Ayasofya, İstanbul deyince akla gelen bir markadır adeta. Cumhuriyet Türkiye’sinin 90 yıl önce bu kültür mirasını müze haline getirmesi ders alınacak bir olaydır. Biz ise şimdi yine kutuplaştırılarak camiye çevirme meselesini tartışıyoruz. Kimse kusura bakmasın. Bunun altında, bir ritüele bağlı hamasi bir çıkardan başka bir şey yatmamaktadır.
Ayasofya ve incir
Ayasofya deyince aklıma iki şey gelir. Birincisi yüzyıllara meydan okuyan, miladî 532 ila 537 yılları arasında inşa edilmiş olan muhteşem abidedir. İkincisi de, daha az kimsenin bildiği Trabzon’daki Ayasofya’dır.
Görüşlerimi aktarmaya ikincisinden başlayacağım. Trabzon’da mutlaka görülmesi gereken tarihi eserler arasında olan Ayasofya’yı (bilerek cami ya da kilise yazmıyorum) bundan yaklaşık on yıl kadar önce, bana Trabzon’da o Anadolu’nun kalpten gelen misafirperverliğini gösteren Umut sayesinde ziyaret ettim. O zaman müze olan eserin içini gezdim, ayrıntılarına daldım.
13. yüzyıldan kalma bu eser, 2013 yılında camiye çevrildi. Şahsi kanaatimi sorarsanız, bu yanlış bir karardı. İnsanı o kucaklayan, misafire evinde olduğu hissini veren Trabzon halkının ekseriyeti o dönüşümü 2013’te onayladı mı bilmiyorum. Ancak yakın tarihlerden okuduğum birkaç tespit, farklı sebeplerle de olsa, yöre halkının eserin müze olarak korunmasından yana olduğudur.
Ayasofya denince aklıma gelen ilk esere yani İstanbul’un yedi tepesinden birine gelince… Onun duvarlarından birinin dibinde bir incir ağacı vardı. O ağacı kim dikti bilmem. O ağaç, geçtiğimiz süre zarfında kesildi mi onu da bilmem. Ancak bildiğim bir iki şeyi aktarmak isterim.
Öncelikle incir ağaçları evlerin hemen yakınına dikilmez. Kökleri çok sağlam yayıldığından temele zarar vereceği öngörülür. İncir ağacı dikmek deyimi de oradan gelir. Eğer ‘Ayasofya’da incir ağacı’ haberinin çıktığı 2011 yılında, bugünkü ‘yeniden Ayasofya’yı cami yapalım’ polemiğinin kökleri varsa bu tarihin çok ilginç bir tecellisi demektir.
İstanbul deyince akla gelen bir markadır adeta bu şaheser
Kanımca yapılan tartışmalar veya gündem yaratmalar neredeyse her gün ve her konuda olduğu gibi bir eyyamcılık ve iç politika unsurudur. Bu şekilde saflar sıklaştırılmaktadır. Kaydadeğer bilgilere ve olaylara insanların vakıf olmaması için üretilen malzemelerdir bunlar.
Ne var ki, Ayasofya öyle kolay yenilir yutulur bir mevzu değil ve herkesin altından kalkamayacağı bir ağırlığa sahiptir. Bilinirlik açısından, İstanbul deyince akla gelen bir markadır adeta bu şaheser.
Cumhuriyet Türkiye’sinin bundan yaklaşık 90 sene önce bir kültür mirasını – dünyada faşizan hareketlerin kol gezdiği bir dönemde – müze haline getirmesi gerçekten ders alınacak bir olaydır.
Hamasi bir çıkar
Biz ise şimdi kimilerinin gütmesi ile yine kutuplaştırılarak camiye çevirme meselesini tartışıyoruz. Kimse kusura bakmasın. Bunun altında, bir ritüele bağlı hamasi bir çıkardan başka bir şey yatmamaktadır.
Özellikle de, bu tarz toplum mühendisliğinden nemalananların pek de umurunda olmasa da aktarayım: Bu camiye çevirme mevzusu uluslararası itibarımızın yerini, düşmeye devam ettiği dip bölgede daha da sağlamlaştıracaktır. Fatih’in torunları, ecdadının bundan neredeyse 500 yıl önce dünyayı kucaklayıcı (onun hayali dünyada tek devletti) siyasetinin aksine insanı bölüp bölüştürmek için ellerinden geleni artlarına koymamaktadır.
Son sözümüz bugün de bir şiir olsun:
Ecdad feth eyledi
Oldu örnek devrane
Sen eyleme nüsuk için hamase
Bir çuval inciri berbat etme