Keyifli vakit geçirme kılavuzu (2): Konuşmak, dinlemek ve soru sormak

Keyifli vakit geçirme kılavuzu – Bölüm II: Konuşmak, dinlemek ve soru sormak… Kelimelerinizin ya da sessizliğinizin ardında nasıl bir motivasyon yatıyor? Sevilme ya da beğenilme arzusu mu? Anlaşılma ya da tanınma isteği mi?

Keyifli vakit geçirme kılavuzu (2): Konuşmak, dinlemek ve soru sormak
Keyifli vakit geçirme kılavuzu (2): Konuşmak, dinlemek ve soru sormak

Hepinize merhaba. Bir önceki yazımda, bir grup insanın birlikte nasıl keyif ve uyum içerisinde vakit geçirebileceği hakkında, kendi tecrübelerimden yola çıkarak bazı düşüncelerimi paylaşmıştım. Hatırlarsanız, kalabalık grupların huzur içerisinde tatil yapmaları için fayda sağlayan unsurlardan birkaçı şunlardı: Olanı kabullenmek, sakin kalmak, kendi kendine vakit geçirebilmek ve herkesin her şeyi aynı anda yapmasını beklememek.

Bu unsurları kullanarak iç ve dış dünyamızda dengeyi yakaladıktan sonra geriye kalan, insan olmanın temel avantajından faydalanmak adına iletişimimize odaklanmak. Bu yazıda da amacım, iletişimi bir araç olarak kullanarak, aynı zamanı ve mekânı paylaşacağınız kişiler ile derin ve güçlü bağlar kurmanızı kolaylaştıracak öneriler sunmak.


O yüzden lafı daha fazla uzatmadan bu yazının ilk, Keyifli Vakit Geçirme Kılavuzu’nun ise beşinci maddesi ile sizleri baş başa bırakıyorum.

Çok konuşmak mı çok dinlemek mi?

Son zamanlarda üzerinde fazlasıyla kafa yorduğum bir konu, konuşmak ve dinlemek arasındaki denge. Farklı geçmişlere ve karakterlere sahip insanlarla, eski ve yeni dostlarla yaz başından bu yana yaptığım programlarda özellikle bu konu üzerine büyük mesai harcadım.  İnsanların yeni girdikleri bir ortamda, hele bir de tanımadıkları kişiler çoğunlukta ise, ya çok konuşarak sürekli kendilerinden, tecrübelerinden veya düşüncelerinden bahsetmelerine ya da tamamen sessizliğe bürünerek tek bir kelime dahi etmeden arka planda kaybolmalarına şahit oldum. Bu durum, topluluk içerisinde uyumu ortadan kaldırdığı gibi, bazı kişileri baskın ve fazlasıyla göz önünde bir konuma taşırken, diğerlerinin daha da içine kapanmalarına ve ortamdan keyif almamalarına yol açıyor.

Bu iki zıt davranış modelinin derinine indiğimizde ve bizi sonu gelmeyen kelimeler yığınına ya da çıkışı olmayan bir sessizliğe iten nedenlere baktığımızda, korku ve ihtiyaçlar komutasında ilerleyen bireyler görüyoruz.

Yeni biri ile tanıştığımızda ya da farklı kişilerin bulunduğu bir ortama girdiğimizde sevilmek, beğenilmek, anlaşılmak, saygı görmek, kabul edilmek gibi ihtiyaçlar ya da dışlanma, reddedilme, kabul görmeme, yanlış anlaşılmama, beğenilmeme gibi korkular taşıyoruz.

Konuşma bozukluğu türleri nelerdir? Tedavisi var mıdır?

Sizin motivasyonunuz ne?

Bu noktada hemen ufak bir gözlem ve sorgulama yapmaya davet ediyorum sizleri. Kalabalık ya da aşina olmadığınız bir ortamın içinde kendinizi düşündüğünüzde genellikle konuşan mı yoksa susan taraf mı oluyorsunuz? Kelimelerinizin ya da sessizliğinizin ardında nasıl bir motivasyon yatıyor? Sevilme ya da beğenilme arzusu mu? Anlaşılma ya da tanınma isteği mi? Kalabalık bir yemek masasında sessiz kaldığınızda insanların sizinle ilgili neler düşündüğüne inanıyorsunuz? Konuştuğunuzda, başkalarının düşüncelerini değiştirmek ya da kendinizi belirli bir şekilde göstermek için mi konuşuyorsunuz?

Bu sorgulama, farkında bile olmadan taşıdığınız korku ya da ihtiyaçlara ulaşmanız ve bundan mütevellit kendinizi tanımanız ve başkalarının sizi nasıl gördüğünü anlamanız için son derece elzem.

Bir ihtimal daha var

Gelelim konunun asıl çıkış noktasına, yeni simaların, farklı karakterlerin, dost belki de sevgili adaylarının bulunduğu toplu ortamlarda keyif almaya ve uyum sağlamaya… Tahmin edebileceğiniz gibi, böyle durumlarda ne çok konuşmak ne de susmak ideal olan. Mesleki ve kişisel tecrübelerim doğrultusunda bana göre en doğrusu; motivasyon kaynağı merak olan, soru soran, başkalarını konuşturmaya çalışan ve en önemlisi dinleyen bir tutum takınmak.

