaca ve oldukça romantik-ütopyal bir biçimde özetlediğimiz kapitalist anlayışa emanet edilmiş; daha doğrusu edilmeye çalışılmış, bu bile tam olarak becerilememiştir.

Yukarıda yazılı olanlar “evdeki hesap” olarak nitelendirilecek olursa, gerçek yaşam “çarşıdaki hesap” olarak nitelendirilebilir. Şimdi, evdeki hesabın neden çarşıya uymadığını anlatmaya çalışalım.

Kapitalist ütopyanın işlemesi şu iki şeye bağlıdır:

  1. Gelir dağılımı kelimenin tam anlamıyla “adil” olmak zorundadır.
  2. Girişimciler arasında gerçek bir “serbest” rekabet olmalı, “tekelleşme” oluşmamalıdır.

Şimdi, bu iki başlık altında, kapitalist ekolün yanılgılarını inceleyebiliriz.

1) Gelir dağılımının kapitalist anlayışla adil olması olanaksızdır

Kapitalizmin ilk ve en büyük yanılgısı budur. Bilindiği gibi, toplumun her bir kesimi, birbirinden farklı gelir seviyelerine sahiptir. Bu nedenle, “talep” dediğimiz kavram aslında “satın alabilme gücü” ile doğrudan ilgili olan bir kavramdır. Kâr ve paradan başka bir şey düşünmeyen girişimci-üreticiler, satın alabilme gücü ile doğru orantılı olan “talebe” uygun üretim, yani “arz” yapmak zorundadırlar.

Unutulan şey şudur ki, “talep” daima gerçek ihtiyacı belirtmez. Çünkü “talep” satın alabilme gücü ile doğrudan bağlantılıdır. Bireysel kâr peşindeki üretici, tüketicilerin gerçek ihtiyaçlarına değil, sahip olduğu paraya ve para ile ilişkili olan talep gücüne göre “arz” yaparlar. Bu da, girişimcinin bireysel menfaat peşinde koşarken toplumsal fayda ve kalkınma sağlayacağına, yani üreticinin bireysel çıkarlarıyla toplumsal çıkarların paralel olduğuna dair kapitalist tezin çürümesi demektir. Kapitalizm, bireysel çıkar ile toplumsal çıkarı paralel sanarak, ilk büyük yanılgısına düşmektedir.

Gelir adaletsizliği, kapitalist anlayışın en temel sonuçlarından biridir. Kâr peşindeki güçlü üretici, zamanla güçsüz rakiplerini eler, tekelleşir ve tüm gelirin sahibi olur.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız “talep”, elbette sınırlı sayıdadır. Kapitalist üretici-burjuva-fabrikatörler, sınırlı sayıdaki bu talebi kapışmak için bir rekabete girerler. Bu rekabet sırasında devletin hiçbir müdahalesi kabul edilmez. O halde bu rekabet, güçlü olanın güçsüz karşısındaki adaletsiz bir savaşımından, sonucu belli bir maçtan ibaret olmayacak mıdır? Güçlü kapitalist, er ya da geç daha güçsüz olan rakibi yenerek, büyük kârın sahibi olmayacak mıdır? Bugün, saf kapitalizmin uygulandığı ülkelerde görüyoruz ki, bu rekabetin galipleri olan çok küçük bir azınlık, devasa bir zenginliğin içinde yüzerken, kalan kısım ise büyük yokluklarla savaşmaktadır.

Kolayca gözlemleyebileceğimiz gibi, bu sistem en zengin kişilerin en lüks isteklerini karşılarken, dar gelirli kimselerin en temel gereksinimlerini bile bazen karşılamaz. Bu, açık bir gelir adaletsizliğidir. Sebebi ise, gerçek kamusal ihtiyaca göre değil, “paraya göre” yapılabilen talebe göre üretim yapmak zorunda bırakan kapitalist anlayıştır. Çünkü kâr etmek isteyen kapitalist, paralı müşterisinin arzusunu yerine getirerek kâr edebilir. Bu durum da, yoksulun varsıl/zengin karşısında hep bir “eziklik” içerisinde kalmasına yol açar. Bu durumda, bireysel kârı için yoksulların gerçek ihtiyaçlarına cevap vermemeyi seçmek zorunda olan üreticilerin ulaşmaya çalıştıkları “menfaat” ile, gerçek toplumsal “menfaat” arasında bir çatışma olduğunun apaçık bir göstergesidir.

