18 Mart Çanakkale Zaferi… Bu mücadele, Milli Mücadele’nin önsözü; ulusal bir uyanışın, emperyalizmin yenilebileceğinin ilk işaret fişeğidir. Bir milletin, kemikleri çatırdayarak ayağa kalkışının başlangıç sirenidir. 250 yıllık derin uykumuzdan uyanışımızdır; Turgut Özakman’ın söylemiyle, bir tür diriliştir.
Bu yazının yayım tarihi olarak Mart ayını seçişim, elbette basit bir rastlantının ürünü değil. Mart ayının, Türk tarihi açısından çok özel bir yeri vardır. Bilindiği gibi; her 18 Mart günü, Çanakkale Deniz ve Kara Zaferleri’ni birlikte kutluyor, vatanı için can veren tüm insanlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Ulusumuzca daima el üstünde tutulmuş olan ve bugün 104. yılını kutladığımız bu zaferin, 104 yıldan bu yana süregelen “ayrı” bir anlam ve değeri var. Bu nedenle, söz konusu zaferin nasıl kazanıldığı anlatılırken, birtakım masallaştırılmalar ve abartmalara başvurularak, gerçeklerden uzaklaşıldığına sıklıkla tanık olunabilir. Hatta, sözünü ettiğimiz bu “ayrı” anlam ve değeri küçümsemeye kalkanlar, Çanakkale’yi “önemsiz” sayanlar bile var.
Her şey bir kenara bırakılırsa, Çanakkale Savaşları için söylenilebilecek en gerçek sözler, sanıyorum ki şunlar olacaktır: Bu mücadele, Milli Mücadele’nin önsözü; ulusal bir uyanışın, emperyalizmin yenilebileceğinin ilk işaret fişeğidir. Bir milletin, kemikleri çatırdayarak ayağa kalkışının başlangıç sirenidir. 250 yıllık derin uykumuzdan uyanışımızdır; Turgut Özakman‘ın söylemiyle, bir tür diriliştir.
Bu nedenlerle, Çanakkale’yi anlamadan Milli Mücadele’yi okumak, Kuva-yı Milliye ruhunu kavramak, Cumhuriyet Türkiyesi’ni anlamak çok zordur. Zira tüm bunlar, Çanakkale’de edindiğimiz ruhun birer ürünü olarak çıkar karşımıza.
Bu sebeple, bundan tam 104 yıl önce Çanakkale’de neler olduğuna dair kısa bir özetle yazımıza başlayacağız.
104 yıl önce Çanakkale’de neler oldu?
Meşhur hukukçu Duverger, “Batı’nın tek bir yüzü yoktur” demiş. Bu yüzlerden birincisi; batının bilim, sanat ve teknolojideki gelişimi, Avrupa’ya özgü bir uygarlık ışığı olsa gerek. Fakat diğer yüzü, koyu ve iştahlı bir emperyalist barbarlıktır. Bunun doğru olup olmadığını kanıtlamak için uzaklara bakmaya gerek yok; bundan 104 yıl önce Çanakkale’de, 99 yıl önce Sevr’de yaşadıklarımıza bakmak yeterli olacaktır. Özellikle Sevr, bir “barış” antlaşmasından çok “barbarlık vesikası” olarak anlaşılmaya son derece uygundur.
Söz konusu emperyalist anlayış, uzun yıllardır Osmanlı topraklarına iştahla bakıyordu. Nitekim, özellikle 19. Yüzyıl sonrasında, Avrupa’nın herhangi bir büyük devleti, istediği zaman Osmanlı ülkesini istila edip sömürgesi haline getirebilecek güce sahipti.
Ne var ki, Osmanlı Devleti Avrupa’nın içinde ve dışında öyle hassas bir mevkiye, öyle önemli bir jeopolitiğe sahipti ki, hiçbir büyük devletin Osmanlı ülkesine tek başına egemen olmasına tahammül edilemediği gibi, bu ülkeyi herkesi tatmin edecek biçimde paylaşmak da pek zordu. Görüldüğü üzere, artık bir “Hasta Adam” olan Osmanlı Devleti’nin bölüşülmesi için, Birinci Dünya Savaşı eşi bulunmaz bir fırsat doğurmuş oluyordu.
