Ülkemizde hali hazırda 4 milyon civarında Suriyeli var. Türkiye, belki de ilk kez küreselleşen dünyanın bir sonucu olan kitlesel göç sebebiyle ortaya çıkan sosyal sorunlarla karşı karşıya. Fırsat eşitliği, ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadele konularına ağırlık verilmediği takdirde, Suriyelilerin konumu gurbetteki vatandaşlarımızla aynı ve hatta daha da kötü olabilir.
İnsani sorumluluk
Hiçbir mülteci ülkesini sebepsiz yere terk etmez ve başka diyarlara göçmez. Aslına bakıldığında günümüzdeki iltica konusunun, problemin kendisi değil sonucu olduğunu görürsünüz. Büyük resme baktığınızda, istisnai durumlar dışında kitlesel göçlerin sebebi ya kapitalizmin kendisi ya da jeopolitik çıkarlar üzerinden çıkarılan bölgesel gerilimlerdir. Bu sonuncusu, Suriyeli mültecilerin kök nedenidir.
Suriyeli insanların yaşamlarını ülkemizde nasıl idame ettirecekleri konusu çok ciddi bir konudur. Son zamanlarda ortaya atılan güvenli bölgeye geri yerleştirme konusu, kanımca günlük siyasetin algı operasyonlarından biridir. İddiam şudur ki, olağanüstü şartlar hüküm sürmedikçe Türkiye’ye yerleşmiş olan Suriyelilerin ekseriyeti yeni vatanlarında kalacaklardır. Hatta ve hatta Suriye’deki şartlar düzelmezse akrabalarından da ilaveten göç edenler olacaktır.
Kesinlikle kabul edemediğim nokta, ülkemizin en ileri gelen yayın organlarında dahi, Suriyeliler hakkında ayrımcı ve suçlayıcı ifadelerin rahatlıkla kullanılıyor olmasıdır. Gurbette yaşayan vatandaşlarımıza herhangi bir ayrımcı veyahut ırkçı davranışta bulunulduğunda, insan haklarından dem vuran bu insanlar, Suriyeliler söz konusu olduğunda insan haklarının yanından bile geçmemektedirler. Bu olgu, en hafif tarifi ile adaletsiz ve gayri ahlakidir.
Seni küçük Türk!
Ben İstanbul’da dünyaya geldim ve 7 sene evvel Almanya’ya göçene kadar da hep Türkiye’de ikamet ettim. Ana akım bir kümenin (Türk/müslüman/Sünni) içine doğduğumdan ayrımcılığı birebir yaşamadım. Ancak azınlıklara yapılanlardan birçok örneği birebir gördüm.
Almanya’da yaşadığımdan beri kimlik/mezhep/renk üzerinden olabilecek ayrımcılığın insanın yaşamını nasıl etkileyebileceğine dair algım değişti. Şimdi ayrımcılık gören bir azınlık olarak yaşamak neymiş çok daha iyi anlıyorum. Burada yaşayanların tasdik edebileceği gibi, Almanya’da ‘Türk’ kavramı kendi başına pek de nötr değildir. Beraberinde olumsuz çağrışımları da beraberinde getirir.
Kızım Almanya’nın Dachau (Dahau) şehrinde dünyaya geldi. Kızıma şu ana kadar hiçbir milliyet öğretmedim. Kendisine Türk ya da Alman kelimelerini söylerseniz, ona bir şey ifade etmez. Buna karşılık sadece dil isimlerini öğrettim. (Bunu bilerek yaptım, zira Fransız Devrimi’nden kalma milliyet kavramlarını çok kirlettiğimizi düşünüyorum. Ama bu başka bir yazı konusu.)
Milliyeti bir kenara bırakırsanız, nerelisin sorusuna onun vermesi gereken cevap Dahaulu’dur. Kızım takriben üç yaşındayken Dahau’da sokaktan geçen bir adam ona selam verdi. Bizimki mutat olan terslemesini yapınca, adam da ‘Seni küçük Türk!’ dedi. Ben o zamanlar bunun nötr bir ifade olduğunu düşünmüştüm. Ancak zaman geçtikçe bunun ayrımcılık çağrıştırdığını öğrendim. En nihayetinde iyi yapılan bir hareketin ardından kimse ‘Aferim sana küçük Türk’ demiyordu. Dolayısıyla o kavram olumsuzluğu çağrıştırabilen bir kavram olmuştu artık.
Almanya’ya göçeli 7 sene olmasına rağmen toplumumuzu yakinen takip ediyorum. Senede bir-iki seyahat etmeye gayret ediyorum. Bugün Türkiye’de yukarıda bahsettiğim sahnenin benzeri bir Suriyeli çocuk ile yaşansa, kimsenin aklına ve düşünce silsilesine o çocuğun kökeni gelmez. Ancak girişte bahsettiğim insani sorumluluktan yoksun hal ve tavırlar hem aydınlar hem de resmi kurumlar tarafından sürdürüldükçe, ülkemizde mülteci sorununun daha da büyüyerek devam edeceği kanaatindeyim.
Kimliklerin ‘kim’liğimiz dışında bir şey ifade etmediği bir dünya dileğiyle…