Kapitalist anlayışın temelinde, belirli bir kesimin zenginliğine, bir diğer kesimin oldukça sınırlı bir ücretle hizmet etmesi vardır. Bu anlayışın, yaşanmış örneklerle de sabit olduğu üzere, “gelir adaleti” sağlamayacağı kanıtlanmış olduğuna göre, yazımızın başında belirttiğimiz kapitalist düzenin sağlıklı işleyebilmesi için gerekli olan ilk koşul, sistemin kendisince olanaksızlaştırılmış olmaktadır.


2) Gerçek “serbest” rekabeti sağlamak olanaksızdır

Kapitalist anlayışın öne sürdüğü en önemli iddia, “girişimcilerin kâr için birbirleriyle rekabet ederken, toplumsal refahı ve ekonomik kalkınmayı sağlayacakları” iddiasıdır. Dikkatin çekilmesi gereken ilk nokta şudur ki, bu rekabet, bir tür “orman kaidesi” ile, yani “güçlü olan güçsüzü yok eder” anlayışıyla yapılmakta olduğundan bazen çok acı sonuçlar doğurabilmektedir. Zira, kâr etmek için yarışan girişimci, daha fazla paraya ulaşmak amacıyla olmadık yöntemlere başvurur. İşçiler daha az ücretle, daha fazla mesai yapmalıdır örneğin. Maliyet düşürülmeli, daima daha fazla kâr edilmelidir.

Kapitalizmin yanılgısı ise şuradadır: Kapitalizm, bu rekabetin hep aynı kalacağı, hiç bitmeyeceği varsayımına dayanır. Bu, başlı başına büyük bir yanılgıdır. Çünkü, güçlünün güçsüzle bir başına bırakıldığı bu anlayışta, güçlü olan güçsüzü bir gün mutlaka yenilgiye uğratarak rekabeti sonlandıracaktır. Bu da, yalnızca belirli sayıda, oldukça sınırlı bazı üreticilerin, piyasaya ve kârın tümüne sahip olması, yani “tekelleşmesi” sonucunu doğuracaktır.

Kapitalist anlayış, daima “büyük balık küçük balığı yutar” mentalitesine göre hareket eder. Bu anlayış, bir gün “serbest rekabeti” yok ederek tekelleşmeye, küçük bir azınlığın tüm zenginliği tekelinde tutmasına yol açar.

Çok basit bir gözlem yaparak bunu kanıtlayalım: Örneğin ülkemizde; simit satmanın, gazete dağıtmanın, pazarlarda sergi açmanın, terminalde hamallık yapmanın, mahallede yoğurt-yumurta satmanın ve hatta bir köşebaşında dilencilik yapmanın bile serbest rekabete bağlı olmadığını, tüm bu sektörlerin kendi içinde birer “tekel” barındırdığını gözlemleyebiliriz.

Dilenci, size kendi mıntıkasında dilencilik ettirmez. Simitçinin olduğu bir sokakta simit satmaya kalkarsanız, en azından okkalı bir küfür yemeyi göze almalısınız. Ya da, büyük bir giyim mağazasının yanı başına yeni bir giyim mağazası açacaksanız, iflas etmeye daima hazır olmalısınız.