1914 yılının sonuna doğru savaş tamtamları çalmaya başlamış, Osmanlı Devleti de savaşa Almanya yanında girmişti. İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya öncülüğündeki müttefiklerin planı belliydi: Daha 1912 yılında, Bulgaristan ve Yunanistan gibi cılız Balkan devletlerine karşı utanç verici bir bozgun yaşayarak tüm Rumeli’ni kaybeden Hasta Adam, Çanakkale’den yapılacak bir taarruzla derhal teslim alınarak savaş dışı bırakılacak, o dönem sosyal karışıklıklar içinde debelenip duran Rusya Çarlığı’na yardım ulaştırılacak ve Almanya, Osmanlı’nın savaş dışı kalışından dolayı kısa zamanda teslim olacaktı.
Böylelikle hem uzun yıllardır bölüşülemeyen Osmanlı ülkesi İtilaf devletleri lehine paylaştırılmış olacak, hem de Almanya’ya haddi bildirilmiş olacaktı.
Bu çirkin emellerle iştahı kabarmış olan müttefikler, derhal Çanakkale’ye bir saldırı düzenlemenin planlarını oluşturmaya başlar. İngiliz Donanma Bakanı W. Churchill, Çanakkale’ye saldırı fikrini ortaya atar ve bu düşünce derhal yaşama geçirilir.
İngiliz ve Fransız filoları, boğazı bombardımana tutmaya başlıyor
19.02.1915 tarihinde, İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan dev filo, Çanakkale’deki Osmanlı mevkilerini şiddetli bir bombardımana tutmaya başlar. Bu bombardıman, 17.03.1915 tarihine kadar artarak sürecektir.
17.03.1915 gecesi, “Nusret” adlı Osmanlı mayın gemisi, düşman donanmasının geçeceğini tahmin ettiği güzergaha mayın döşeyecektir. 18.03.1915 günü, borbardımanla birlikte boğazdan geçip İstanbul’a girmeye karar veren düşman donanması, boğazdan geçmeye çalıştığı sırada usta Türk topçusunun isabetli atışlarına ve Nusret’in bir gece öncesinde döşediği mayınlara maruz kalır. 18 gemilik dev filonun 7 gemisi, tüm görkemlerine rağmen derin sulara gömülür ve kalan gemiler ise ağır hasarlar alarak geri çekilir.
Bu çekiliş, emperyalizmin ilk çekilişiydi. İlk kez yenilmişlerdi. Düşman donanmasının Çanakkale ‘yi geçememesi, tüm yurtta bir bayram etkisi yaratmış olsa da, bu habere duyulan sevinç kısa sürecekti. Zira, müttefiklerin bu kez de karaya asker çıkaracağı anlaşılıyordu.
Müttefiklerin karadan çıkarma yapmaya karar verişi
Türk orduları başkumandanı Enver Paşa’nın şiddetli ısrarlarıyla, Çanakkale’deki Türk ordusunun başına getirilen Alman general Liman Von Sanders, bölgede bulunan birçok Türk subayının itirazlarına rağmen (özellikle Miralay Mustafa Kemal Bey), Türk subaylarca oluşturulmuş savunma planını baştan aşağı değiştirir.
Liman Von Sanders, düşmanın, Gelibolu’nun kuzeyinde yer alan Saros Körfezi’ne ve Anadolu yakasına çıkarma yapacağını tahmin etmektedir. Bu sebeple, donanımlı tüm birliklerimizi bu bölgelere yerleştirir. 25 Nisan 1915 günü asıl çıkarmanın yapılacağı yer olan Arıburnu ve Seddülbahir’de ise, gelecek düşmana göre oldukça yetersiz iki tümen kalmıştır yalnızca.
