Depremi afetten afete, depremlerin yıl dönümlerinde bir de eğer hatırlayanı varsa 1-7 Mart Deprem Haftası’nda hatırlıyoruz. Sanki her şeye hazırmışız gibi, bekliyoruz sadece…
Önlemler yetkililer tarafından alınmadıkça, değişik kurtuluş yollarına çıkıyoruz. Mesela deprem yatakları üretiyoruz. 17 Ağustos gece olduğu için, herkeste bir gece deprem beklentisi. Bunun için yapılan deprem yatakları kurtuluş gibi görünüyor.
Aslında o deprem yatağı bile yine yüzümüze vuruyor: Hiç birimiz güvenmiyoruz yaşadığımız binalara. Nasıl güvenelim ki yıl 2019, 99 depremi üzerinden 20 sene geçmiş ve biz kendi kendine çöken bina enkazlarını izliyoruz televizyonlardan.
İlk 72 saat
Afette ilk 72 saat ölüm-kalım arasında ki zaman diye nitelendirilir. Kişinin durumuna göre bu süreç bazen çok daha kısa bile olabiliyor. Şimdi tekrar günümüze dönersek Kartal’da çöken binadaki arama kurtarma çalışmaları 4 günde sonuçlandı. Oysa tek bir binaydı. Tüm yetkililer oradaydı ama 4 gün sürdü.
Peki beklenen o depremde kaç bina yıkılacak? Yıkılan kaç bina yolları kapatacak? Kaç yol çökecek? Kaç ekip hayatta kalıp başkalarını kurtaracak?
Oysa şu görüntüleri unutmasaydık belki bugün bu korkularımız olmayacaktı. Can Dündar’ın 17 Ağustos’la ilgili çektiği belgeselin bu bölümü belki de çaresizliği en iyi anlatan görüntü.
Depremde resmi kurumların, sivil toplum kuruluşlarının emeği de gayreti de yadsınamaz. Ama şöyle de bir gerçeklik var ki bir afet durumunda sizi kurtaracak kişi, bir profesyonelden çok, genelde bu durumla ilk kez karşılaşmış olan komşunuzdur. Tıpkı bu görüntülerde olduğu gibi. Hiç birbirini tanımayan bir adam ve 15 yaşında bir kız, birlikte kazandıkları amansız ölüm kalım savaşı. İşte bu yüzden mühim bilinçlenmek, eğitim almak… Belki öğrendiğiniz tek bir bilgi sizi hayata bağlar. Belki öğrendiğiniz tek bir yöntem birinin yaşama tutunmasını sağlar.
Japonya
Bakın bu fotoğraf Japonya’dan. Hani her deprem konuşmasında kendimizi mukayese ettiğimiz Japonya’dan.
Yüzlerindeki ciddiyeti görüyor musunuz? Kimse işin gırgırında değil. Çünkü biliyorlar depremin ne demek olduğunu ve her şey aynı acıları yaşamamak üzere. Çünkü onların da hafızalarında ciddi acılar var. Bunlardan biri 1923 yılında Tokyo’da olan Büyük Kanto depremi.
Büyük Kanto depremi Tokyo’yu 7,9 büyüklüğünde bir depremle sarstı. Deprem ve yol açtığı yangınlar, ahşap evleri yerle bir etmiş ve yaklaşık 100 bin kişi ölmüştü. Büyük Kanto depreminden 77 yıl sonra, 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden ise 4 yıl önce gerçekleşen ve büyüklüğü 7,3 olan Kobe depreminde ise; 6 bin 400 kişi öldü, 400 binden fazla insan yaralandı.
Sonra ne mi oldu: Japonya depremi yaşarken canlı yayına devam edecek kadar güvenli binalar inşa etti. Oysa ki en acı depremlerini bizden epi topu 4 sene evvel yaşamışlardı. Bizse bugün 100 binlerle ifade edilen beklenen ölü sayılarından bahsediyoruz.
TÜPRAŞ yangını
Hadi hepsini umursamadık diyelim, peki bu görüntüyü hatırlıyor musunuz?
Bu görüntülerde TÜPRAŞ’tan Türkiye’nin en büyük rafinerisinin de deprem karşısındaki durumunu gösteriyor. TÜPRAŞ’taki yangına akşam geç saatlere kadar müdahale dâhi edilemedi. Bölge boşaltıldı. İnsanlar deprem korkusunu atlatamadan bir de patlama korkusuyla karşı karşıya geldi.
Marmara, sanayinin, ekonominin, enerjinin merkeziydi. Sadece 17 Ağustos’ta zarar gören işyeri sayısı 42 bin 902 idi.
Peki 20 senede ne değişti? Sanayi mi tek bir bölgeye sıkıştırılmaktan vazgeçildi, yoksa şehirlerin nüfusu mu azaltılma yoluna gidildi?
Beklenen İstanbul depreminde bir şans hiç can kaybı yaşamadığımızı düşündüğümüzde bile sadece sanayinin ve ulaşımın zarar görmesiyle yaşayabileceklerimizi düşünebiliyor musunuz? Sekteye uğrayan sanayinin ve buna bağlı alt üst olan ekonominin sırtımızda oluşturacağı kambur kuşkusuz oldukça büyük olacaktır.
MAG Mahalle Afet Gönüllüleri
Tüm bunlar maalesef ki bizlerin, yani sıradan vatandaşların üstesinden gelemeyeceği konular lakin en baştaki o videoya gidersek; deprem olduğunda enkaz altında ya da dışında ihtiyacımız olan tek şey, nasıl daha hayatta kalabileceğimiz. Bunun yolu da öğrenmekten, bilinçlenmekten geçiyor. Öğrenmek isteyenler için artık birçok kurum ara ara eğitim veriyor. Hatta eğitimin ötesine geçip kurumsal kimliğiyle bu işe devam edenler de var. Bunlardan biri de MAG Mahalle Afet Gönüllüleri, mahalleyi en iyi bilen mahallelinin eğitilmesinden yola çıkarak; hem kendilerini hem komşularını kurtarmaktan yola çıkarak ülkedeki herkesi bilinçlendirmeye çalışıyorlar. Hatta şu an Yeşilköy MAG, ücretsiz olarak apartmanda deprem güvenliği eğitimleri veriyor.
Binalar, yollar, toplanma alanları, köprüler bunlarla ilgili yetkilileri uyarmak, bilim insanlarının sesini duyurur hale getirmek dışında yapabileceğimiz bir şey malesef ki yok. Ama unutmayın ki depremde, enkaz altındakilerin hayatını kurtaranlar daha önce depremi hiç yaşamayan hatta hiç arama kurtarma bilgisi olmayan insanlardı. Şimdi eğer bilinçlenirsek, çok daha fazlasını da yapabiliriz.
Acı derslerin geride kaldığı bir Türkiye imkansız değil! Yeter ki bilimin yolundan şaşmayalım. Ya bilimle kavga ederek canımız yanacak ya bilime sarılarak yükseleceğiz.