Elbette, yukarıda sıkça tekrar ettiğimiz “tekel” kelimesinden anlaşılması gereken, “tek üretici” değil; “sektörüne egemen olmuş ve onun isteklerine göre hareket edilmesi zorunlu hale gelmiş egemen güç”tür. Aslında, “tekel” olarak vasıflandırdığımız kesim, toplumun en çok %1’ini oluşturan ve yoğurdun hep kaymağını yiyen bir azınlıktır. Her kapitalist toplumda, bu azınlığı oluşturan %1, geri kalan %99’un toplam gelirinden çok daha fazlasını kazanmakta ve tüketmektedir.

Serbest rekabetin de fiilen mümkün olmadığını yukarıda yazılanlarda kanıtladığımıza göre, kapitalist anlayış için “azınlığın için sefası çoğunluğun cefası” yakıştırmasını yapabiliriz. Elbette bu düzenin acısı, “gelişmiş” ülkelerde daha az hissedilir.

Zira bu ülkeler, geçmişte yaşanan acı deneyimlerinden esinlenerek “sosyal devlet” ilkesini yaşama tam olarak geçirebilmiş ve sistemin sancısını azaltmaya güç bulabilmiştir. Bu gücü, gelişmiş sanayilerine, ve elbette maddi olanaklarının bolluğuna borçlu oldukları söylenebilir. Peki, sancıyı azaltmak için maddi olanakları yerinde olmayan, örneğin işsizlerine işsizlik maaşı veremeyecek olan bir kapitalist ülke ne yapacaktır?

Sonuç

Kapitalizm, bireysel menfaatler ile toplumsal menfaatlerin, serbest bir rekabet ortamında paralel olacağı ve bu rekabet ile toplumsal kalkınmanın gerçekleşebileceği konusunda ciddi bir yanılgı içerisinde olduğu için, vaat ettiği toplumsal gönenç, kelimenin tam anlamıyla bir “ütopya” halini almaktadır. Çünkü, yukarıda da anlattığımız gibi, kapitalist ekolün yapısı, gelir adaletini sağlamayacağı için, iddia ettiği gibi doğal bir “arz-talep” dengesi doğmaz.

Yalnızca, satın alabilme gücü bulunanların “talep” hakkının  olduğu bir haksız düzen doğar. Ayrıca, çok basit gözlemlerle de olsa, serbest bir rekabet ortamının sağlanmasının da çok zor olduğunu, hatta “olanaksız” sayılabileceğini belirtmiştik. Bunun nedeni, rekabet ortamında ezelden beri “güçlü” olan üreticilerin tüm “güçsüzleri” yok ederek “tekel” haline gelmesi ve tüm kârı elinde toplamasıdır.

Kapitalist ütopya, ancak “gelir adaletinin” bulunduğu ve gerçekten “serbest” bir rekabet ortamında mümkün olabilir; fakat, sistemin kendisi buna olanak tanımadığından, vaat edilen dünya bir “ütopyadan” ibarettir.


Çare nedir o halde? Bu sorunun yanıtını, başka bir yazının konusu yapmak daha doğru olur. Fakat yine de en öz anlatımla, “özel girişime saygı duyan, kontrollü ve ulusal yararı güden, üretimi esas tutan sınırlı bir devlet müdahalesi” olduğunu düşündüğümü açıklıkla belirtebilirim.

Kapitalizm: Özgür kölelik


Eray Sezer
Özellikle “tarih” ve “hukuk” dalları benim için ayrı bir zevk ve heyecan noktası oluşturduğunu söyleyebilirim. Gerek “kötü niyetlilerin” ve gerekse “sosyal medya şövalyeliğinin” yol açtığı bilgi karmaşasını ortadan kaldırmak için verilen "haklı" mücadelede benim de tuzum olsun istedim. Bu nedenlerle, özellikle cumhuriyet tarihimiz konusunda toplumda baştan ayağa yanlış bilinen, ya da iftiralara maruz kalmış dallarda yazılar yazıp birçok kişiye erişmeyi kendime adet edindim. Bunun yanı sıra, "çivisi çıkmış" bir hukuk düzeni içerisinde, hukukun üstünlüğünü dile getirmeye çalışan naçiz bir kalem parçasıyım. Takip etmenizi dilerim.