Bu tutumu benimseyen kişilerin çoklu yemek masalarında, kalabalık buluşmalarda ya da tatil programlarında bireylerin herhangi bir korkuya da ihtiyaca dayalı olmadan, kendilerini en samimi şekilde tanıtmalarına olanak sağladığına ve ortamda dengeyi kurmakta harikalar yarattıklarına sayısız kez şahit oldum. Bu görevi üstlenen ‘kurtarıcıların’ davet ve organizasyonlarda mumla arandıklarını ve diğer tutum sahiplerine oranla çok daha fazla sevgi ve saygı gördüklerini de söylemeden geçmek istemiyorum.

Bunun adı ‘alan tutmak’ 

Ev sahipliğini yaptığınız bir organizasyonun ya da katıldığınız bir yemeğin, partinin, tatilin keyifli geçmesini ya da size yeni arkadaşlıklar, güçlü bağlar kazandırmasını istiyorsanız, ortamı bu şartlarda hazırlamak için elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız. Komik bir anınızı anlatarak insanları güldürebilir ya da sessiz kalarak kendilerini sevdirme amacı taşıyanların önlerini açabilirsiniz.


Fakat her ikisinden de öte, eğer motivasyonunuz etrafınızdakileri tanımak veya daha iyi anlamak olursa; çok daha samimi, kişisel, akışta ve dengeli bir ortamın hazırlanması için büyük bir katkıda bulunursunuz. Eğer çıkış noktanız korku ya da ihtiyaç değil de merak olursa, ortamdaki iletişime saygı ve sevgi enerjisi hakim olur. Çok daha rahat bağ kurulur, bireyler kendilerini değerli ve önemli hisseder, açılmalar olur. İşte, alan tutmaktaki asıl meziyet de budur.

Hiç soru sormayan adam  

Yıllar önce İsviçre’de bir tatilde denk geldiğim ve arkadaşımın arkadaşı olarak grubumuza katılarak bizimle iki gün geçiren bir kişi; zaten tanıdığı arkadaşı dışında kimseye iki koca gün boyunca tek bir soru dahi sormamış ve bu tavrıyla hepimizi hayretler içerisinde bırakmıştı. Gittikten sonra kendisi ile bir daha herhangi bir program yapmayı bırakın, aynı ortamda bile bulunmak istemediğimize dair anlaşmıştık.

Bundan yaklaşık iki ay önce arkadaşlarımla gittiğim bir tatilde, daha da yakından tanımayı ümit ettiğim bir çift, ben onların bütün hikayelerini ve başlarından geçen olayları heyecanla dinlememe rağmen tatil boyunca bana tek bir soru dahi sormamıştı. Beraber yapılan aktiviteler, gülüp eğlenmeler, paylaşılan anlar ve durumlar bir hayli çok olmasına rağmen; beni tanımaya yönelik en ufak bir çabanın dahi olmaması bende büyük soru işaretleri yaratmıştı.

Kendinizi bırakın, etrafınıza bakın

Ortam, durum ya da şartlar nasıl olursa olsun sizden ricam şu: lütfen soru sormayan insanlar olmayın. Merak edin, tanımaya çalışın, anlamak için çaba gösterin. Sadece yüzeysel de değil, derin sorular sorun. Bırakın cevap verip vermemek, karşınızdaki insanın tercihine kalsın ama ilk adımı bir atın. Şu hayatta en iyi bildiğiniz konu zaten kendinizsiniz. O yüzden bırakın biraz kendinizi anlatmayı da etrafınıza bakın. Bu motivasyonla en sıkıcı akşam yemeği bile heyecan dolu bir maceraya, en tatsız ortam bile son derece keyifli bir festival alanına dönüşebilir.

Bu arada tabii size herhangi bir soru sorulduğunda da layıkıyla karşılık vermeyi, yani en samimi ve dürüst halinizle kendinizi ortaya koymayı unutmayın. Sonrasında da sizi bu denli merak edip konuşturan bu ender insan türüne karşı aynı nezaketle yaklaşmayı ve tanımaya çalışmayı atlamayın.

Dinlemek ve anlamak bizi kurtarır

En sevdiğimiz konular  

Yazımı, ne kadar ortak bir konu gibi görünse de pratikte çok yaygın olmadığını gördüğüm bir genel görgü kuralı ile bitirmek istiyorum. Takdir edersiniz ki ne kadar çok konuştuğumuz kadar ne konuştuğumuz da önemli. Kalabalık grupların olduğu ortamlarda, özellikle masa etrafında paylaşılan yemek zamanlarında; herkesin katılabileceği, kişisel tecrübe ya da sadece birkaç kişinin paylaştığı yaşanmışlıklardan uzak konular seçmekte fayda var.

Olaylara ya da bilgiye dayalı konulardan ziyade, katılımcıların düşünce yapılarına, karakterlerine ışık tutacak; argümanlara dayalı ve farklı görüşlerin dallanıp budaklanabileceği konulara yer vermek her zaman daha keyifli bir ortam yaratacaktır. Bu şekilde birlikte vakit geçiren insanların aynı genel kültür ve bilgi birikimine sahip olması beklentisi ortadan kalkacak ve kişiler kendilerini daha rahat ifade edebilecekler.

Giderek yalnızlaştığımız, eğlencenin içinde bile kaçış aradığımız bir dünya düzeninde dostlukların, bağ kurmanın, karşılıklı olarak anlama ve anlaşılmanın önemini koruduğunuz, keyif ve sohbet dolu, kalabalık sofralar, huzur dolu tatilleriniz olsun.

Hepinize gelişim ve sorgulama dolu bir hafta diliyorum.


Kendinize iyi davranın.

Tatilde keyifli vakit geçirme kılavuzu