Bu tümenlerden biri Arıburnu’nda ücra bir köyünde bulunan, Miralay Mustafa Kemal Bey’in 19. Tümeni, diğeri ise Seddülbahir’de bulunan Miralay Şefik Bey’in 9. Tümenidir. 19. Tümen ise, bizzat Liman Paşa’nın emriyle, çıkarmanın yapılacağı Arıburnu kıyısından çok gerilerde bir köyde “İHTİYAT TÜMENİ” olarak bırakılacaktır.
Çıkarma günü geldiğinde, Arıburnu kesiminde direnebilecek ciddi hiçbir kuvvet görmeyen Anzak ordusunun en önemli hedefi, Arıburnu’nda yer alan ve Liman Paşa tarafından savunmasız bırakılan Kocaçimen Tepe’dir. Bu tepe, tüm savaş alanına egemen, oldukça yüksek bir yerleşim yeridir. Yani, eğer bu tepe düşman eline geçerse, savaş başlamadan bitecek, müttefiklere İstanbul yolu açılacaktır. Fakat buna rağmen Liman Paşa, bu bölgeyi tüm itirazlara rağmen “çıkarma yapılmayacak” zannıyla boş bırakacaktır.
Çıkarma başladığında bu tepeye doğru hızla tırmanan düşman ordusu, karşısındaki küçük Türk birliklerini ezip geçerek ilerlemeye başlamış ve bu haber üzerine Miralay Mustafa Kemal Bey, bir İHTİYAT TÜMENİ olmasına, yani yetkisi olmamasına rağmen, ordu komutanı Liman Paşa’nın emrine aykırı olarak tümenini Kocaçimen Tepe’ye hareket ettirmiş, ve bu tepeye doğru çıkmakta olan Anzak ordusunu eze eze kıyıya kadar sürmüştür.
İşte o gün, Miralay Mustafa Kemal Bey’in, Arıburnu Kahramanı Mustafa Kemal olarak tarih sahnesine çıktığı gündür. İstanbul gazetelerinde boy boy resimleri basılmış, tüm yurt adını öğrenmiştir artık.
Daha sonra, 19. Tümen’deki başarıları üzerine, üç tümenin birleşiminden oluşan Anafartalar Grubu Kumandanlığını yürütecek, Anafartalar’da da büyük zaferlere imza atacak, Anafartalar Kahramanı olacaktır. Bu nedenledir ki, sonraları İngiliz Başbakanı olacak olan Winston Churchill, Mustafa Kemal’i “kaderin adamı” lakabıyla anacaktır.
Çanakkale’de en uzun süre bulunan üst komutanlardan biri olan Esat Paşa, anılarında şöyle söyler: “Çanakkale de kesin sonuç sağlayan, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Bey’dir.” (2) Üstelik bunu, bugünün “Mustafa Kemal’siz Çanakkale” arzulayanların kafasına vururcasına söylemiştir de, farkında değildir.
İnanılmaz bir kan deryasına dönüşen mücadele, 09.01.1916 tarihinde, müttefik kuvvetlerin boğazdan çekilip bir gece yarısı kaçmasıyla sona erecektir.
Çanakkale’nin Dirilttiği Ruh
Çanakkale’de kazanılan bu zafer, bir ulusun “demek ki gerçek bir vatan sevgisi ve birliktelik duygusuyla, yenilmez denilen ordular dahi yenilebilirmiş” ruhunu yaratmış, 250 yıldır uyuyan bir duyguyu diriltmiştir.
İşte bu nedenledir ki Çanakkale, Kurtuluş Savaşı’mızın ve modern cumhuriyetimizin temelini attığımız yer olmuştur.
Uyuyan Türk, uyanmıştır artık. Bir daha hiç uykuya yatmamak üzere…
KAYNAKÇA
- : Türkiye Tarihi 3. Cilt: Osmanlı Devleti 1600-1908, Kollektif, Cem Yayınevi, sf. 127, İstanbul, 1997.
- : ÖZAKMAN, Turgut, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, sf. 112 / Yanya Savunması ve Esat Paşa, sf. 102